"Kemalizmin Enkazı: Seküler Radikalleşme"

İsmail Çağlar yazısında; 27 Nisan e-muhtırası, Gezi Parkı eylemleri ve 17-25 Aralık darbe girişimi gibi kalkışmaları örnek vererek "Eski Türkiye"yi koruma girişimlerini değerlendiriyor, "radikalleşen kitleler"e dikkat çekiyor.

Kemalizmin Enkazı: Seküler Radikalleşme - 02.04.2016

SETA İstanbul Genel Koordinatör Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. İsmail Çağlar / Star

Türkiye AK Parti döneminde büyük bir dönüşüm geçirirken, bu dönüşümle doğru orantılı meydan okumalarla ve krizlerle karşı karşıya kaldı. Dönüşüm sürecinde kendini yeniden üretmekten aciz Kemalist toplumsallık ve siyaset adeta metruk bir bina halini aldı. Bu süreçte yaşanan ve Yeni Türkiye siyaseti tarafından göğüslenen her bir meydan okuma ve kriz, günün sonunda metruk binanın taşıyıcı elemanlarına indirilen yıkıcı bir darbe oldu. 27 Nisan 2007’deki e-muhtıra süreci, 2013’teki Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ve 17-25 Aralık darbe girişimi terk edilen Kemalist toplumsallık ve siyasetin ayağa kalkma girişimleri olarak değerlendirilebilir. Ne var ki her üç girişim taşıdığını iddia ettiği “sivil” unsurlara rağmen, toplumsal alanda iddiası ile orantılı bir karşılık bulamadı. Neticede kısa süreli tahribatlarına rağmen orta ve uzun vadede esas darbeyi kendi başlangıç noktalarına indirdiler.

27 Nisan sürecinden murat edilen siyasi maslahat gayet açık ve netti: Devlet aygıtını sevk, idare ve tayin noktasında somut ve temsil noktasında sembolik (törensel değil) bir öneme sahip Cumhurbaşkanlığı kurumunu Yeni Türkiye siyasetinin ve aktörlerinin etkisine karşı koruma altına almak. Bu zorba amaç kalp (sahte, aldatıcı) sivil bir zırh ile perdelenmiş, kitleler “Ne Şeriat Ne Darbe, Tam Bağımsız Türkiye” sloganı etrafında mobilize edilmişti. Sürecin içerisinde Türkiye’nin sivil cumhurbaşkanı seçme fırsatı geciktirilse bile akamete uğratılamadı. Burada kritik olan nokta sivil cumhurbaşkanı seçme fırsatını geciktiren etkenin kalp-sivil kitle protestoları değil zorba karakteri ayan beyan ortada olan bürokratik müdahaleler olmasıdır: Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı ve Genelkurmay’ın 27 Nisan e-muhtırası. Böylece Kemalist toplumsal hareketlilik umutları boşa çıktı ve sonuç vermedi.

Gezi Parkı Şiddet Eylemleri de benzer bir kalp-sivil motife sahipti. Yeni Türkiye hedefini zorbaca metotlarla durdurmaya çalışan süreç bu defa kent ve çevre duyarlılığı perdesinin arkasına saklandı. Meşhur ve meşum ifadede karşılığını apaçık bulduğu şekliyle mesele kesinlikle “üç beş ağaç meselesi” değildi. Tencere-tava gürültüsü bir müddet devam etse de, eylemlerin şiddet ve terör yüzü belirginleştikçe “Mustafa Kemal’in askerleri” sessiz sedasız ve mahcupça evlerine dönerek mezhepçi ve radikal sol çevreleri terk ettiler. Kent bostanları ekildi, mahalle forumları toplandı, boykot edilecek işletmeler listeleri yayınlandı, ekonomiyi durdurma planları yapıldı. Ancak ne temmuz ayının ortasında ekilen bostanlar mahsul verdi, ne mahalle forumları sonuca ulaştı ne de boykot devam edebildi; hayat tarzı ve konfor sahte duyarlılıklara galip geldi ve Taksim gençliği, bar eğlencesinin ardından ıslak hamburger kuyruğuna girmeye devam etti. Neticede ne şiddet ne de kalp-sivil seferberlik amacına ulaşamadı.

Paralel Yapı’yla Aynı Safta

17-25 Aralık girişimi çıkmadık cana bağlanan son umut oldu. Paralel Devlet Yapılanması’nın zorba amacı 17-25 Aralık’ta yolsuzluk gibi tüm toplum kesimlerinin hassas olduğu bir başka kalp-sivil paravan arkasından gerçekleştirilmeye çalışıldı. Kısıtlı cazibesini Gezi şiddeti esnasında iyiden iyiye kaybeden sosyal medya üzerinden hükümeti devirme hülyası gören seküler muhalefet, hedefe yaklaştığı zannı ağır bastıkça kendi kodlarını yitirdi. Tüm toplumsal ve siyasal iddiasından vazgeçerek tam da paralel devlet yapılanmasının mensuplarını formatladığı şekilde “gassalın önündeki meyyit gibi” Paralel Yapı’ya teslim oldu. Uzun yıllar Türkiye’nin İran olacağı paranoyasına kapılıp, Fethullah Gülen’in Humeyni’nin İran’a dönmesi gibi Türkiye’ye dönüp halife olacağından korkan seküler kesimler, Paralel Yapı’nın yanında saf tutarak paranoyalarını boşa çıkaran ve korktukları akıbete uğramalarını engelleyen Yeni Türkiye vizyonunun karşısında yer aldılar. “Ayakkabı kutularından çıkan para” kurgusu boşa çıkıp, 17-25 Aralık kumpası çöktükçe kalp-sivil yolsuzluk duyarlılığı yerini yasadışı ses kayıtlarının montajından medet uman bir çaresizliğe bıraktı. Türkiye’nin en eğitimli ve donanımlı kesimi olduğunu iddia eden seküler muhalefet, paralel devlet yapılanmasının sosyal medya meczuplarının uyuşturucu/uyutucu sedasına müptela olarak, ekran başında büyük turp nöbetine başladı. Nihayetinde kalp-sivil duyarlılık bir kez daha siyaset üretemedi ve sonuç alamadı.

