Bilindiği üzere, Mustafa Kemal’in fikir babası olan Auguste Comte, dine karşı çıkmış, ilerlemeci tarih anlayışıyla dinlerin devrinin kapandığını ve en ileri aşama olan pozitivizme ulaşıldığını iddia etmiştir. Pozitivist felsefenin kurucularından olan Auguste Comte, kendi ürettiği bu seküler düşünceyi, daha sonra ilahı insan olan bir din olarak niteleyip adına “insanlık dini” diyerek, büyük bir çelişki yaşamış, ilahi dinden kaçarken ilahı kendisi olan dine sığınmıştır.1 Pozitivizmin önderlerinin, dine, ilahi olana, kutsala savaş açarak oluşturdukları felsefelerini ve beşeri düşüncelerini kutsallaştırmak, hatta “insanlık dini” adı altında dinleştirmek çelişkisine sürüklendikleri gibi, onları taklit eden Kemalistler de, dine, ilahi olana, kutsala savaş açarak oluşturdukları Kemalizm’i kutsallaştırıp “din” olarak takdim etmekten, seküler sahte kutsallar üretip, Mustafa Kemal’i ilahlaştırmaktan, “türbelere” savaş açtıkları, yasakladıkları halde, tarihin en büyük tapınak kabirlerinden birini inşa ederek, türbe ziyaretini ve türbeye dert yanıp, taleplerde bulunmayı resmileştirme çelişkisine sürüklenmekten kurtulamamışlardır.
Batıdan taklit edilen ulusalcılık ve laiklik bir din gibi kurgulanıp, modernitenin seküler değerleri ve ulus devlet, kutsal ilan edilip putlaştırılmıştır. Laik Kemalizm ve ulusalcılık İslam ve ümmet bilinci yerine ikame edilince de İslam ve ümmetçilik, kırmızı kitaplarda irtica adı altında birinci öncelikli tehdit ve düşman kategorisine sokulmuştur. Yaklaşık 85 yıldır askeri ve sivil eğitimde, tüm kültür müesseseleri ve medyada, sürekli bu resmi dinin propagandası yapılmış, bu resmi dinin ayinleri mahiyetindeki törenlere de bütün toplum katılmak zorunda bırakılmıştır. Toprak, vatan, ulusal bayrak, ulusal marş, ulusal sınırlar, anıtkabir, bu ulusal dinin seküler kutsalları kabul edilmiştir. Vatandaşlar bu seküler dinin mü’minleri olmak zorunda bırakılarak, bütün hayat alanlarında ve ömür boyu bu dinin kutsallarına tazime zorlanmışlardır. Başta okullar, kışlalar, resmi, kurumlar olmak üzere bütün vatan sathı da bu seküler dinin tapınakları haline getirilmiş, resmi törenler, resmi bayram ve yas günleri, ulusal marş ve bayrak törenleri de bu dinin ayinleri olarak bütün topluma dayatılmıştır.
Özgürlük Hediye Edilmez, Ancak Bedeli Ödenerek Fethedilir
Bilmeliyiz ki, yaşanan bu büyük zulmü kanıksayarak, kendilerine ve çocuklarına yönelik bunca kuşatmayı, dayatmayı, baskı ve yasakları sorgulamayı, bunlara itiraz etmeyi ve temel hak ve özgürlüklerini talep etmeyi başaramayan, zulme dayalı bu statükoyu değiştirme iradesini göstermek yerine, pasif, silik ve edilgen bir tutumla egemenlerin “lütfettikleri”yle yetinen toplumların özgürleşmesi mümkün değildir. Zulmedenlerin, yaptıkları zulümden nadim olup, gasp ettikleri hak ve özgürlükleri kendiliğinden, zulme rıza gösteren kitlelere armağan olarak iade ettikleri hiç görülmemiştir. Bu bakımdan, despot oligarşinin arzu ve isteklerine göre dizayn edilmiş, sömürüye dayalı düzene uyumlu ve itaatkâr vatandaşlar yetiştirmeyi hedefleyen “zorunlu ideolojik eğitim”, “Kemalizm dinine zorunlu kulluk” kuşatmasını fark edip öncelikle bu temel sorunu çözmeye yönelik bir özgürlük mücadelesi vermek gerekmektedir.
Eğitim-öğretim faaliyetinin genel ve zorunlu bir devlet fonksiyonu olarak ortaya çıkması, kendi mahiyetinin zorunlu kıldığı bir “gelişme değildir. Kamu okulları sistemi esas itibariyle modern ulus devletin ideolojik bir aracıdır. Bu resmi ideolojiye göre, devlet toplum ve halk için değil, toplum ve halk devlet içindir. Kutsallaştırılıp ilahlaştırılan devlet, toplumun bir hizmet kurumu ve aracı olmaktan çıkarılıp, adeta toplumu var eden, onu yaşatan ve onun sahibi, maliki olan varlık konumuna oturtulmuştur. Halk işlerini ve hizmetini görsün diye bir devlet kurmamış, kendinden menkul varlık iddiasıyla devlet kendisine vergi versin, askerlik yapsın ve diğer hizmetlerde bulunsun diye bir halk, bir ulus oluşturmuştur. Devlet ve devlete hâkim oligarşi ve özellikle de ordu efendi, halk ise onlara hizmet etmek için var olan kölelerdir. Böyle bir anlayışa sahip olanlarca kutsal devlet aynı zamanda bir doğruluk referansıdır. Halkı için, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ancak devlet ve dolayısıyla devlete egemen olan oligarşi (asker-sivil bürokratlar ve TÜSİAD’cı sermayedarlar) bilmektedirler.
