Kemalizm’e Karşı da Laiklik İlan Edilsin!

“Devletin merkezine yerleştirilmiş kemalizme karşı laiklik ilan edelim. Devlet himayesinden çıkaralım. Müntesipleri için de 10 Kasım’ı ‘millî ibadet günü’ ilan edelim!”

D. Mehmet Doğan, bazı okullarda Mustafa Kemal büstleri önünde gerçekleştirilen secdeli ayinleri değerlendirdiği yazısında Kemalist paradigma gerçeğiyle ilgili önemli tespitler yaparak dikkat çekici önerilerde bulundu.

D. Mehmet Doğan’ın Karar’da yayımlanan konuyla alakalı yazısı (14 Kasım 2019) şöyle:

“MİLLİ İBADET GÜNÜ”

Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok günü var. Bir gün de “millî ibadet günü” ilân edilsin. Millet ne yaptığını bilerek yapsın!

“Atatürk seni sevmek millî bir ibadettir” diyen, Atatürk öldüğünde başbakan olan Celâl Bayar’dır. Zamanında bu söz cilâlı bir laf olarak görülmüş olabilir. Fakat bu sözün “Atatürk kültü”nün oluşmasındaki rolü dikkatten kaçırılmamalıdır. Daha baştan, yani Anıtkabir mimarî yarışması sırasında “ibadet” kavramı etrafında bir yapı inşasının istendiği açıkça görülmektedir. “Kemalizm Türk’ün dini”dir başlıklı yazıda bu şartnameden birkaç satır aktarmıştım, burada tekrarına gerek görmüyorum.

Daha başlangıçta Atatürk’e daha önceki devlet başkanlarımızın mezarlarına benzer bir kabir yapılması düşünülmemiştir. Eğer öyle olsa idi, kabir tabiî olarak bir türbe olurdu. Türbe değil, “mozole” tercih edilmiştir. Bu yüzden Anıtkabir’de milletimizin bin küsur yıldır benimsediği dinin hiçbir belirtisine yer verilmemiştir.

Mozole, bilindiği gibi Karya kıralı için eşinin yaptırdığı anıt mezardır. Anıtkabir bu anıt mezarı andırır. Fakat daha çok Atina’daki tanrıça Athena’ya ithafen yapılan Partenon’a benzer. Neden Anıtkabir Ankara’nın sembolü olamıyor sorusunun cevabı şudur: Atina ile karışmaması için!

Anıtkabir faniler için yapılan türbelere değil, tanrılar için yapılan Yunan tapınaklarına benzetilmiştir. Bunun sathi bir benzerlik olmadığını, bu mekânın kutsal bir ibadet yeri olarak ziyaret edilmesinin murad edildiğini hem şartnameden, hem de yapının bugünkü durumundan çıkarmak zor değildir.

Anıtkabir, “Atatürk kültü”nün merkez mekânıdır. Fakat Türkiye’nin her yerinde bu kültü temsil eden heykeller, büstler vardır. Türkiye’de Atatürk heykellerini sırf heykel olarak görmek, yanlış sonuçlar verir.

Son 10 Kasım’da olup bitenleri seyrü temaşa etmişseniz, içiniz cızz etmiştir her halde… Bazı okullarda, küçücük yavrularımızın Atatürk resimlerinin önünde secdeye kapandıklarını gördüğünüzde içiniz cız etmedi ise, size söyleyecek hiçbir sözüm yoktur. Sözümüz bu manzaradan hicab duyanlaradır.

Elbette küçücük çocuklarımıza bir şey diyemeyiz. Onlar masumdur.

Peki kimdir onları bu şekle sokan öğretmenler? Kimdir bu müdürler, idareciler?

Bu hangi bakanlıktır?

Millî Eğitim Bakanlığı “millî ibadet bakanlığı” mıdır acaba?

Beyler, efendiler veya baylar! Hatta mösyöler, misterler!

Hanımlar, hanımefendiler veya bayanlar! Hatta madamlar, leydiler!

İki yüzlülüğün lüzumu yok. Doğru tesbit, doğru çözüme götürür. Bu manzaralar, meselenin Milli Eğitim’de düğümlendiğini gösteriyor.

Millî Eğitim ciddi bir zihniyet dönüşümü olmadan ıslah edilemez, yola sokulamaz.

İlk adım, inkılâp tarihi derslerini normalleştirmektir. İnkılâp tarihi tek başına inkılap tarihi değildir, çünkü bütün derslerde atatürkçülük konusu işlemek mecburidir. Dolaşımdaki bilgilerin hurafe katsayısı çok yüksektir.

Yakın tarihimiz doğru bilgilerle, objektif ve ilmi olarak öğretilmelidir. Milli Mücaadele’nin kişi merkezli anlatımı bırakılarak, milli iradenin rolü öne çıkarılarak ve Kemal Paşa ile birlikte Fevzi Paşa, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa gibi askerlerin yanında sivil kahramanların da hakkını teslim eden bir anlatım geliştirilmelidir.

Daha baştan Mustafa Kemal Paşa’nın Osmanlı Erkânı Harbiyesini, sadrazamını, padişahı atlatarak pusulasız bir gemiye binip Samsun’a çıktığı masalı bir kenara bırakmalıdır.

Millî Mücadele’de sadece Yunanlılarla savaştığımız, İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlarla bir çatışma olmadığı bilinmelidir. Antep, Urfa ve Maraş savunmaları Fransızlara karşı halk direnişidir.

Yunanistan’ın Anadolu’da sonuç alma ihtimali sorgulanmalıdır. Yunan kuvvetlerinin İzmir’e çıkarılması bir İngiliz operasyonudur. İngilizler ve müttefikleri Anadolu’yu ne kadar silahlı güçle kontrol edebilecekleri üzerine kafa yormuşlar ve 27 tümen askere ihtiyaç olduğu kanaatine varmışlardır. Bütün Yunan askeri gücü 14 tümendir! Yunanistanın bütün silahlı güçleri Anadolu’ya çıksa idi dahi, sonuç değişmeyecekti. Diğer mesele, Yunanistan’daki iktidar çatışmasıdır. Yunan kıralı Alman asıllı olduğu için 1. Dünya Savaşı’nda Alman blokunu desteklemiştir. Başbakan Venizelos ise İngiliz taraftarı olarak Selanik’te ayrı hükümet kurmuştur. Bu çatışma askeriyede de bölünmelere yol açmıştır.

İngilizlerin nasıl baştan sona İstanbul hükümetine desteklediği yanlış bilgi ise, Yunanistan’ı sonuna kadar desteklediği de yanlıştır. İstanbul hükümetinin Milli Mücadele’deki rolü de önemsiz değilir. Batı Anadolu’da Osmanlı Genel kurmayı direnişi desteklemiş, Kuva-yı Milliye’nin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamıştır. Zafere ulaştıktan sonra Lozan Konferansının “Yakın Şark İşleri Konferansı” olduğu hatırlanmalı ve elde edilen sonuçla birlikte daha sonra cereyan edenlerin batı emperyalizminin oluşturduğu dünya düzeni ile uyumluluk ilişkisi içinde gerçekleştirildiği bilinmelidir.

Eğer bu konular doğru, ilmi ve objektif olarak öğretilmezse bu hurafelere bulanmış tarihten “milli ibadet günü” çıkar ki bu kemalizmin kültleşmesi, dinleşmesidir.

Gelin doğrusunu söyleyelim: Devletin merkezine yerleştirilmiş kemalizme karşı laiklik ilan edelim. Devlet himayesinden çıkaralım. Müntesipleri için de 10 Kasım’ı “millî ibadet günü” ilan edelim!

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!