Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
Kemalizm’in şairi Behçet Kemal’in yaveleri
Türkiye’de lise eğitimi almış herkesin tanıdığı, şiirlerini(!) bildiği bazı edebiyatçılar vardır. Öyle sanıyoruz ve üzülerek ifade ediyoruz ki bundan sonra da bilinmeye devam edilecek bu isimler. Cumhuriyet dönemi şairleri olarak kategorize edilen bu edebiyatçılar yeni kurulan rejimin kalemşörleridirler aynı zamanda. Okuyanlar ve izleyenler bilir, Yüzüklerin Efendisi serisinde “yüzük tayfları” vardır diğer adıyla Nazgullar. Onların her şeyi yüzüğün varlığına bağlıdır. Onun için yaşar ve ölürler. İşte yeni kurulan rejimin edebiyatçılarının rejimin banisi olan Atatürk’le ilişkisi de kurmaca bir hikaye olan Yüzüklerin Efendisi’ndeki Nazgullara benziyor. Bizim bahsetmek istediğimiz isim ise yıllar önce 1969 senesinde bugün ölen Behçet Kemal Çağlar.
1908 senesinde Erzincan’da dünyaya gelen Behçet Kemal’in ilk olarak adını duyurmasını sağlayan Çoban ve Ergenekon isimli tiyatro oyunlarındaki oyunculuğu oldu. Atatürk’ün çok beğendiği bu oyunlardaki oyunculuğu Behçet Kemal’in yükselişini de beraberinde getirdi.1 1935 senesinde Halkevleri müfettişi yapıldı ve görevi gereği Anadolu’yu dolaşarak inkılapları teftiş etti. Atatürk’ün isteği üzerine İngiltere’ye eğitim için gönderildi. Taha Toros bu olayı şöyle aktarıyor: “Behçet Kemal’e dönüp, ‘Şu sofraya bak ve bir şiir yaz’ der. Behçet Kemal hemen bir şiir yazıp okur. Şiirden çok duygulanan Atatürk, yerinden doğrulup genç şairi alnından öper. Behçet Kemal hemen bu öpüşü de şiirleştirir. Atatürk bundan sonra çevresine dönerek ‘Bu genci İngiltere’ye gönderelim. Orada İngiliz edipleriyle tanışsın ve iyi bir şair olarak yurda dönsün’ der.”
Atatürk’ün alnına kondurduğu öpücüğe bile şiir yazan Behçet Kemal şairlik hayatı da Atatürk’e yazdığı şiirlerle geçti. Atatürk şiirleri antolojisi içerisinde en öndeki isimlerden birisi olan Behçet Kemal, en iğrenç şiirleri de yazdı. Atatürk için yazılan ezan ve mevlit bunların en bilinenleridir.
Atatürk ekber! / Atatürk ekber! / Ancak o var Atatürk! / Evliya odur, / Peygamber odur, / Sanatkâr Atatürk. / Talihe hâkim, / Zekâya önder, / Doğma serdar Atatürk. / Bunları geçti insan büyüğü: / Kendi kadar Atatürk! / Atatürk ekber! / Atatürk ekber…
Süleyman Çelebi’nin Vesîletü'n-necât isimli meşhur eserini vezninden kelimelerine kadar olduğu gibi kopyalayan Behçet Kemal, Atatürk için bir de mevlid yazar: Mağra devri anda evler var idi / Türk yetişkin, başkalar barbar idi. / Hak Teala çün yarattı Türk'ü ilk / Dedi, 'Üç kıta da olsun ona mülk.' / Mustafa nurunu alnına koydu, / 'Bil! Kemal'in nurudur, ol nur!' dedi." / Bir alından bir alına kaydı ol nur/ Cengiz'in Timur'un alnındaydı ol / Ger dilesiz, bulasız oddan necat, / Mustafa-yı ba-Kemal'e essalat!" / Ol Zübeyde, Mustafâ'nın ânesi / Ol sedeften doğdu ol dürdânesi! / Gün gelip oldu Rızâ'dan hâmile / Vakt erişti hafta ve eyyâm ile. / Mustafa'nın gelmesi oldu yakin, / Çok alâmetler belirdi gelmeden. / Der Zübeyde çünkü vakt oldu tamam, / Kim vücude gele ol hayrülenam. / Geçti böyle, nice ay nice sene / Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.
Tabi ki bu yazdıklarının karşılığı da kendisine verildi. Milletvekillikleri başta olmak üzere devletin her kademesinde memuriyet görevi alan Behçet Kemal rejimin en azılı kalemlerinden birisi oldu. Kendisine buna karşı verilen bir başka görev ise 10. Yıl Marşı’nı yazmaktır. Hocası Faruk Nafız Çamlıbel ile birlikte yazdıkları 10.Yıl Marşı’na Cemal Reşit Rey tarafından yapılan beste on yıllardır Türkiye’de yaşayan herkesin kulaklarını ve zihnini tırmalamaya devam ediyor.