Egemenler, kurdukları sömürü ve zulüm düzenini ayakta tutmak için, bu sistemin mağdurlarını kendi çıkarlarını koruyacak biçimde yetiştirecek ideolojik zorunlu eğitimi bir araç olarak kullanıyorlar. Sonuçta da, mazlumlar zalimlerini ayakta tutan payandalar haline dönüştürülüyorlar. Bu tuzaktan kurtulup, özgürleşmenin yolu, bütün insanların yaratıcısı olarak, bütün insanların hukukunu en adil bir biçimde gözeten Allah’ın hükümlerini ve fıtri insani erdemleri belirleyici kılan bir sistemi kurmaktan geçer. Ancak böyle adil bir sisteme müstahak olmak için de, zulme rıza göstermeden, elindeki imkânları ve var olan potansiyeli zulmü geriletmek için seferber eden bir direniş bilincini kuşanmak ve bu bilinci sosyalleştirecek hikmetli çabalar ortaya koymak gerekmektedir. Vahyin ölçüleri içinde ve Mekke’deki ilk Kur’an neslini model olarak almak suretiyle, vakıaya teslim olma zilleti yerine, vakıayı aşma ve dönüştürme iradesini kuşanmak gerekmektedir. Her türlü “rucz”dan ( başta şirk olmak üzere her türlü cahili pisliklerden) arınmayı ve cahiliye sisteminin önderlerini ve kutsallarını değil, yalnız Allah’ın ismini yüceltmeyi esas almak ve cahiliyeden tevhide hicret bilincini hayatın bütün alanlarına yayma mücadelesi vermek ve bu mücadeleye süreklilik kazandırmak gerekmektedir.2
Gerçek adalet sistemine ulaşmadan önce, mevcut sistem içinde görece bir özgürleşme ve adalet vasatına ulaşabilmek ve özgür bir eğitim sisteminde şahsiyetleri ve fıtratları korunmuş özgür nesiller yetiştirebilmek için, eğitimin öncelikle resmi ideoloji tahakkümünden kurtarılıp temel insan hakları zeminine oturtulması, askeri vesayet ve militarizmden soyutlanıp sivilleştirilmesi gerekmektedir. Sivillerin askeri bir kültürle ve askerler tarafından eğitildiği bir toplum militarize olmaktan, bağnaz, taassup ehli, dar ufuklu ve sığ düşünceli olmaktan kurtulamaz. Bu sebeple, fıtrata yönelik baskıların kalktığı, şahsiyetleri askeri ve ideolojik kalıplarla öğütmeye yönelik faşist dayatmaların son bulduğu özgür ortamlarda, insanın kendine ve Rabbine yabancılaşmaktan kurtarılarak, imtihan dünyasında kendini özgürce gerçekleştirebilmesinin önü açılmalıdır. Eğitim, askeri ölçülerle kuşatılmış dar ufuklu bireyler ve ideolojik bağnazlıkla malül niteliksiz, şahsiyetleri öğütülmüş nesiller yetiştirmeyi değil, fıtratı (yaradılıştaki temizliği) koruyup geliştirerek “iyi insan” yetiştirmeyi hedeflemelidir. Böyle bir eğitim vasatına kavuşabilmenin ve çocuklarımıza hiç değilse şimdilik nefes aldıracak görece özgür vasatlara ulaşabilmenin ilk adımı ise, zulmü, zorbalığı ve ideolojik dayatmayı esas alan vakıaya teslim olmamak, elindeki güç ve imkan kadar da olsa itiraz etme, muhalefet etme, sorgulama bilinciyle harekete geçmek, hak ve özgürlüklerimizi her fırsatta gündemleştirmek, zulmü ve zalimleri de teşhir etmek olmalıdır.
Bu bağlamda, hiç değilse, eğitim üzerindeki asker baskısına, ideolojik kuşatmaya ve müfredattaki militarizme son verilmesini, Kemalizm dininin amentüsü gibi dayatılan “and içme”, resmi tören şövenizmi ve Milli Güvenlik Derslerinin kaldırılmasını talep etmekle başlamalıyız. Toplumdaki farklılıkları doğal karşılayan, resmi ideoloji dayatmayan özgür eğitim şartlarının hazırlanmasını gündemleştirmeliyiz. Allah’ın ayetlerinden olan ana dillerde eğitimin serbest bırakılması ve insanların kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırılması gerektiğini topluma anlatmalıyız.
