Alevilik, başı sonu belirsiz bir inanç olarak orta yerde duruyor. İbadeti ve itikadi ilkeleri alabildiğine müphem bu inanç ve pratik örgüsünün etnisiteden ne kadar bağımsız olduğu da mezhep mi ayrı bir din mi olduğu da bu sebeple daha çok tartışılacak.
Söz konusu Alevilik tartışmaları başka bazı tali amaçlar dışında elbette yükselen İslami hareketleri bloke etme niyetiyle Kemalizm kadar sol-sosyalist hareketler ve liberal çevreler açısından da kullanıma elverişli görüldüğü oranda gündemde tutuluyor. İlaveten bu tartışmaların Batı’nın, Batıdışı toplumları kontrol etmek üzere etnik-mezhebi ayrımlar üzerinden her dönem operasyonel kullanıma hazır hale getirildi. Bu operasyonel kullanımın sömürgecilik döneminden itibaren “doğu sorunu” gibi bir konseptte değerlendirildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.
Kemalizmin Yedeğindeki Sosyalizm ve Alevilik
Türkiye’de Kemalist ideoloji ve iktidar sınıflarını koruma ve kollama görevini İç Hizmet Kanunu 35. Madde’ye dayandırarak TSK yıllarca uhdesinde tuttu. Fakat bu koruma ve kollama vazifesini yürürlüğe sokabilmek için az da olsa toplumsal bir talep ve hareketliliğin kamuoyunda etkili olması için doğrudan veya dolaylı olarak kimi etnik-mezhebi veya ideolojik sınıfları devreye sokmayı ihmal etmedi.
Kemalist ideoloji ve iktidar sınıfları bekasını teminat altına almak için bir taraftan ordu, yargı, akademi ve medya üzerinden siyaset yürüttü. Diğer taraftan da Alevi ve sol-sosyalist kesimleri de toplumun yükselen İslami taleplerine karşı yedekte tuttu, sahadaki etkinliklerinden düzenli olarak imkân devşirdi.
Bu sebeple ne Alevilerin ne de sol-sosyalist hareketlerin devletin temel niteliği ve asli kadrolarıyla alakalı hiçbir dönem ciddi bir eleştiri veya hesaplaşması olmadı. Tersine gerek örgütlü Alevi kesimler gerekse sol-sosyalist hareketler bu hesaplaşmadan ısrarla kaçındılar. Çünkü hesaplaşma veya tutarlılık arayışı onların askeri darbelerin yanındaki, İslami kesimlerin karşısındaki pozisyonlarının gayrı meşru ve gayri ahlaki tercihini işaretleyecekti.
Devrimcilik de insan sevgisi de her iki kesim için basit ve çirkin bir maske olarak iş gördü uzun yıllar boyunca. Güya özgürlük ve eşitlik talebinin mümessili gibi ortalıkta arzı endam ettiler. Lakin asli misyonları devletin Müslüman toplum üzerindeki tahakkümüne toplumsal meşruiyet sağlamaktı. Buna dair sayılamayacak kadar örnek yaşadık.
Mesela siz hiç “eğitim öğretimdeki Kemalist şartlandırmaya son verilsin” diyen özgürlükçü sol-sosyalist örgüt veya aydın gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü laik-Kemalist şartlandırma bürokratik oligarşinin olduğu kadar Alevilerin ve sol-sosyalist hareketlerinde biricik dogmasıdır.
Siz hiç İslami çevrelerin dışında “her yere dikilen Mustafa Kemal heykelleri hem fetişizmin hem de faşizmin sembolüdür. İnsan ve toplumu bu çirkin tahakkümden kurtarmak için bürokratik oligarşiyi temsil eden Atatürk heykelleri kaldırılsın” gibi bir görüş işittiniz mi? Türkiye’deki Alevi çevreleri ve sol-sosyalist hareketleri göz önünde tutunca hayali bile komik. Komik çünkü Alevilerin de sol-sosyalist hareketlerinde ideolojik ve sınıfsal olarak Kemalizmle olan akrabalığı ve karşılıklı bağımlılığı çok güçlü. Öyle ki Kemalist vesayetin zayıflaması veya çökmesi demek hem Alevilik hem de sol-sosyalist siyaseti açısından sonun başlangıcı demektir.
Şikeli Muhalefet, Devletçi Siyaset
Özellikle 28 Şubat ve 27 Nisan sürecinde belirginlik kazanan askeri cuntalara eklemlenme siyasetinde Alevilik ve sol-sosyalist hareket adına kimler öne çıkmışsa aynıları Suriye’deki Baas-Esed cuntası adına Türkiye’de faaliyet göstermiştir. Yani Ergenekon-Balyoz gibi askeri cunta faaliyetleriyle Alevilik ve sol-sosyalist hareketin bekasını eşitleyenler Suriye’de de katliam ve yıkımları Nusayrilikle eşitleyip savunmuşlardır.
İdeolojik şartlanma ve İslam–Müslüman halk karşısında konumlanma itibariyle tecrübeyle sabittir ki, Türkiye’de Stalin’in Askerleri, Mustafa Kemal’in Askeri olmaya hiç ama hiç uzak değildir. Kolayca ve gönüllü olarak evrilirler oraya doğru. İlaveten cem evlerini dahi Kemalizmi tazim etmekle mükellef bir merkeze çevirenlerin hem Türkiye’de hem de Suriye’de Şebbiha kimliğinin gereklerini ifaya soyunması şaşırtıcı değildir.
Gezi Parkı vesilesiyle ortaya çıkan şiddet manzarası ile mümkün kılınmak istenen darbe havasıyla bu ittifak ayrıştırılamayacak kadar perçinlenmiştir. ABD ve İsrail’in, Suud ve Esed rejimin desteğiyle hayata geçirilen Mısır’daki askeri darbeyi sevgi ve saygıyla üstelik de imrenerek izleyen ve destekleyenlerin Türkiye’deki siyasi kimliklerine şöyle bir bakalım: Aydınlık-Sözcü-Cumhuriyet-BirGün-Sol-Evrensel çizgisinde değişik tonlardaki Kemalistler, Aleviler, sol-sosyalistler ve kimi liberaller.
Alevilik ve sol-sosyalist hareketler sadece itikadi-ideolojik yönüyle değil asıl olarak bu itikat ve ideolojinin inşa ettiği siyasi kimliğin tezahürü ve ilişki ağıyla analiz edilmeyi gerektiriyor.