Kemalizmin Kerametlerini Keşfeden Muhafazakâr Demokrasi

KENAN ALPAY

Dolar kuru ve enflasyonun süratle yükselişi gibi Rusya ve İran’ın İdlip’e yönelik katliam hazırlıklarını hızlandırması da Türkiye’yi ciddi zorluklarla yüz yüze getiriyor. TL’nin değer kaybı son 14 yılın en yüksek seviyesi olan ve yüzde 17,90’a çıkan oranı artan enflasyonun başlıca nedeni olarak ifade ediliyor. Enflasyonla mücadele bahsi açılınca IMF’yle ilişkilerden ve özellikle de normalleşme için Amerika’yla üst düzey görüşmelerden sık sık bahis açılması tesadüf değil elbette. Diğer taraftan 7 Eylül’de Suriye için Tahran’da toplanacak zirvede Türkiye, Rusya ve İran’ın Astana Anlaşması’na en son ve ölümcül darbeyi vurmasını engellemek için daha çok ter dökecek.

Sıkışmışlık, diplomatik ve askeri gerilim, ekonomik daralma, geleceğe yönelik belirsizlik gibi musibetler sadece Türkiye’nin kapısına dayanmış değil elbette. Trump yönetimindeki Amerika bütün dünyayı alt üst eden ataklar yapıyorsa da bu hamlelerin kendi ülke ve devleti için de gün gün büyüyen bir tehdide tebdil ediyor. Avrupa Birliği ülkeleri Rusya’yla, İran’la, Türkiye’yle ilişkilerini geliştirerek Amerika tahdidini savuşturmak için çoktan kolları sıvadı bile.

Süper Teori, İlkel Pratik

Amerika’nın aleyhine inşa ettiği konjonktürü avantaja çevirmek üzere Türkiye de Avrupa Birliği’yle daha yumuşak ve hem iktisadi açıdan hem de diplomatik-askeri açıdan güvenilir ilişkiler kurmanın yollarını zorluyor. Bu çabalar belli bir oranda karşılık buluyor. Mesela Rusya ve İran’ın İdlip’e yönelik hızlandırdığı katliam hazırlıklarına zayıf kalsa bile Türkiye’yle beraber AB de tepki gösteriyor ve engellemeye çalışıyor. Bu bağlamda Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin, AB Büyükelçiler Konferansı’nda yaptığı açılış konuşmasında, “İdlib’e olası bir saldırı zaten yeterince acı çekmiş halk üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Şu haftalarda bunu engellemek için elimizden geleni yapmalıyız” ifadelerini hatırlamak gerekir.

Sahayı ve tarafları bilen bilmeyen, insanlıktan nasibini alan almayan pek çok kişinin İdlip özelinde Suriye’nin geleceğine dönük gelişmeleri tartıştığı bir vasatta ne yazık ki eğitim-öğretim meselesine ilişkin gelişmeler hemen hiç tartışılmıyor. Bir dönem Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı da yapan Prof. Dr. Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olarak atanmış olması belki de bu tartışmaların önünü kesiyor olabilir. Ziya Selçuk’un eğitim öğretim hususunda kariyer ve tecrübesi tartışılmayacak bir uzman oluşu, sakin ve kuşatıcı bir tarzla meseleleri tartışıyor oluşu siyaset ve toplum açısından Milli Eğitim’de yaşanan gelişmeler için “kaygı verecek adım atılmaz” duygusunu telkin ediyor gibi bir hava yaşanıyor. Hakikaten de Bakan Selçuk’un 2018-2019 eğitim öğretim yılı mesleki çalışma programı kapsamında öğretmenlere hitap ederken kurduğu cümlelerdeki bilimsel açıdan özgürlük ve ahlaki değerleri temel alan vurguları öğrenci ve öğretmenler için olduğu gibi veliler için de güven telkin ediyordu.

Bakan Selçuk “hükmedici bir öğretmen olmak yerine kolaylaştırıcı bir rehber olarak, öğretmeyi tercih edin” gibi tavsiyelerde bulunuyordu öğretmenlere. Tek tipleşmeye ve sabit bakış açısına itiraz ederek “biz Batıyız, Kuzeyiz, Güneyiz, Doğuyuz. Dört cepheye birden bakması gereken insanlarız. İyi eğitimi büyük binalar değil, iyi insanlar veriyor. Çocuğa gülümsemenin, merhametin adı aslında sanattır” diyordu mesela.