Bu ülkenin insanları olarak onurumuza ve değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bu gidişe artık dur diyen onurlu bir itirazı yükseltip yaygınlaştırmalıyız. Hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmalı, hiç kimsenin insafına terk etmemeliyiz. Bu ülke hepimizin ülkesidir ve burada yaşayan insanlar olarak, hangi düşünce ve dinin müntesipleri olursak olalım kendi ülkemizde özgürce ve insanca yaşamak her birimizin en temel hakkımızdır. Hiç kimse ve hiçbir kurum üzerimizde efendi değildir. Birilerinin ülkemizin asıl sahipleri ve bizlerin efendileri gibi davranmasına asla müsaade etmemeliyiz. Bu sebeple, kendimize ve çocuklarımıza ideoloji ya da din dayatılmasına, asla rıza göstermemeliyiz. Devlet dâhil hiçbir kurum ve gücün, nasıl düşüneceğimizi, nasıl, neye ve ne kadar inanacağımızı, nasıl yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi ve çocuklarımızı nasıl bir eğitime tabi tutacağımızı belirleme yetkisinin olmadığını ve böyle bir zulme asla rıza göstermeyeceğimizi en güçlü biçimde haykırmalıyız. Gücümüz yettiği kadar yerine getirmekle mükellef olduğumuz böylesine önemli imani ve insani bir sorumluluğumuzu, ertelememek gerektiğini idrak etmeliyiz. Hiç değilse sivil itirazlar ve boykot gibi tavırlar koyabilme imkânlarımız varken, en küçük bir riski göğüslemekten ve basit bazı bedelleri ödemekten bile kaçınarak, çocuklarımızı şirk dininin ritüellerine ve akıdesine terk ederek, bu büyük zulmü kanıksayarak mücadeleyi ertelemenin, hangi maslahatla olursa olsun mü’min şahsiyetlere yakışmayacağını unutmamalıyız.
Çocuklarımızı ateşten koruyucu tedbirleri almalıyız
Yaşanan büyük gözaltı, militarist kuşatma ve ideolojik baskı ortamında, bir yandan gerek kanuni zorlamalardan dolayı, gerekse alternatifimiz bulunmadığı için, çocuklarımızı sistemin okullarına göndermek zorunda kalsak bile, bu okullarda yapılmakta olan tahribatı karşılayıp etkisizleştirecek, ya da hiç olmazsa tesirini azaltıp, zamanla nötralize edecek tarzda bir yönlendirmede bulunmalı, bu anlamda çocuklarımızı ve aldıkları eğitimi yakından takip edip, onlara yansıtılanları, yaşatılanları paylaşıp, körpe, temiz ve masum zihinlerine yönelik bu vahşi işgali, defetmelerini kolaylaştıracak destekler vermeliyiz. Vahiy kaynaklı sahih bilgi ve bilinci kazandırmayı, kendi öz kimlik değerleriyle çocuğumuzu teçhiz etmeyi asla ihmal etmemeliyiz. Bilmeliyiz ki, aile her zaman eğitimin bir numaralı ocağı olmak zorundadır. Bu sebeple evlerimiz, Kur’an eğitiminin en önemli merkezleri, çocuklarımıza sahih bilginin ve furkanın kazandırıldığı, kitabın ve hikmetin öğretildiği mektepler haline gelmelidir. Çocukların körpe zihin ve yüreklerinin, sık sık anti virüs taramasından geçirilmesinin ailelerin en büyük sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca bu amaçla, gerek okuldan, sokaktan, gerekse çevreden ve medyadan kaynaklanan kirlenmeyi izale edecek, arındıracak, doğru bilgi ve bilinçle takviye edip geliştirecek, alternatif eğitim, alternatif spor ve alternatif eğlence ortamları hazırlamalıyız. Çocuklarımızı kendileri gibi vahiy merkezli bir inanç ve kimlik tercihi olan kesimlerin çocuklarından oluşan ortamlarda, alternatif arkadaşlıklar, dostluklar kurmalarına ve özgün paradigmaları çerçevesindeki bu bilgi ve bilinç kazanma çabalarını birlikte yürütebilmelerine imkânlar, zeminler hazırlamalıyız.
Diğer taraftan, vahiyle sınırlanmamış devlet gücünün adil olmasının mümkün olmadığı ve vahyin denetiminden azade olan, halkına hizmeti değil, tahakkümü esas almış, insanı önce bireyselleştirip yalnızlaştırarak, sonra yabancılaştırıp, güçsüzleştirip, köleleştirerek acze düşürmüş, edilgenleştirip, esir almış modern ulus devletlerin elinden kurtulmak, özgürleşmek için mücadele etmeliyiz. Fesat ve zulmün kaynağı Modern ulus devletlerin, ellerine geçirdikleri iktidar gücüyle “ekini ve nesli ifsad ettikleri”3, insanın ve insani değerlerin çürüyüp tükenmesine yol açtıkları bilinci ile bu kontrolsüz gücün tahakküm, tasallut, tahribat ve zulmünden, kendimizi ve çocuklarımızı, dünyanın neresinde yaşıyorsak yaşayalım, korumak için ciddi, samimi ve süreklilik arz eden, fedakârca çabalar göstermeliyiz. En temel hak ve özgürlüklerimizi gasp ederek, bizi ve çocuklarımızı her yönden kuşatan bu güce karşı, dünyanın neresinde olursak olalım, itirazımızı yükseltmeliyiz.