CHP'nin 1947'de düzenlediği Piyes Yarışması'nı Necip Fazıl kazandığı için Behçet Kemal'in baskısıyla yarışma iptal ettirilmiştir.2 1949 senesinde İnönü artık tek parti rejiminin devam edegeldiği şekilde varlığını sürdüremeyeceğini anlayınca bir takım tavizler verir. Bunların başında da ilahiyat kökenli Şemseddin Günaltay’ın Başbakanlık makamına getirilmesi vardır. Buna itiraz eden isimlerin en önünde ise Behçet Kemal vardır. Bu kadarı bile onun için yeterlidir. Atatürk inkılaplarına ihanet edildiği için partisinden ve milletvekilliğinden istifa eder. Bugünkü siyasi durumda Kemalizm'le barışalım veya orta yolu bulalım sözlerinin anlamsızlığını göstermesi açısından da Behçet Kemal'in "kararlılığını" vurgulamak gerekiyor!
Hiçbir estetik kaygı bulunmayan şiirleri tamamen yaşatmak için yaşadığı Atatürk devrimleri için yazılmıştı. İdeolojik olarak araçsallaştırıldığı için bunlara şiir bile demenin imkânı yoktur aslında. Atilla İlhan gibi ortalama bir şair bile onun hakkında şöyle diyor: "Canı şiir okumak isteyince Behçet Kemal'i okuyana rastladınız mı? Ben hiç rastlamadım. Rahmetli heyecanlı adamdı, İnönü Atatürkçülüğüne bağlanmış bir kere, şiiri en bayağısından siyasal bir propagandanın aracı sanırdı, bir de adam putlaştırmanın! Bizim kuşağın solcuları hiç sevmezlerdi.”3
Behçet Kemal Çağlar ve benzeri edebiyatçıların ortak özelliği Atatürk’ü ilahlaştırma eğilimleridir. Edip Ayel açık açık Atatürk için tanrı nitelemesini yapmaktadır.4 Ona kutsiyet atfederek yeni kurulan rejim için sanki yeni bir din inşa etme gayretinde gibi gözükmektedirler. Türklüğü biçilen yeni din Kemalizm onun tanrısı ise Atatürk’tür. Evrenle bir tutulan tanrı imgesi bu dinde Atatürk’le anlam kazanarak panteistik bir yapı arz eder. Behçet Kemal’in dini kültüre belirli bir oranda hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Kuran’ı Kerim’den İlhamlar isimli şiir kitabında ayeti kerimelere kendince yorumlar getirerek Türkçeleştirme ve sadeleştirme gayretine girişmiştir. Bizce açık hadsizliğin göstergesi olan bu “şiirleri” alıntılamayı gerekli görmüyoruz. Onun yerine İzinde isimli eserinden birkaç dize almak gerekirse: Kaç yıldır Türkçe’ydi Tanrı’nın dili; / İnsana ne ilâh ne de sevgili / Ne de ana-baba aratıyordu: / He an yaratıyor, yaratıyordu. / Birlikte gönüller ona imanda, / O ateş yanardı her damla kanda, / Yolumuzda öncü, ışık, hızdı o, / Elimizden tutan babamızdı o, / Ana şefkatiyle seven ilk erdi, / Damarlarda kandı, gözlerde ferdi, / Tekti, hepimizdi, bizdendi, bizdi, / O bizim başımızdı her şeyimizdi…
Bir diğer husus ise Behçet Kemal’in varlığını adadığı rejimin darbeleridir. Behçet Kemal 27 Mayıs Darbesi için çağrılar yapmış ve Yassıada’daki mahkumlar hakkında hazırlanan belgesellerin seslendirmesiyle ilgilenmiştir. Sisteme ve Kemalizm’e öylesine bağlıdır ki askeri göreve çağırma geleneğinin temellerini atmıştır bile denilebilir. 23 Mayıs 1960'ta orduyu ihtilale çağıran şiiri şöyledir: Atatürk’e bağışlarken ben seni / Süt damarım sızılıyor Mehmedim / Bir meydanda yüz kişiye kıyanlar / Arslan ini size kalmaz çıyanlar / Mezarından doğrulup ta boğacak / Esvabıyîa gömdüğünüz civanlar / Canım seni arzuluyor Mehmedim / Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim / Benden emmiyenler bile öz oğlum. / Süt damarım sızılıyor Mehmedim / Mehmet Mehmet ahiretten konuş gel / Atatürk’le şehitlerle tutuş gel / Bir tek umut sende kaldı amanın / Türk ordusu, Türk ordusu yetiş gel … 10. Yıl Marşı’nı beraber yazdığı Faruk Nafiz ise Yassıada’da yargılanan isimlerden birisidir. Bir yıla yakın süren tutukluluğundan sonra serbest kalacaktır. Faruk Nafiz, Yassıada için şunlara söylemektedir: Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri, / Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada. / Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür; / Mavi bir gölde elem katrasıdır Yassıada. Behçet Kemal’in rejim söz konusu olduğunda ne kadar “gözü pek” olduğunu görmek için iki şiir arasındaki farka bakmak yeterli olacaktır herhalde.
