HAKSÖZ HABER
Murat Belge ve Birikim ekibi Erdoğan karşıtı cepheyi tahkim etmek üzere acayip bir seferberlik başlatmış. İş öyle bir noktaya gelmiş ki Kemalist Tek Parti dönemi ve askeri darbe süreçleri bile Erdoğan'ın ülke ve topluma verdiği zararın yanında masum kalır, söylemine kilitlenmiş durumda.
Liberal-sol, Gezi olaylarıyla birlikte tutulduğu devrim hülyasını 14 Mayıs'ta yakalayabileceğine cidden inanmaya başlamış. Siyasi tarihi çarpıtıp metamorfoza maruz bırakmak, serbest ve şeffaf seçimlerle sandığa yansıyan halkın iradesini "seçimli diktatörlük" olarak tanımlamak gibi zihinsel ve ahlaki sefaletler paçalarından akmaya başlamış yine.
Muhafazakar-demokrat AK Parti iktidarına medya zemininde ve kimi uluslararası platformlarda destek verip istediği gibi manipüle edebileceğini zanneden liberal-demokrat aktörler Fethullahçı kadroların giriştikleri bürokratik müdahalelerin boşa çıkarılmasıyla birlikte uzun bir süredir Kemalizm’e, askeri darbe süreçlerine, militarist teamüllere ilişkin geçmişte yaptıkları eleştirilerden pişmanlıklar belirtmeye başladılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 15 Temmuz sürecine giden ve akabinde sergilediği kimi siyasal söylem ve tavırların eleştirilecek elbette epeyce yanı bulunuyor. Lakin meseleyi Erdoğan'ın psikolojisine ve şahsi iktidar tutkusuna indirgeyerek izaha kalkışmanın ne denli çirkin bir kara-propaganda olduğu da aşikâr. Çözüm sürecinin PKK ve HDP tarafından nasıl sabote edildiğini, Çözüm Süreci'nin sabote edilmesiyle birlikte Suriye'deki sürecin Amerika ve Rusya marifetiyle nasılda Esed rejiminin elini güçlendiren kirli bir kumpas olduğunu görmezden gelerek meseleyi Demirtaş'ın tutukluluğu üzerinden "Kürt düşmanlığı" şeklinde tasvir etmek ideolojik körlükten öteye kimi hastalıklara işaret ediyor.
CHP ve İYİ Parti'nin "iyi bir başlangıç" için "Türkiye'ye enerji ve güven kazandıracak" aktörler olarak lanse edilmesi ne Marksist çözümleme yöntemine ne de liberal harekete omuz verme sorumluluğuna uygun düşüyor...
Marksist ve Kemalist kadroların özellikle Amerika'nın küreselleşme politikalarına ve Avrupa Birliği'ne uyum süreci bağlamında konjonktürel gerekçelerle liberal-demokrat roller kesmesine gereğinden fazla anlamlar yükleyenler için yeni bir hayal kırıklığı vakti kapıda belirdi yine.
Murat Belge, AK Parti iktidarlarıyla askeri darbe süreçlerini kıyaslayarak askeri darbelerin Türkiye’ye daha az zarar verdiği kanaatine varmış. Hayırlı olsun! Şimdi ise darbe “ümitlerini” yitirdikleri için hükümeti seçimle devirmenin "zorunluluğuna" işaret eden yazılar kaleme alıyorlar… Seçimlere vurgu yapsa dahi bu isteğin hukuktan, adaletten güç aldığını söylemek safdillik olacaktır.
Belge’nin Birikim’de yayımlanan yazısının ilgili kısmı şöyle:
Seçim AKP ve Tayyip Erdoğan zihniyetini iktidardan uzaklaştıracak sonucu verirse bu Türkiye için çok önemli bir başlangıç olabilir. Türkiye, kuruluş koşullarının mahiyeti nedeniyle kendi silahlı kuvvetlerinden gelen bir askeri tehdit altında yaşayan bir toplumdu. Tarihin bu aşamasında bu tehdit zayıflamış gibi görünüyor. Ama 2000’li yılları askeri diktatörlük yerine “plebisiter diktatörlük” rejiminde geçirdik. “Askeri darbeler” olmuş ve topluma vakit kaybettirmişti ama başka birçok yerde de gördüğümüz askeri diktatörlükler gibi uzamamış, derinlere sinen izler bırakmamıştı. AKP’nin yirmi küsur yıllık iktidarı “yarı-teokratik” bir plebisiter diktatörlüğün çok daha beter bir yönetim biçimi olduğunu gösterdi. Bu rejimi oylarıyla sona erdiren bir toplum olmayı başarmak, Türkiye’ye enerji ve kendine güven kazandıracaktır. Demokrasiyi, kuvvetler ayrılığı ilkesini şiddetle reddeden, yargıyı iktidarın emir eri haline getiren keyfi tek-adamlık rejimi ile nereye varacağımızı, nasıl yol alacağımızı deneyimledik, yaşayarak öğrendik. Muhalefetin farklı dünya görüşlerine rağmen kurmayı başardığı “demokratik konsensüs” Türkiye için değerli bir kazanım oldu. Bunun boşa gitmesine izin vermemeliyiz. Bu, kendi başarımızı kendi elimizle sildiğimiz anlamına gelir. Şu anda muhalefet cephesini meydana getiren kadroların güçleri ve yeteneklerinin bu zorlu işleri yapmaya yeteceği kanısındayım.
Kemalist diktanın dayatmalarına karşı olduğu için AK Parti’yi uzun süre desteklemiş olan bazı seküler çevrelerin bugün içine düştükleri durum ideolojik konumlanışın dışavurumundan ibarettir. Kemalizm ile sorunlu gibi görünürken özünde Kemalizm’in değerler dünyasından neşet eden ideolojilerin paydaşları Batıcılığın militarist modernleşme öğretisine sıkı sıkıya sahip çıkıyorlar. Seçimle iş başı yapmış olan iktidara karşı askeri darbeleri tercih etmeleri de buradan kaynaklanıyor. "Muhalefet cephesini meydana getiren kadroların" şirin gösterilme çabası ırkçı tezviratların ve 90'ların karanlık isimlerinin göz ardı edilmesi ile mümkün oluyor. Bu noktada AK Parti'ye yapılacak eleştirilerin birebir aynılarını CHP ve İYİ Parti'ye yapmak mümkündür ancak ideolojik körlük buna izin vermez!
Batı’nın değerler dünyasını postulat olarak kabul edenler Kemalizm’in besleyip büyüttüğü kadrolardır. İşin özünde sağ, sol, liberal fark etmeksizin topyekûn bir cephe ile karşı karşıya olduğumuzu görmemiz lazımdır... Burada AK Parti’nin özellikle 15 Temmuz’dan sonra giderek artan yanlışlarını sahiplenmekten bahsetmiyoruz. İslamcı kadrolar bunları eleştirdi, eleştirmeye devam edecek. Ancak buradaki mesele Tanzimat’tan beri devam eden bir kavganın devamına dönüşmüştür. Bizlere askeri darbeleri çıkış yolu olarak gösteren seçkinci bir düşmanlıkla karşı karşıyayız… Memleketi yağmurdan kaçarken doluya tutulma akılsızlığına sürükleyecekler olanların işaret ettikleri düzeysizlik Türkiye’nin en kronik sorunlarından birisidir. Evet, Türkiye yine bir eşiktedir!