Otuz yıl süren bir savaşın ardından verilen kurbanlarla yüzleşiyoruz.
Evinden götürülüp geri dönmeyen/döndürülmeyenlerin hikayesi. Bildik halkın yine bildik ve sıradan hikayesi/hikayeleri.
Arkasında yakılan ağıtların hiç susmadığı ölüler bunlar.
Kimi bir arkadaşın daveti ile çıktı evinden, kimi yolda yürürken alıp götürüldü karakola diye, kimi evinde ailesinin gözlerinin içine bakıla bakıla alındı. Ve bir daha haber alınamadı.
Ne ölü ne de diri!
Oysa hemen en yakın karakola koşmuştunuz. Yardım dilenmiştiniz. Tüm resmi mercilere, tanıdığınız, kendi oylarınızla meclise gönderdiğiniz vekilleri araya koyarak, Başbakan ve Cumhurbaşkanlığına kadar başvurmuş, sordurmuştunuz.
Ama elle tutulacak hiçbir sonuç yoktu!
Katliamların belki de en kahredeniydi. Her gün ölmenin, sevdiklerini öldürmenin en acımasızı belki de.
Geçmişi yok edilmiş, asimilasyonun en ağırını görmüş, tarihi, kültürü, dili, inancı ve hatta kendisi yok sayılmış, öyle ki ölüsü bile ortadan kaldırılmış bir halkın, nefesini hissediyorum yine.
Yakılan evlerle, yargısız infazlarla, faili meçhul cinayetlerle büyüdük, deyim yerindeyse.
1990 ve sonrasındaki yıllarda haşır-neşir olduğumuz ve en çok duyduğumuz cümleler nelerdi biliyor musunuz?
-Kayboldu!
-Vuran kaçtı!
-Yakalanamadı!
-Tam evinden çıktı, vurdular!
-Gözaltına aldılar, ama haber yok!
-Köprü altında ceset bulundu!
-Hâlâ haber yok!
Zorla kaybettirilme devri!
Ciddi toplumsal tahribatları yaşamaya başlayacağımız yıllardı.
Hayal edilmesi bile zor denebilecek en ağır sınavlardan geçti bu halk. Tasavvur edebiliyor musunuz ki:
Sevdiğiniz, tanıdığınız, komşunuz, anneniz, babanız, çocuğunuz, kardeşiniz, amcanız, dayınız, teyzeniz, halanız akla gelebilecek, gözlerinizle her gün gördüğünüz bir şahıs yok oluyor.
En son görenin hiç konuşmadığı, gözaltına alanın size yardımcı olmadığı ve “Arama!” dediği, bütün başvurduğunuz mercilerde kapıların kapandığı, artık unutmanızın istendiği birini unutabilir misiniz?
Her gün yakılan ağıtlara yenisini mi eklersiniz yoksa?
’O kayıp’ deyip unutur musunuz sahi?
Çocuklarınıza, babalarının mezarının olmadığını anlatmanın ’izahı’ var mı?
Bir mezar taşına sahip olmanın isteğiyle, yanıp tutuştunuz mu?
Yüreğiniz parçalandı mı hiç, çocuklarınızın soruları karşısında?
Kaybedilmiş, öldürülmüşse de cesedini bulmak istersiniz herhalde.
Bulduysanız da faillerinin bulunup yargılanmasını istemeniz kadar doğal bir şey olabilir mi?
Adaletin tecelli etmesi en büyük arzunuz olmaz mı?
Hiç olmazsa o duyguyla rahatlamak istersiniz.
'Adalet' de gereğini yapmadı / yapamadı bu ülkede.
Bu halka bu bile çok görüldü/görülüyor.
Mutki-Kavakbaşı karayolu üzerindeki çöplük mevkiinde, dere yatağının üst kısmında Bitlis ve Mutki Cumhuriyet Başsavcılıkları ile yürütülen bir çalışma sonucunda kazı yapıldığını ve 12 şahsa ait kemiklerin çıkarıldığını öğreniyoruz bir haberle. Kazı çalışmaları devam edecek karakol yakınında. Hatta karakolun bahçesinde de çalışmaların ileriki günlerde yapılacağı duyuruluyor kamuoyuna.
Sıradan, olağan bir haber gibi duyuruluyor bu da, daha önce bulunan kemik tarlaları, ceset kuyuları gibi.
Bu bir toplu kıyım!
Bunu göz ardı etmemiz isteniyor olabilir, ama edemeyiz.
Başka bir ülkede olsa ’yer yerinden oynar’ cinsinden bir haber aslında. Medyanın ve toplumun ilgisizliği ise bir başka can yakıcı boyut olarak duruyor gözlerimizin önünde.
Yakın tarihimizin yüzkarası.
Tüyler ürpertici faili meçhullere, yenilerini hep ekleyeceğiz. Çünkü:
Bu konuda net bir rakam söylenemeyecekse de 17.000 faili meçhul cinayet veya kayıp olduğu belirtiliyor.
2.324 faili meçhul yargısız infaz yaşandı.
1.251 kişi kayıp, kendisinden haber alınamıyor.
Kayıp yakınları bir DNA Bankası oluşturmanın telaşında bu ülkede.
En çok cinayet olayları 1993-1995 yılları arasında işleniyor. Başı Diyarbekir çekiyor. Batman ve Şırnak ise ikinci ve üçüncü sırada takip ediyorlar pak Diyarbekir’i.
Anlayacağımız Diyarbakır, bakır diyarı değil, faili meçhuller diyarı. Namı diğer ’Diyar-ı meçhul’…
Görgü tanıkları diye takdim edilenlerin anlattıkları, havsalamızın alamayacağı kadar korkunç. Hatta son cümle karşısında donup kalıyoruz:
“Başka yerler de varmış. Acele edilmezse kemikler oralardan başka yerlere taşınabilinirmiş.” Yani deliller karartılır anlayacağımız!
Herkesin bildiği ve sustuğu kemik tarlaları... Toprağın bile kabul edemediği vahşice zulüm…
Kimsenin “adalet“e gidemediği, korktuğu, aynı akıbetten ürktüğü, güvenemediği bir ülke burası.
Sevdiklerimizin mezarına sahip olmak, dua etmek, mezarlarına bir çiçek bırakmak, sadece kemikleri bile olsa, sahip olmak için, annelerin çığlıklarını, çocukların feryatlarını duyalım.
Yargıya gitmeye cesareti olmayan yığınların sesi olmaya ne dersiniz?
Mezar taşına sahip olamayanların kaybedecekleri ne olabilir ki?
Gerçeklerle yüzleşen bir toplum olmaya var mıyız?
Değişimin sancılarını hep beraber yaşamaya hazır mıyız?