Oligarşik Törenlerde Keramet Aramak

Deneme tahtasına dönen sınav sisteminin değişimini değil eğitim sisteminin köklü bir biçimde değişim ve dönüşümünü konuşurken şöyle bir perspektif koyuyordu ortaya: “Sistemin tümüyle dönüştürülmesi gereken bir durumdan söz ediyorum. Türkiye’nin imkânları giderek artıyor. Bunu dönüştürmenin zihniyet kısmındayız. Eğer sizin katkınız, desteğiniz olursa zihniyetin dönüşmesi çok daha kısalacak. Bir soru sorma zaruretimiz var: Bizim dünyaya teklifimiz ne olacak? Bunun arayışı ve gayreti içindeyiz. Bilimi, toplumumuzun hayrı için kullanmak gerekliliği var.

Daha başka vurgularına da atıflar yapılabilir Bakan Selçuk’un ama maksat hâsıl olmuştur sanırım. Lakin konuşmalar, geleceğe yönelik ortaya koyulan paradigmal değişim dönüşüm planları, alınacak bütün kararları sakince tartışmaya açık olunduğuna yönelik verilen teminatlar pratikte yaşanan sıkıntıları önemsiz veya görülmez kılmıyordu elbette. 1 Eylül itibariyle Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Ne var bu yönetmelikte? Daha önce AK Parti Hükümetleri tarafından yönetmelikten çıkarılan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı ve 30 Ağustos Zafer Bayramı ‘Okullarda kutlanacak ulusal ve resmi bayramlar ile mahalli kurtuluş günleri' olarak yönetmeliğe yeniden eklendi. Yaşanan uzun ve gerilimli tartışmaların, toplumsal taleplerin ardından askeri vesayeti, okullarda kışla mantığını ve tek tipleştirmeyi temsil eden resmi bayram törenleri yönetmelikten çıkarılmış, milli bayramların okulda kutlanması okul yönetiminin inisiyatifine bırakılmıştı.

Geri dönüş sadece askeri vesayet artığı resmigeçit ve törenlerle sınırlı değil. Aynı süreçte

Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'te de geriye dönüş manasında birçok değişikliğe gidildi. ‘Yeni’ yönetmelikteki en dikkat çekici ‘gelişme’ ise Atatürkçülüğün öğretmenler kurullarında ve zümre öğretmenler toplantısında ele alınması!? Yönetmelikten iktibas edecek olursak mesele şu: “Atatürkçülükle ilgili konuların üzerinde durularak çalışmaların buna göre planlanması ile öğretim programlarının incelenmesi, programların çevre özellikleri de dikkate alınarak amacına ve içeriğine uygun olarak uygulanması, yıllık plan ve ders planlarının hazırlanması ve uygulanmasında konu ve kazanım ağırlıklarının dikkate alınması…”  

Milli Eğitim Bakanı Selçuk çok güzel konuşuyor, hoş ufuklar açıyor, geleceğe ışık tutuyor ama diğer taraftan Türkiye’nin eğitim öğretim sistemini kurtulmak üzere büyük bedeller ödediğimiz askeri vesayetin mantığına uygun bir forma tebdil etmek üzere toplumu rahatsız edici adımlar atıyor. Bu geriye dönüşü, askeri vesayetin tasallutu altındaki eğitim öğretim mantığını hortlatan adımları sadece Bakan Selçuk’a fatura etmek hakkaniyetli olmaz elbette. Son dönemde daha bir artan Kemalist ideoloji ve kadrolara bir takım gülücükler ve sempati mesajları göndererek muhafazakâr demokrasi siyasetindeki yalpalamaya dikkat etmek gerekiyor. Tarih ve tecrübeyle sabit olan hakikatlerden hiç kimsenin tereddüdü olmasın: Amerika ve Fethullahçı uzantılarına karşı siyasal ve toplumsal güvenceyi tepeden tırnağa askeri vesayeti temsil eden Kemalist ideoloji ve kadrolarda görmek (veya aramak) bedeli çok ağır bir tercih olur. Taktik bir plan dâhilinde ve kontrollü bir biçimde olsa dahi bürokratik oligarşiyi hortlatacak adımlar atmak sadece siyasi gelecek için değil ahlaki değerler için de devasa yıkımları tetikleyebilir.

Muhafazakâr demokrasinin kısa ve acıklı hikâyesi şu olmaz inşallah: “Az gittik, uz gittik nihayetinde Kemalist ideoloji ve temrinlerin büyük kerametlerini keşfettik.

Yeni Akit