İrrasyonalite Etkisi

Tüm bu süreçlerde artan kalp-sivil duyarlılık ve yükselen beklenti sonuçsuz kalarak, seküler kesimi bezgin, bitkin, umutsuz ancak öfkeden gözü dönmüş bir ruh haline hapsetmiştir. Bu ruh hali Türkiye’nin son günlerde karşı karşıya kaldığı terör saldırıları karşısında bu cenahtan gelen radikal ve irrasyonel tepkilerin ana nedenlerinden birini oluşturmaktadır. AK Parti iktidarını devirmeye her seferinde bir öncekinden çok daha fazla yaklaştığını zanneden kesimler, beklenen baharın bir türlü gelmemesinin çaresizliği karşısında terörden medet umma derecesinde bir radikalliğe savruldular. Tuttukları “sivil” ve “meşru” yollarından aldatıcılığını fark edemedikleri ölçüde, sivil ve meşru olandan ümitlerini kesmekte ve gayrı meşru olana yani teröre bel bağlamaktadırlar. Radikalleşme ve irrasyonalite karşılıklı olarak birbirini beslemekte ve seküler toplumsal kesimlere hâkim olmaktadır.

Mevcut radikalleşme ve irrasyonalite uçurumunda, Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan bazı aydınlar devlete “silah bırakma çağrısı” yapmakta, yıllar boyu Kemalist bürokrasinin sesi olmuş gazeteler Paralel Devlet Yapılanması’nın operasyonel araçlarına dönüşüp “gerilla” sözcülüğünden çekinmemekte, ülkenin en seçkinci kurumlarından birisi olan üniversite terör kampına dönüşüp hocaları “şiddetin özgürleştiriciliği” üzerine “akademik” yazılar yazmakta ve PKK liderlerinden Murat Karayılan dahi hendek siyasetinden nedamet getirmeye başlamışken, ana muhalefet partisinin lideri “Barikatları kuran arkadaşlar, kim yapıyorsa bilmiyoruz. Kaldırın onları.” türü açıklamalar ile siyaset yapma çabasına devam etmektedir.

Gelinen noktada Kemalizm Türkiye’deki miadını tamamen doldurmuş ve kendini yeniden üretemeyecek noktaya gelmiştir. Yeni Türkiye vizyonu sivil bir anayasa ve başkanlık ajandasıyla kurumsallaşmasını tamamlamanın arifesinde bulunmaktadır. Eski Türkiye’nin köhne ve terk edilmiş binası yıkılıp, Yeni Türkiye inşa edilmek üzeredir. Eski binayı ayakta tutmak üzere yapılan yığınak, 27 Nisan e-muhtırası, Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17-25 Aralık Darbe Girişimi vd. amacına ulaşamadığı gibi safraya dönüşerek yıkımı hızlandırmaktadır. Yıkılan Kemalizm ardında büyük bir radikalleşme enkazı bırakmaktadır. Kemalizm toplumsal olarak kendini yeniden üretme kabiliyetini yitirdikçe, daha da marjinalleşen ve radikalleşen kitleler yaratmaktadır.

AK Parti karşıtlığı adına teröre destek vermek şeklinde tezahür eden bu radikalleşme, ilerleyen süreçlerde daha da artıp tehlikeli boyutlara ulaşma riskini barındırmaktadır. Bu senaryo bazıları için olası gözükmeyebilir. Ancak radikalleşme eşiği bir kez dikey olarak aşıldığında, yatay düzlemde hat değiştirmek çok daha olasıdır. Son günlerde toplum olarak canımızı çok yakan terör eylemlerinin faillerine ve örgütlerin yakalanan mensuplarına bakıldığında, karşımıza farklı kimliklerinden dolayı toplumun marjinlerine itilmiş değil aksine toplumsal merkeze yakın, büyük şehirlerde üniversite okurken radikalleşmiş profiller çıkmaktadır.

Yeni Anayasa Fırsatı

Seküler radikalleşme eğilimini durdurmak için alınacak idarî, hukukî ve sosyal tedbirlerin yanında yeni anayasa süreci büyük bir fırsat olarak karşımızda durmaktadır. Öncelikle yeni anayasa süreci irrasyonalleşerek radikalleşen aktörleri tekrar siyasetin rasyonel sahasına, pazarlığa, müzakereye, uzlaşmaya ve taviz vermeye/almaya yönlendirecektir. İlk adımda kaybedilen rasyonel zemin tekrar kazanıldıktan sonra, radikalleşen seküler aktörler meşru yollardan siyasî tercihlerini kullanabildiklerinin farkına varacaktır. Siyasî failliklerinin meşru ve normal zeminini fark etmenin, yukarıda özetlenen süreçlerin ortaya çıkardığı öfke birikmesini de kontrol altına alması beklenebilir.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!