Kemalistler, Atatürkçüler, laikler, ulusalcılar hevalarına uyarak önderlerini ve devletlerini ilahlaştırmak suretiyle onlara tapınacakları programlar, resmi törenler, eğitim projeleri gerçekleştirerek, kendi çocuklarını bunlara katabilir ve kendi çocuklarına bu ulusalcı laik dinin amentüsünü tekrarlatabilirler. Onların da, bizim de yaratıcımız ve hepimizi öldürüp hesaba çekecek tek güç olan Allah, imtihan sebebiyle verdiği irade serbestisiyle, ahirette hesabını sormak üzere, onlara, dünyada Rablerini inkâr özgürlüğünü tanımıştır.4 Ancak sorun, Kemalistlerin, ele geçirdikleri güç ve iktidarla azgınlaşarak, kendi tercihlerini, Kemalizmi benimsemeyen Müslümanlara ve diğer ideoloji ya da din müntesiplerine de dayatmalarından kaynaklanmaktadır. Biz Müslümanlar herkesin ve herkesimin temel hak ve özgürlüklerinin; ırk, renk, dil, din, ideoloji ayırt etmeden Allah’ın bütün kullarının, bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin en sahici ve samimi güvencesiyiz. Bu adil duruş, bizim imanımızın gereği ve sadece Allah’a kulluk sorumluluğumuzun icabı olan doğal bir sonuçtur. Çünkü biz Müslümanlar, “dinde zorlama olmadığına”5, insanlara zorla din kabul ettirmenin “katilden beter bir fitne” olduğuna inanıyoruz. Mü’minler olarak, yeryüzünde bu fitne kalkıp, insanların iradeleri üzerinde zorbaların ipotekleri yok edilene ve Allah’ın bütün kullarına, vahyi tebliğin karşısında kabul ya da redde dair kararlarını özgürce verebilecekleri adalet ve özgürlük vasatını sağlayana kadar zorbalık, zulüm ve fesadla mücadele etmekle sorumlu kılınmışız.6
Biz bugünkü sisteme de, Allah’ın bütün insanlara tanıdığı fıtri-insani temel hakları, İslami adalet sisteminde gayrimüslimlere tanınan hak ve özgürlükleri bize de tanıması gerektiğini ve bunun insani bir sorumluluk olduğunu söylüyoruz. Bu bağlamda eğitim sisteminin, ideolojilerden ve militarizmden arındırılarak özgürleştirilmesinin gerekliliğine vurgu yaparak, herkes için adalet ve özgürlük istiyoruz. Her kesimin vergileriyle finanse edilen eğitimin mümkün olduğunca nötr olması, insani ve fıtri erdemlerden oluşan ortak paydayı esas alması gerektiğini vurguluyoruz. Bu sebeple, din ve ideoloji derslerinin (İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik, laik ulusalcı Kemalizm, İslam’la ilişkisi olmadığını kendilerinin söylediği türden Alevi-Bektaşilik, sosyalizm, liberalizm vb) seçmeli ders olarak konulmasını ve bu derslerin program içeriğinin nasıl ve öğretmenin vasıflarının ne olması gerektiğini belirleme yetkisinin de ailelere bırakılmasını, çünkü çocukların devletin değil ailelerin olduğunu söylüyoruz. Üstelik bu son derece insani ve adil talebimiz, Türkiye’nin de altına imza ettiği uluslararası sözleşmelere göre de en temel hakkımız, bu hakkımızı ortadan kaldıran ideolojik dayatmalar ise en temel insan hakları ve hukuk ihlalidir. Gasp edilmiş bu hakkımızı almak üzere çaba göstermek ve bu büyük haksızlığa artık yeter diyebilmek için, neden ertelemeye gidelim, neden konjonktürü belirleyici kılan zamanlama tartışmalarına girelim?
Mekke’deki ilk Kur’an Neslinin örnekliği
Biz Müslümanlar olarak, başka dinlere tabi olmayı ve onların kutsallarına tazimde bulunmayı kabul edemeyiz ve ağır ikrah olmadıkça da bu tür tapınmalara, törenlere, programlara katılamayız. Rabbimiz, bu tür başka dinlerin tapınma merasimlerine ve Allah’ın ismi yerine başka isimlerin yüceltildiği ve Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği ya da alaya alındığı toplantı ve törenlere katılmamamızı ya da oralardaki bu tür sapkınlıklara itiraz etmemizi, aksini yaptığımız takdirde ise “tıpkı onlar gibi olacağımızı ve cehennemde de onlarla birlikte bir araya toplanacağımızı” bildirip uyarmakta ve izzetin, şerefin tamamının Allah’ın yanında olduğunu, müşriklerin yanında aranmaması gerektiği ikazını yapmaktadır.7 Allah biz mü’min kullarına, tağutlara tabi olmayı değil, tağutlara itaat ve ibadet etmekten kaçınıp, yalnız Allah’a kulluk, itaat ve ibadet etmeyi, yalnız Allah’a tazimde bulunmayı emretmeleri için Peygamberlerini gönderdiğini Mekki surelerde açıkça bildirmektedir.8