Behçet Kemal için incelememizin başında kullandığımız Nazgul benzetmesi okuyucuya anlamsız gelebilir. Bu şekilde bir analoji kurmamızın sebebi, Nazgul tipinin aslında bir anlatıya denk düşmesinden ileri geliyor. Bağımlı varlıklar olan Nazgullar yaşatmaya ve güçlendirmeye çalıştıkları şey kadar değerlidirler. Onun ölümü bağımlılık ilişkisinin gereği olarak yaratığın da sonunu getirir. Yüzük bittiği zaman ona bağımlı olan Nazgullar da yok olup gider yani. Bugün Behçet Kemal’in şiir kitapları doğru düzgün basılmıyor bile. Sadece bizim gibi eleştirisini yapmak isteyenler tarafından aranıp arşivlerden çıkartılıyor. Benzerliğin buradan kaynaklı olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu trajikomik durumun aslında geçerliliğini her zaman koruduğunu belirtmek lazım.
Behçet Kemal’in ölümü hakkında aktarılan bir rivayet ise gerçekten şaşırtıcı. Biraz menkıbe duyarlılığında olduğu için güvenilirliği hakkında bir şey söyleyemiyoruz. Ancak yaptığımız araştırmalarda aksi yönde bir iddia bulamadığımız için burada alıntılayarak bitiriyoruz. Behçet Kemal’in zaten yeterince kötü olan hikâyesi burada anlatıldığına göre daha kötü bir halde son buluyor. Tatlıcı Ali Öztaylan Efendi anlatıyor: ”Behçet Kemal Çağlar bir konferansta konuşma yapmak için Bandırma’ya geldiğinde Ali Efendi’nin dükkânındaki Osmanlı’ya dâir resim ve bazı hat yazılarını görünce: Buranın sâhibi Osmanlı hayrânı gâlibâ, şununla bir tanışalım, demiş. Ali Efendi’nin evine telefon açılmış ve Behçet Kemal’in bir grup muallim arkadaşıyla ziyârete gelmek istediği söylenmiş. Ali Efendi bir saat sonra gelebileceklerini söylemiş. Ancak içinde bazı endişeler de varmış. Gusül abdesti alıp beklemeye başlamış. Misâfirler gelip izzet ikrâm yapılmış. Ali Efendi’nin endişe ettiği gibi hakâretâmîz sözler de sarfedilmemiş, sohbete saygılı bir üslup hâkimmiş. Derken Ali Efendi: ‘Behçet Kemal Bey! Fakîr, ilk mektebi zor bitirmiş tahsili nâkıs bir insanım. Ancak zât-ı âlînizin birkaç şiiri hâfızamdadır. Onuncu yıl marşı isimli bir şiirinizde ‘On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan’ diyorsunuz. Bu ifâdeyi keşke yarattık değil de yetiştirdik deseydiniz. Yaratmak Allah’a mahsustur. Bu sözünüz gayretullaha dokunabilir’, demiş. Behçet Kemal: ‘Bu mevzûyu kapatalım,’ demiş, ancak bu cümleyi yaklaşık on kez tekrarlamış ve yarı cinnet hâlinde yere yuvarlanmış. Yere çarpmanın tesiriyle ağzından burnundan kanlar gelmiş. Arkadaşları onu götürmüşler. Ancak bu yarı cinnet hâli geçmemiş ve on gün kadar sonra ölmüş.”5
[1] “Halkevleri Müfettişliğim ve Doğu sınırlarında geçen askerliğim sayesinde Anayurdu köşe bucak dolaşabildim. Anayurt gibi Atatürk’ü de yakından tanımak talihim var; bazı mısraları sofrasında yazdığım oldu.” diyecek kadar Atatürk’e yakın bir isimdir.
[3] Attila İlhan, Böyle Bir Sevmek, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s.141.
[4] “Ey dertli saray! Kâbe mi oldun bize artık? / Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harabe / Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe / Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun / Türk ırkının en son ulu peygamberi oldun / Tutsak seni lâyık yüce Tanrı’yla müsavi / Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvi / Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses / İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!”
[5] Necdet Tosun, Derviş Keşkülü, Erkam Yayınları, s. 192-193