Kemalizm’in Kâbusu: Atatürk’le Yüzleşmek

Bugün yayınlamaya başladığımız "Atatürk’le Yüzleşmek" adlı yazı dizisi Yılmaz Bilgen tarafından kaleme alınmıştır.

HAKSÖZ-HABER

Uzun süredir Mustafa Kemal Atatürk hakkında çalışma yapan gazeteci kardeşimiz Yılmaz Bilgen, kaleme aldığı uzunca bir araştırmayı yazı dizisi şeklinde sitemiz okuyucularıyla paylaşıyor. “Atatürk’le Yüzleşmek” üst başlığıyla yayınlayacağımız ve güncel bir dil ile kaleme alınmış çalışma, resmi ideoloji tarafından kutsanan “ulu önder”in kişiliği, söylemleri ve eylemlerine tarih ışığında ayna tutuyor. İlk bölümü ilginize sunuyoruz:

Atatürk’le Yüzleşmek -I-

Takdim

Yaklaşık beş yıldır Atatürk üzerine başta cumhuriyetin kayda değer tüm eserleri olmak üzere yazılmış hatıratları okumam ve yaşananları anlamaya çalışmamla birlikte ortaya ciddi bir Mustafa Kemal portresi çıktı. Güncel siyasi gelişmeler ve son Mısır sendromuyla birlikte detaydan çok tahribatın asli kaynağı ile hesaplaşılması gerektiğini, en azından hakikatin kitleler nezdinde doğru anlaşılması sağlanmadan detayların bizi aynı döngüye mahkum edeceğini görmemiz gerekmektedir. Cumhuriyetin erken dönemine dair yaşanmışlığın can yakan, hayat karartan realitesine mercek tutmaya çalıştığımız bu yazı dizisinin bilincimizi bileylemesi ve geçmişin karanlık yüzlerinin ve eylemlerinin daha iyi anlaşılması adına katkı sunmasını temenni ediyorum.

Alışılageldiği üzere böyle bir yazı dizisinin başında, ortasında ve sonuç faslında, Mustafa Kemal Atatürk’ün dehasına, onun, tarihin kaydettiği ender bir siyaset, sanat, savaş, hitabet, ideoloji, aksiyon, aşk, idare, irade, sabır, zeka, sistem, strateji adamı olduğuna ve tüm güzel vasıflara sahip olduğuna dönük övgüler dizmek şarttır. Yazdıklarınızın meşruiyeti ve kazancınızın çok boyutluluğu buna bağlıdır. Tersinden bakılınca da linç edilmemeniz, geleceğinizin karartılmaması, hapishanelerde çürümemeniz, faili meçhullere kurban gitmemeniz ya da vatan haini olmamanız için de en akılcı (!) yol Atatürk’ün büyüklüğünü (!) tekrar ve yüceliğini (!) ikrardan geçmektedir.

Nitekim bugünkü bilgi buhranı da 1923 yılından bu yana apaçık gerçeklere dokunamamanın bakiyesidir.

Resmi algıda her şey Atatürk’le anlam bulmaktaydı. Ancak aynı oranda onunla ilgili oluşturulan giz bulutlarıyla da anlamını yitirmekteydi.

Bu gize dokunmak yakıcıydı. Ulaşılması imkansız olmayan bilgi ve belgelere dokunmak, yazmak, söylemek kodese, işkenceye ve daha fazlasına hazırlıklı olmayı gerektirmekteydi.

Tüm kazanımların merkezine Atatürk’ü yerleştirmekte bonkör davrananlar, onunla ilgili gerçeklerin (handikaplar) ortaya çıkmasında ise son derece cimriydiler. En basiti onun alkol bağımlılığını bile konuşmaktan herkesi men ettiler.

Mustafa Kemal’i apoletlerinden ve onu insan üstü hale getiren efsanelerden kopararak yapıp ettikleriyle gerçekçi biçimde anlatabilen kalem ve eser sayısının halen bir elin parmakları kadar bile olmaması bu durumun en açık göstergesidir.

Atatürk’le yüzleşmeyi elbette egemen (resmi) perspektiften hareketle yapabilmek ve hâkim ideolojinin geçmiş ve mevcut anlayışında görebilmek mümkün olmayacaktı.

Çünkü bu alan bilgiye değil mitoslara iman etmiş olmayı gerektirmektedir. Kurguladıkları olay ve kişileri, yegâne gerçeklik olarak bilinsin isteyen, kadrolu övücülerin dün ve bugün M. Kemal söz konusu olduğunda bilinen sloganları aşacak farklı bir söylem içine girmeleri söz konusu olamazdı.

Bu çevreler Turgut Özakman gibi profesyonel bir bilgi kirleticiye senaryo yazdırıp komedyen eskisi Hamdi Alkan’a hakikaten komik Atatürk filmleri yaptırmakla yetinmektedirler.

Küçücük hakikat kırıntılarını senaryoya dahil etti diye fanatik Atatürkçüleri isyan ettiren, Marksist-Kemalist kırması Can Dündar yapıtları da fiyaskodan öte bir içerik taşımamaktadır.

Kemalist ekâbir için Ata’yı anlamak onun sağlığında ve ölümünden sonra geçen bunca yıllık zaman zarfında abesle iştigaldi. Zira kesin ve yürekten bir bağla bağlanılan Atatürk ‘ilke ve inkılapları’ sorgulamayı değil her fırsatta ‘yüceltilmeyi’ gerektiren kutsiyet ve kıymete haizdi.

Kısaca yüzleşmeyle zaman kaybetmek yerine yüceltmek için seferber olmak her açıdan çok daha “kazançlıydı”. Hem de ortada sırıtan onca yaşanmışlığa rağmen.

Zaten ‘soy’ insan, prensiplerini statik birtakım nazariyelerden değil, dinamik olan hayatın kendi özünden itina ile derleyen bir dehaydı! Hatta fevkaldeha (deha ötesi) idi.

“Gazi konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalade güzeldi.” (Midhat Cemal Kuntay, “Gazinin Sofrasında”, Ayda Bir Dergisi, Sayı: 6, sf. 4, İstanbul, Kasım 1952)

Bu durumda geriye zaten sorgulanacak ve tetkike şayan ne kalıyordu ki?

Gelenekselleşen bu tutum M. Kemal muhaliflerini de bir biçimde etkilemiştir. Atatürk’ten ve icraatlarından nefret eden çevreler dahi M. Kemal gerçeğini kendi içlerinde fısıltıyla konuşurken uydurulmuş klişe efsane ve yalanları yüksek sesle haykırmaktadırlar. İslamcı, liberal, sosyalist vs bütün rejim muhalifi şahıs ve cemaatler meşruiyetlerini tasdik adına Kemalizm’e övgü dizmekte beis görmemektedir. İslamcı kanatta bir dönem Deccal diye bahsedilen M. Kemal kısa bir süre sonra basın yayın aracılığı ile kamuoyuna verilen mesajlarda sahiplenilmekte ve dahi komutan, milli kahraman olarak kutsanmaktadır. Sosyalistlerin ise bir dönem emperyalizmin uşağı dedikleri Atatürk aynı kişilerce bir müddet sonra ölümsüz bir ‘devrim’ kahramanına dönüştürülmekteydi.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

 

Yorum Analiz Haberleri

Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?