Rabbimiz, daha Mekke’de, mü’minlerin bir avuç ve son derece güçsüz oldukları dönemde bile bütün bunları, iman eden kullarından istemiş, o şerefli ilk nesil de, her şeye rağmen itaat ederek bu emirleri yerine getirmek üzere fedakârca cehd ve gayret göstermiştir. Üstelik onlar bir avuç mü’min olarak, kendileri yok edildiklerinde dinin sonraki nesillere intikalinde yaşanacak sorunları düşünerek, bu bağlamda kimi maslahatları gözeterek “daha temkinli davranalım ve Allah’ın üzerimize yüklediği sorumlulukları erteleyelim” diyebilirler, Rabbimiz de, o günü yönlendiren vahyini inzal ederken, bu anlamdaki emirlerini erteleyip, onları şirk sistemi karşısında zor durumda bırakacak ayetleri indirmeyebilirdi. Ama öyle olmadı ve Rabbimiz o ilk nesli, bütün çağlara örnek hale getirecek tarzda inşa ederken, içinde yaşadıkları cahiliye sisteminden ve cahiliye toplumundan ayrışmalarını sağlayacak, onlara, onların putlarına, tağutlara ve tağuti sistemlerine itaat ve tazimi yasaklayan, tam tersine itaatsizliğe ve ayrışmaya çağıran ayetlerini ardı ardına indirdi. Mekki surelerde onların mabudlarına, ilah edindiklerine itaat ve ibadet etmeme ve imani ve ibadi boyutları olan tam anlamıyla bir ayrışma çağrısı çok açık bir biçimde ortaya kondu.9 Ve aşağıya alıntılanan bu ayetler çerçevesinde, şirk sistemine itaatsizlik ve cahiliye toplumundan imani ve ameli ayrışma çok net bir biçimde gerçekleştirilerek alternatif İslam toplumu, ilk ümmet nüvesi inşa edildi. Tabii ki, bütün bu imani ve ibadi sorumluluklar, ağır işkenceler, bazı mü’minlerin şehid edilmesi, sosyal ve ekonomik boykotlara muhatap olma ve mekansal hicrete zorlanma pahasına ve büyük bedeller ödenerek yerine getirildi. İşte bu sebeple de onlar, Allah’ın vaat ettiği yardıma müstahak oldular, onur ve izzete ulaştılar, Allah’ın rızasını kazandılar ve bugün de üzerinde konuştuğumuz, ibret ve örnek almamız gereken güzel örneği oluşturdular. Allah hepimize, bu güzel örneği ve vahyin yolunu izleyerek mübarek rızasını kazanmayı ve tamamı kendi yanında olan izzete ulaşmayı nasip etsin.
Evet ilk neslin bu kadar zor şartlar altında, bu kadar fedakârca sürdürdükleri egemen şirk sistemine itaatsizlik ve cahiliye toplumundan ayrışma pratiği içinde, Rabbimiz yine de onları, Peygamberimizin (s) “beni Hud Suresi kocattı” demesine sebep olan uyarılarda bulunarak, savrulma, egemen sisteme meyletme, uzlaşma riskine karşı uyanık bulunmaya, istikamet üzere ayaklarını sabit kılmaya ve “emrolundukları gibi dosdoğru olmaya” çağırıyordu.10 Biz de zaman zaman riskli gibi algılanabilecek, ama İslami kimlik ibrazımızın doğal sonucu olan, onurlu ve ilkeli çıkışlarımızı, tavırlarımızı, hem zulmü geriletmek, yeni özgürlük alanları kazanmak, çocuklarımızı korumak ve bilinçlendirmek, hem de zulmü kanıksayarak, bu ayetlerde ifade edilen “zalimlere meyletme konumuna sürüklenmemek ve istikametimizi korumak, emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmayı” başararak Rabbimizi razı etmek amacıyla gündemleştirmeliyiz.
Son Boykot Örneğindeki Tutumumuz
İslami kimliğimizi ve çocuklarımızı, yaşanan büyük kuşatma ve ideolojik gözaltıdan koruyup arındıracak tedbirleri almak yanında, bu zulmü geriletmek ve imanımızı, bilincimizi diri tutmak için de sürekli yeni ataklar geliştirmeli, zalimleri ve zulümlerini sürekli tartışma zemininde tutup hırpalamalıyız. Bu bağlamda, sivil itaatsizlik yöntemi de dâhil, çok yönlü, şiddete bulaşmayan bir direniş ile hak ve özgürlüklerimizi talep etmekte, bunun için gerekli mücadeleyi vermekte, uğrunda bir bedel ödemek gerekiyorsa, onu da ödemeye hazır olduğumuzu göstermekte ısrarcı olmalıyız. Bu anlamda mesela, çocuklarımıza resmi ideoloji dayatılan okulların önlerinde, öncelikle bu dayatmaya, resmi ideolojiye dayalı öğütüme ve Kemalizm dininin andının söyletmesine, askerlerce verilen derslere, eğitim üzerindeki askeri baskı ve yönlendirmelere karşı itirazımızı yükselten eylemler yaparak, sivil itirazlar ortaya koymalıyız. Özgür-Der öncülüğünde başlattığımız boykot benzeri kampanyalarla toplumu bilinçlendirerek ve sorumluluklarını hatırlatarak, kamuoyu oluşturmaya çalışmalı, eğitimde özgürleşmeyi getirecek hak ve özgürlük mücadelesini süreklilik arz eden bir biçimde sürdürmeliyiz. Başta eğitim olmak üzere egemen zulüm sisteminin tüm çarpıklıklarını ve çürümüşlüklerini ortaya koyacak ilmi toplantılar, sempozyumlar, paneller yaparak, bu alandaki zulümleri ve insan hakları ihlallerini ve özgürlük taleplerimizi gündemleştirerek halkı aydınlatıcı, kamuoyu oluşturucu çalışmalar yapmalıyız. Allah’ın bize emrettiği, çocuklarımızı İslam’a göre eğitme sorumluluğumuzu ve bu konudaki temel hakkımızı ısrarla gündemde tutmalı, bir gün mutlaka alacağımızın bilinci ile bu konuda da süreklilik arz eden bir mücadeleyi ısrarla sürdürmeliyiz.
Bugün Mekke dönemine göre çok daha iyi şartlar altında bulunduğumuz halde, çok basit bir boykot çağrısında bile (85 yıldır gelmeyen zaman ne zaman gelecekse) zamanlamaya dikkat çekerek ya da ortaya konan son derece sivil, masum ve adil bir itirazı “provokasyon” olarak niteleyerek (Bu konuda bize çeşitli illerden telefon edenler oldu ve bu “provokasyon” ifadesi kullanıldı. Haksöz Haber’de yer alan içerden ve Allah için yapılan haddini bilen tartışmaları aynı kategoride değerlendirmediğimizi ifade edelim) karşı çıkmak, insaf ve vicdanla bağdaşmayacağı gibi, vahyin ölçüleriyle de, imani ve ibadi sorumluluklarımızla da bağdaştırılamaz. Çünkü biz, hiç kimseye zulmetmiyor, kimseye hakaret etmiyor ve şiddete başvurmuyoruz. Bunu da İslami kimliğimizin gereği olan adalet anlayışımız sebebiyle yapmıyoruz. Hiç kimseyi de şiddete, savaşa ve bu anlamda isyana çağırmadık/çağırmıyoruz. Sadece, kendimize ve çocuklarımıza yönelik 85 yıllık kapsamlı ve kuşatıcı zulmün artık kaldırılması için, adil, hukuki ve özgürlükçü bir yöntemle mücadele ediyoruz. Biz kimseye kendi dinimize inanmalarını ve ibadetlerimize katılmalarını dayatmadığımız gibi, devlet de dâhil hiç kimsenin de bize ve çocuklarımıza, kendi ideoloji ya da dinini dayatmaması, dini törenlerine katılma ve tazimde bulunma mecburiyeti getirmemesi gerektiğini söylüyor ve eğer bu dayatma devam ederse bu törenleri boykot edeceğimiz ilan ediyoruz. Hiç kimseye zararı olmayan, tam tersine çocuklarını zararın bir noktasından döndürmeye ve kendi inancımız gereği ateşten kurtarmaya yönelik bu kadar adil bir çabanın, merhametli bir çırpınışın karşısında, zulmedenlerin bile, eğer insani duygularını tamamen yitirmemişlerse, utançla başlarını yere eğip saygı göstermeleri gerektiğine inanıyoruz. Bakın nitekim, 85 yılda bir ilk gerçekleştirildi ve Özgür-Der öncülüğünde pek çok ilde “resmi törenleri boykot çağrısı” yapıldı ve hem malum medya, hem de diğerleri görmezden geldiler, yok saydılar. Neden? Çünkü böyle bir tartışmanın kamuoyuna mal olmasını istemiyorlar. Bu kadar adil bir talep, bu kadar haklı bir itiraz insanları uyandırır ve bu haklı muhalefet yayılarak sömürü/zulüm düzenimiz sıkıntıya girer diye endişe ediyorlar. Tıpkı 10 yıl önce Sıvas SRT’de canlı yayında, “laiklik ve Kemalizm uğrunda ölenlerin şehid olmadıklarını” söylediğimizde, akşam haberlerinde pek çok TV kanallarında hain diye saldırı başlatılmışken, görünmez bir elin hemen devreye girip gece haberlerinden tamamen ve bir daha gündeme getirilmemek üzere çıkartılmasını sağladığı gibi. Son boykotu da bu şekilde yok saymaları bile, aslında ne kadar önemli konuları ne kadar isabetle ve ne kadar haklı bir konumda gündeme getirdiğimizin bir başka göstergesi olarak görülmelidir.
Yıllardır yaşanan bu ideolojik, siyasi, ekonomik ve hukuki boyutları olan, yaygın ve derin zulme, ideolojik kuşatmaya karşı içinde bulunulan sessizliğin, edilgenliğin, Müslümanlarımızı ve çocuklarımızı iyice çürüttüğünü, yozlaştırdığını, zulüm sistemini ve dayatmalarını kanıksayarak inkılap ruhunu kaybetmelerine, sisteme daha fazla eklemlenmelerine, zalimlere daha çok meyletmelerine yol açtığını görmüyor muyuz? Neden hâlâ susacak ve neden hâlâ itiraz etmeyecek mişiz? Bu kadar haklı olduğumuz bir konuda bile neden “artık yeter” demeyi erteleyecekmişiz? Sonra çocuklarımızı birçok başka sebeple okula göndermediğimiz olmuyor mu, neden bir de İslami kimliğini korumak için göndermemekten çekinelim? Bu konuda bize hesap sormaya kalkacak olanları utandıracak, son derece hukuki, haklı ve adil duruşumuz ve gerekçelerimiz var. Bunlar açıkça ortaya konmalıdır. Yeter ki, Adil ve haklı olma konumumuzu muhafaza edelim. İşte bu konumun bize kazandıracağı güçle, hakkı haykırmaya devam etmeli, adaleti ikame etme mücadelemizi süreklilik arz eden bir biçimde ve sürekli yeni hamlelerle diri tutarak sürdürmeliyiz. Korkacak hiçbir konumumuz yoktur ve korkmamızı gerektirecek hiçbir şey de yapmıyoruz. Gerçek korkması gerekenler, bunca zulmü bize reva görenlerdir. Rabbimiz, Mekki ayetlerinde, zalimlerden değil, onlara meyletmeleri halinde Allah’ın azabından korkmamız ve zalimlerin eziyetlerini Allah’ın azabı gibi görmememiz gerektiği uyarısını yapıyor.11 Yine Rabbimiz, “her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” diyerek, öncelikle bizim, zorluk ve sıkıntıları göze alıp imani ve ibâdî sorumluluklarımızı yerine getirme cehd ve gayreti göstermemiz gerektiğini, böyle olunca daha zorluk ve sıkıntılar yaşanırken, Allah için bedeller ödenirken, zorlukların rahminde var olan kolaylık tohumlarının yeşermeye başlayacakları müjdesini veriyor.12
Sonuç
Sonuç olarak, bir yandan çocuklarımızı bilinçlendirerek ve sürekli arındırarak, alternatif arınma merkezleri, eğitim merkezleri, tabiri caiz ise, bir nevi diyaliz merkezleri olarak alternatif eğitim programlarını harekete geçirmeliyiz. Toplumda, eğitimde, medyada kirlenen çocuklarımızı ve kendimizi, bu diyaliz merkezlerinde arındıracak projeler geliştirmeliyiz. Çocuklarımızı bilinçlendirerek ve sürekli arındırarak okullardaki kişiliksizleştirmeyi, kirlenmeyi, kuşatmayı aşmaya çalışmalıyız. Diğer yandan da, zulüm sistemini geriletmeye ve yeni özgürlük alanları kazanmaya ve gasp edilmiş haklarımızı geri almaya yönelik sivil itirazlar ve şiddeti içermeyen direnişler ortaya koymalıyız. Bu tür itiraz, direniş ve boykotlarla kendimizi ve çocuklarımızı, cahiliye sistemi karşısında vahyi ölçülerle diriltmeye, yaşanan zulümleri kanıksayan zelil konumlara sürüklenmemek, ilke, kimlik, şahsiyet ve değerlerimizi korumak için uyanık tutmaya ve zulmü doğal bir hal gibi yaşayan kitleleri uyandırıp, muhalefet bilinci kazandırmaya çalışmalıyız. İnanıp, salih amel işleyenler ve Allah yolunda bedel ödemekten çekinmeyen fedakâr müminler için, tıpkı Mekke’deki mü’minlerin örneğinde yaşandığı gibi, “Allah’ın yardımının çok yakın” olduğunu13 ve O’nun vadinden asla dönmeyeceğini, eğer biz O’nun yardımcıları olmayı başarabilirsek14 tevhid dini İslam’ı ve Hizbullah olmayı başarmış Müslümanları15 bütün batıl dinlere üstün16 ve galip kılacağını17 unutmamalıyız.
Hak ve özgürlüklerinin savunuculuğunu, liberallere, solculara ve “genç sivillere”, hatta “eşcinsellere” havale etmiş olanlara da bir hatırlatmada bulunalım. İçinde bulunduğunuz bu zilletten kurtulmanız için, eğer Allah için İslami kimlik ve ilkelerinizi haykırarak hak ve özgürlüklerinizi gündemleştirmek, zulme baş kaldırmak riskli görünüyorsa, hiç değilse insanlık onuru ve insani erdemler adına kendi hak ve özgürlüklerinizin savunuculuğunu kendiniz yapabilme onurunu ve ellerinizi taşın altına bizzat koyma cesaret ve ferasetini kuşanmalısınız. Özgür-Der öncülüğünde gerçekleştirilen son boykot çağrısı işte böyle onurlu ve ilkeli bir hak ve özgürlük arayışının somut ifadesiydi. Aslında, eğer değerlendirebilseydiniz size de zilletten kurtulmak için bir fırsat sunuyordu. Ama maalesef, yine her zamanki gibi bu ilkeli duruşu yok saymayı, görmezden gelmeye ve hatta başınızı belaya sokacak, konjonktür ilahının razı olmayacağı bir provokasyon olarak nitelendirmeyi ve uzak durmayı tercih ettiniz.
Nedense bu kesimlerin peşinden sürüklendikleri, sözüm ona özgürlükçü “liberal ve sol demokrat” çevreler ve ellerindeki yayın organları da, son derece önemli ve 85 yılda ilki teşkil eden ve pek çok ilde birden yapılan bu “resmi törenleri” boykot çağrısını, tıpkı sistem yanlısı yayın organları gibi yok saymayı tercih ettiler. Halbuki bu boykotun, bu ülkenin ve halklarının özgürleşmesini, çifte standartsız ve samimi olarak isteyenler için, büyük haber değeri taşıması, egemen sisteme, resmi ideolojisine ve militarizme karşı özgürlük arayışında da son derece önemli bir aşama olarak kabul edilip öne çıkarılması, yaygınlaştırılması ve desteklenmesi gerekirdi. Bütün bunlar, bu kesimlerin özgürlüğü sadece kendileri için istediklerini ve bizim de ancak kendilerinin mücadelesi sonucunda elde ettiklerinden bize layık görüp lütfedecekleriyle yetinmemiz gerektiğini düşündüklerini ortaya koymaktadır. Evet bu çarpıcı tutum, kendi özgürlüklerimizi talep etmek için özgün kimlik ve ilkelerimizle öne çıkmamamız, bizim edilgen kaldığımız ve onların öncülüğünde, onların kavram, ölçü ve seküler değerleriyle yapılacak özgürlük mücadelesinde payımıza ne düşerse onunla idare etmemiz gerektiğini düşündüklerinin önemli bir göstergesidir.
İşte bu kesimlerin peşinden sürüklenerek, edilgen bir konumda durarak ve liberal demokratların kavram ve ölçülerini bayraklaştırarak, eklektik bir kimlikle özgürlük arayanların, onların bu samimiyetsizliğini fark edip kendi özgün kimlik, ilke, kavram ve şiarlarıyla hak ve özgürlük mücadelesi vermenin önemini, izzetini ve vazgeçilmezliğini anlamaları gerekir. Bu kesimlere şu çağrıyı yapmak da gerekli hale geldi; Bari, sizin korku, çıkar vb bir takım hesaplarla göze alamadığınızı göze alıp, sizin de iman ettiğinizi iddia ettiğiniz İslami şiar, ölçü ve değerleri gündemleştirip, sizin ve çocuklarınızın da hak ve özgürlüklerini savunan ilkeli Müslümanlara saygı gösterip, bu kadar önemli ve haber değeri de olan bir konuda, haber ahlakına uygun objektif bir tavır sergileseydiniz. Aynı boykot çağrısını, peşlerinden sürüklenip kanaat önderi edindiğiniz liberaller, solcular, “Genç siviller” ya da “eş cinseller” yapsaydılar abartarak sahiplenip, sayfa ve ekranlarınızı dolu dolu bu çağrıya tahsis etmekten kaçınmayacağınızı düşünerek, tutumunuzu sorgulamalısınız. Bu zillet niye? Ve nereye kadar? Kısacık ve geçici dünyanın kimi hesapları uğruna bu kadar zillete değer mi?
Dipnotlar:
1- Casiye Suresi / 23 : Heva ve hevesini ilahı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?
2- Müddessir Suresi / 1-6
3- Bakara Suresi / 205. „O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.”
4- Kehf Suresi / 29 “De ki: Hak Rabbinizdendir. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zalimler için, duvarları kendilerini çepeçevre kuşatan bir ateş hazırladık…”
5- Bakara Suresi / 256
6- Bakara Suresi / 193
7- 16 Nisa Suresi / 139-140 : “Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün izzet ve onur,' Allah'ındır. O, size Kitapta: "Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır.”
8- Nahl Suresi / 36 : «Andolsun, biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik…
9- Kâfirun Suresi : “De ki: "Ey kafirler! "Ben sizin taptıklarınıza tapmam.Benim taptıgıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak dağilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
Kalem Suresi 8-10 : “O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme! Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. Şunların hiçbirine itâat etme :…”
Yunus Suresi / 104 : “De ki: "Ey insanlar, eğer benim dinimden yana bir kuşku içindeyseniz, ben, sizin Allah'tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum, ancak ben, sizin hayatınıza son verecek olan Allah'a ibadet ederim. Ben, mü'minlerden olmakla emrolundum."
Alak Suresi : “Hayır! Ona uyma! Allah'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!”
Müzzemmil Suresi 9-11 : “O, doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka tanrı yoktur. O halde yalnız O'nu vekil tut. Başkalarının diyeceklerine sabret, güzellikle onlardan ayrıl. O yalanlayıcı zevk ve refah sahiplerini bana bırak, onlara biraz mühlet ver…”
Müddessir Suresi 1-7 :Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! Kalk artık uyar. Sadece Rabbini yücelt. Elbiseni temizle. Pislikten (Ruczdan) uzaklaş. Yaptığını çok görerek başa kakma. Rabbin için sabret.”
10- Hud Suresi / 111-112 : “Seninle beraber olan tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Ve aşırı gitmeyin (azgınlık etmeyin). Çünkü O, yaptıklarınızı görendir. Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.”
11- Ankebut Suresi 10 : İnsanlardan “Allah’a iman ettik” deyip, O’nun uğrunda bir eza gördükleri zaman, insanların eziyetini Allah’ın azabıyla bir tutanlar vardır. Rabbinden bir yardım gelecek olursa, hemen “Biz sizinle beraberdik” derler. Allah, herkesin kalbinde ne olduğunu en iyi bilen değil mi?
12- İnşirah Suresi / 5-8 :“Şüphesiz her zorlukla, bir kolaylık vardır. Yine her zorlukla bir kolaylık vardır. Öyleyse bir işi bitirince diğerine giriş. Yalnız Rabbine rağbet et / yönel.”
13- Bakara Suresi / 214 : Sizden önce gelenlerin durumu, sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı geldi ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve onun yanındaki mü’minler bile: -Allah’ın yardımı ne zaman? diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.
14- Muhammed Suresi / 7
15- Maide Suresi / 56
16- Tevbe Suresi / 33
17- Âl-i İmran Suresi / 160