Kenan ALPAY
Türk Ulus Kimliğine ve Orduya Sadakat
Yerleşik kurum ve kavramlara ilişkin tartışmalar her ne kadar istenen derinlik ve toplumsal yaygınlıkta değilse de artık ciddi bir süreç başladı.
Zulmü meşrulaştırmaya matuf söylemler yeni imajlar yüklenerek pazarlamak isteniyor. Ancak toplumsal bünyede derin ve kalıcı tahribatlar oluşturmuş laik-Türk ulusalcılık sistemini kısmi revizyonlarla iktidarda tutma gayretleri tam gaz devam ediyor.
Peki, Kemalist ideoloji ve kadroların başarı şansı var mı? Kolayca ve kestirmeden “hayır, vesayeti ayakta tutma imkânları yok!” demek yanıltıcı olur.
Ulusalcılığın Ilımlısı mı Radikali mi?
Birgül Ayman Güler’in Meclis’te Kürtçe savunma düzenlemesine ilişkin tartışmalarda sarf etmiş olduğu cümlelerin salt ‘ırkçılık’ üzerinden okunması ciddi bir yanılsamadır. Çünkü şimdilerde ‘ırkçılık’ hiç kimsenin sahiplenmediği hatta reddettiği lanetli bir ideoloji muamelesi görürken bütün günahlar Türk ulus kimliği ve devleti adına meşrulaştırılıyor. Dolayısıyla tartışmanın zemini ve çerçevesi ırkçılık değildir. Türkiye için asıl meseleyi çözümsüzlüğe terk etmenin yolu ulusal kimlik ve ulusal kimliğe hayatiyet kazandıran Kemalizm bağlamının dışında tutmaktan geçer.
Sistem çözümlemesini akamete uğratan birkaç örneğe bakınca durum daha net anlaşılabilir sanırım. Mesela İskilipli şehid Mehmet Atıf Hoca başta olmak üzere şapka giymeye muhalefet eden mazlumların hesabını sadece Kel Ali’den (Çetinkaya) sormakla iktifa edebilir miyiz? Oysa birileri tartışma ve itirazların önünü alamadıkları nihai noktada dahi Kel Ali ve başında bulunduğu İstiklal Mahkemeleri’nin Mustafa Kemal adına tetikçilik yapan, terör estiren bir cinayet şebekesi olduğunu görmezden gelmemizi istiyor.
Kel Ali’yi Mahkeme Reisi yapan, muhalifleri tepeleme göreviyle mahkemesini mücehhez kılan Türk ulus devletinin bekası adına Mustafa Kemal değil miydi? Evet oydu. Çünkü günün birinde Çankaya’da aşağılayıcı bir el hareketiyle yanına çağırdığı Kel Ali’ye “senin mahkemeyi yarından itibaren kapattım!” diyen de bu ulu önder ve yüce Türk ulus devleti kurgusuydu. Özetle durum şu: Devletin bekası ve Ulu Önder’in rızası Türk ulus kimliğine sıkı sıkıya ve kayıtsız şartsız sadakat duymayı gerektiriyor.
Dersim katliamı üzerine yapılan tartışmalarda da görülen benzer bir sapmadır. Sabiha Gökçen’den ibaret bir katliam algısı bir idrak yetersizliği midir yoksa ‘çarpılma korkusu’ mudur? Sabiha Gökçen’in içinde yer aldığı orduyu, ordunun başkomutanını, ordu ve başkomutanın toplumu ulus devlet fikriyatı adına silah zoruyla terbiye etme misyonunu örterek Dersim adına ağıtlar yakıp türküler söylemenin, siyasi tarih ve toplumsal temeller üzerine tahliller yapmak tam bir aldatmacadır. Siyasi tarihi aydınlatma adına karanlığa mahkûm etmektir.
Birgül Ayman Güler’in Meclis kürsüsünden Kürt halkını, kimliğini ve dilini aşağılayıp mahkûm eden kibri nereden kaynaklanıyor? Bu sapkın fikriyatı ve küstahlığı için kimden ve nereden cesaret alıyor? Kılıçdaroğlu’ndan değil herhalde. Türkçü-Atatürkçü siyasi teamülleri bilenler açısından Güler’in kabarık sicilinde yer alan meydanlardaki şeriat-İslam ve Meclis kürsüsündeki Kürt karşıtlığının garipsenecek bir yönü yok. Çünkü Kemalizm ancak Birgül Ayman Güler gibi bir kafa yapısını ve karakter üretebilir.
Kemalizmin hedefi Kel Ali, Sabiha Gökçen ve Birgül Ayman Güler gibi karakterler üretmektir. Bu karakter ve tipolojiyi tartışıp üreten mekanizmayı tartışma dışı bırakmak büyük bir yanılgı değilse nedir?