Kenan Alpay: “Hadım edilmiş bir hayat tasavvuruna teslim olmayacağız”

Katıldığı TV-NET’teki “Konuşmak Lazım” programında gündemdeki konuları değerlendiren Kenan Alpay, Taksim Camii’nin açılışı karşısında hayıflanan, hafızlık icazet töreninde yapılan duayı hazmedemeyen kişi-kesimlere sert çıktı.

HAKSÖZ HABER

TV-NET ekranlarında Cüneyt Özdemir’in hazırlayıp sunduğu “Konuşmak Lazım” programına konuk olan Kenan Alpay; Mehmet Metiner, Ertuğrul Akar ve Gökmen Türkkanı ile birlikte gündemdeki konuları değerlendirdi.

Taksim Camii’nin açılışı ve Ayasofya Camii'nde gerçekleştirilen hafızlık icazet töreninde Mustafa Demirkıran’ın yaptığı duaya karşı hazımsızlık ve diğer konuları aktüel örnekler üzerinden değerlendiren Kenan Alpay, özetle şunları söyledi:

 “Asıl ‘Ulu Önder’, ‘Ebedi Şef’ vs. diyenler kutuplaşmayı teşvik ediyorlar!”

“Neler var Taksim’de? Orada Katolik kilisesi var, Ortodoks kilisesi var, Havralar var… Şimdi Taksim’de cami olmasını, Ayasofya’da dua edilmesini hazmedemeyenler Atatürk’e hakaret diyorlar. Allah’ın ayetini mi okumayalım? Peygamber’in yaptığı duayı mı okumayalım?.. Bırakalım özür dilemeyi, şirretlik yapıyorlar. Bir mahcup olun, bir özür dileyin, deyin ki bir yanlış yaptık… Bunlar hala ‘Ulu Önder’, ‘Ebedi Şef’ diyor ve sonra da ‘Türkiye kutuplaştı’ diyorlar. Halbuki kutuplaşma tam da bu söylemler yüzünden oluyor! Hadım edilmiş bir hayat tasavvuruna teslim olmayacağız! Yüce Allah bizi özgür olarak yarattı ve bu açıdan kimseye bir şükran borcumuz yok.”

“Konuşmadıkça üzerimize çığ düşecek”

Resmi ideolojik tahakkümün ve yakın tarihin tartışılamaz konuma getirilmeye mebni direnci değerlendiren Kenan Alpay, şunları söyledi:

Konuklar geçmişte kaldı dediler. Ancak tam aksine hiçbir şey geçmişte kalmadığı için bu tartışmalar devam ediyor. Tarih yaşıyor. Tarihte yapılan işlerin etkileri hala sürüyor. Bu sebeple ‘geçmişi karıştırmayalım’ mantığı çözüm üretmiyor. Siz sadece halının altına süpürmüş oluyorsunuz. Oysa yapılması gereken: meseleleri ahlaki ve hukuki çerçevede gönül rahatlığıyla konuşabilmektir. Biz konuşmaktan kaçtıkça onların her biri bizi kovalayacak. Ve bir süre sonra o kovalamaca öyle bir hale gelecek ki; üzerimize çığ düşecek. Biz neyi konuşulmaz kıldıysak o, büyüdü. Neyi konuşulmaz kıldıysak o üzerimize tahakküm etti. Bundan bizim sıyrılmamız gerekiyor. Fakat şöyle bir iklim var ülkede: Örneğin diyorsunuz, ‘üniversitede başörtüsü serbest kılınsın’ hemen bir taraftakiler diyor ki, ‘biz bir mevzi kaybediyoruz.’ Bu mevzi kaybediyoruz yaklaşımı her yerde kendisini gösteriyor. Yine diyorsunuz ki İmam-Hatipli öğrenciler diğer öğrenciler gibi aynı şekilde üniversite sınavına girsin, ‘neden katsayı ayrımcılığı yapıyorsunuz’ diyorsunuz birileri mevzi kaybediyor!..

“Geçmiş geçmişte kalmadı”

“Yani ‘Niye insanlar; Lazca, Gürcüce, Abhazaca, Kürtçe, Boşnakça, Pomakça… konuşamasın?’ diyorsunuz. Birileri mevzi kaybediyoruz diyor. ‘Okullarda Siyer ve Kur’an dersi olsun diyorsunuz’ aman aman birileri orada da mevzi kaybettiğini söylüyor. En başta bu mevzi kaybı mantığının; üretilmiş, türetilmiş öte yandan da toplumun üzerine tahakküm etmek için inşa edilmiş bir psikolojik harp planı olduğunu bizim çok açık bir şekilde ifade etmemiz gerekiyor.

367 krizi neden çıktı? 27 Nisan’da niçin e-muhtıra verildi? Niye darbe planları yapıldı? Cevabı da çok açık: Köşke çıkacak cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olması! Karşımızda gerçek anlamda zihinsel, psikolojik ve sosyolojik anlamda normalleşmeye ihtiyacı olan, hastalıklı bir durum var. Biz bu hastalıklı durumu görmezden gelelim dedikçe; tahakküm devam edecek. Dolayısıyla geçmiş geçmişte kalmadı halen devam ediyor…

Siz ne zaman ülkede normalleşmenin, fikir özgürlüğünün, etnik ve mezhebi anlamda yapılan ayrımcılıkların ortadan kaldırılması için mücadele ettiğinizde bir ses duyuluyor: “Atatürk’ün mezarda kemikleri sızlıyor! Atatürk’ün ülkesi elden gidiyor!”

Kim alıp nereye götürüyor? Böyle bir akıl hastalığına ciddi manada bir tedavi uygulamamız gerekiyor. Onlar istiyorlar ki biz ağzımızı açarken ‘ulu önder’ diye başlayacağız 'ebedi şef' diye devam edeceğiz; 'varlığımız ona armağan' olacak; 'o olmasaydı adım Kenan olmayacaktı!' 'ben Müslüman olmayacaktım', 'kulağıma Allah-u Ekber diye ezan okunmayacaktı!'

Yani ne varsa haşa Allah’a şükreder gibi ona şükredeceğiz! Böyle bir zulüm olabilir mi? Bir defa bizim bunu reddetmemiz gerekir. Bu normal bir şey değil! En başta bunu ortaya koyalım.”

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye