‘Kemalist/laik medya imparatoru’ da, Al Capone gibi yolun sonuna mı vard

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

İki hafta öncelerde, Cem Uzan isimli kişinin Türkiye’den gizlice kaçtığı haberi medyaya yansıdı.. Hatırlanacağı üzere, hele de ülkenin 2000-2001’lerde yaşadığı büyük sosyo-ekonomik kriz ânında, onmilyarlarca doları hortumlayan karmakarmaşık ‘akçe’li işler içinde oldukları bilinen bu kişi ile babası, kardeşleri ve kısaca Uzan ailesi üzerine, zamanın iktidarları tarafından gidilememiş ve onların pervasızlığı da daha bir gemlenemez olmuştu.

Ama, 2 Kasım 2002 seçimlerinden sonra işbaşına gelenler, karmaşık  ve entrikaya dayalı ticarî ilişkilerin üzerine giderken; bu ilginç ailenin üzerine de yürüdüler ve sonrası malûm..  Ve son halka da, bir siyasî partinin genel başkanlığı kılıfına bürünerek dokunulmazlık sağlamayı uman C. Uzan’ın ülkeden gizlice çıkışı oldu..

İleri sürüldüğüne göre, o da artık, babasına sahte kimlik ve pasaportlar sunan Ürdün Kralı Abdullah’ın himaye kanadları altında.. Ve TC. henüz bu kral efendiyi kendisine karşı oyun oynamaması konusunda etkili şekilde ikaz edebilmiş değil..

Nice küçücük haberleri kendi anlayışınca koskocaman şekilde sunabilen Doğan Medya Grubu’nun yayın organları, bu kişinin kaçışını ise, ‘Cem Uzan, Türkiye’den ayrıldı, Türkiye’yi terketti..’  gibi daha temkinli ifadelerle duyurdular kamuoyuna..

Adetâ, ‘yarınlarda benzeri bir durumla başka büyük hortumcular da yurt dışına kaçmak zorunda kalırlarsa, siz de böyle ölçülü başlıklar atın..  der gibi bir mesaj verircesine..

Ki, bu tarzın, gerektiğinde ‘habbe’yi ‘kubbe’ gibi göstermekteki ‘özel maharetler’i bilinen Doğan Medya Grubu’nun habercilik tekniğine yabancı bir temkinlilik hali olduğu, açık..

*

Doğan Medya Grubu’na bir ay öncelerde büyük bir vergi cezası kesilmişti.. Yaklaşık 3 milyar doları aşan bir ceza..

Maliye böyle bir ceza verdiğinde, ona karşı ne gibi itiraz yolları olduğunu Doğan Medya Grubu herhalde çoğu kimseden daha iyi bilir.. Nitekim, daha önce nice vergi cezalarını mahkeme kararlarıyla düzelttirmiş veya tamamen ibtal ettirmişti..

Ama, bu Grup bu kez bu gibi kanunî yollara başvurmak yerine, kendi durumlarının kurtarılacak tarafı olmadığını bildiklerinden midir, her nedense, içhukuk yollarını kullanmak yerine, uluslararası baskı gruplarını Hükûmet’in üzerine saldırtarak, vergi cezasını kesen Maliye’ye geri adım attırmayı deniyor..

Halbuki, benzer bir ağır vergi cezası, geçmiş yıllarda da, Citibank‘a kesilmişti, ama, Citibank Maliye’ye yaptığı itirazlarla, durumun yanlışlığı isbatlanıp, o ceza kaldırılmıştı..

Şimdi de, aynı düzeltme talebinde bulunulabilirdi..

Ama, Doğan Medya Grubu, o konuda kendilerine çok güvenmiyor olmalılar ki, dışardan oluşturulmaya çalışılan ve bu cezanın ‘siyasî’ saiklerle verildiğine dair bir suçlama ile netice almaya öncelik veriyorlar ve bu yeni vergi cezası karşısında, ne mahkemeye gidiyor, ne teminat veriyor, ne de kanunî uzlaşmaya gideceğinin işaretini.. (Belki onları da yapıyordur, her ihtimale karşı; ama, kamuoyuna yansıyan, uluslararası çevreleri devreye sokmaya çabasına ağırlık veriliyor..)

Yani, bir uluslararası baskı gubu oluşturma çabası..

Bunda da epeyce başarılı olmuş gözüküyor..

Çünkü, dünyadaki ünlü birçok medya organında, ‘Tayyîb Erdoğan Hükûmeti’nin diktatörlüğe heveslendiği ve buna karşı çıkan muhalif medyanın başını çeken Doğan Medya Grubu’nun, ağır vergi cezası yoluyla susturulmak istendiği’ gibi yorumlar yazılıp çiziliyor ve bunlar ânında TC kamuoyouna yine DMG tarafından duyuruluyor..

Yani, ilginç bir uluslararası dayanışma..

Ama, hele de İslamî kimliği öne çıkan bir kişi veya grup sözkonusu olsaydı ve haksızlığa uğradığına inanarak, -uluslararası baskı gruplarına da değil-, TC’nin hukukî yetkisini resmen kabul ettiği AİHM gibi mahkemelere müracaat etseydi, o zaman bu medya grubu, ‘Türkiye’yi yabancılara şikayet ettiler..’  diye nasıl feryad ederdi, tasavvur edebilirsiniz..

Bu uluslararası dayanışmada başı, alman medyası çekti denilebilir.. Nitekim, ‘Frankfurter Rundschau’ gazetesi, ‘Doğan Grubu’na milyarlık ceza, Sultan’ın intikamı.’ diyordu..

‘Sultan’ diye anlatılmak istenenin, Tayyîb Erdoğan olduğu açık..

Ne de olsa, henüz iki ay kadar önce, Almanya Devleti’nin ‘Liyakat Madalyası’ ile taltif edilmedi mi, Aydın Doğan? Ve o Aydın Doğan, alman medya imparatoru Axel Springer’in ortağı değil mi?

Yani,  kesilen bu ağır vergi cezasının önemli bir kısmı da, Doğan Grubu’nun yüzde 10’una ortak olan Springer Grubu’na da yansıyacak, elbette..

*

Medya gücü, hükûmetleri korkutmak için kullanılmadı mı?

Ortada bir siyasî baskı ve haksız bir uygulama varsa, evet, ona karşı çıkılmalıdır..

Hem böyle bir ihtimal varsa, bu düzen, en çok da o medya grubunun meddahlığını yaptığı bir ilginç hukuk düzenidir ve her mazlumiyet sadâsının bu medya grubunun ‘yüce yargı’ yaygaralarıyla nasıl boğulduğuna dair sayıya gelmez yığınla örnekler vardır.. 

Kaldı ki, vergi cezasını kesen, Maliye bürokrasisidir; Başbakan’ın emriyle hareket etmez, edemez; ve Başbakan’ın bir talebi veya dahlinin isbatlanması, onun siyasî hayatını bile bitirir.. Ama, burada anlaşılan o ki; geçmiş uygulama ve alışkanlıklarla, bugünkü Hükûmet’i de baskı altına alıp, kanûnen kesilmesi gereken bu vergi cezasını sildirmek taktiğinden meded umuluyor.. Ancak, Erdoğan’ı kitleler karşısında, en azından bugün için rakibsiz durumuna getiren de, onun, bu gibi kapalı kapılar ardındaki alışılmış ilişkilere prim vermeyen tavrıdır..

Nitekim, Doğan Medya Grubu’nun kaptan gemisi Hürriyet’te iki yıl öncesine kadar 15 yılı aşkın zaman yazı yazan E. Çölaşan, 16 Eylûl 09 günü yayınlanan bir mülâkatında,  ‘....İşin özü şurada: Doğan Grubu'nun yedi tane gazetesi, üç tane de televizyonu var. Bu patronun hükümetle yüzlerce işi var. Ben bire bir yaşadığım için biliyorum bu olayları. Bunlar Erdoğan'dan resmen korkuyorlar. (...) Ertuğrul'a hep derdim ki, 'Ya arkadaş, elinizde böylesine güç var, siz bunlardan korkacağınıza bunlar sizlerden korksunlar. Her gün Tayyip Erdoğan sizi arayıp 'Benden bir emriniz var mı?' diye sorsun. Benim elimde yedi gazete, üç TV kanalı olacak ve bunlardan korkacağım. Siz Türkiye'yi yıkarsınız. (...) Ama hep korktular.’ diyordu..

E.Ç, onları korkaklıkla suçlarken, gerçekte, kendi pervasızlığını da sergiliyordu.. Ama, bir medya tekeli oluşturmuş bulunan Aydın Doğan’ın o kadar korkak olmadığı da biliniyor. Elindeki o kadar tv. kanalı, o kadar gazeteleri ve o kadar petrol istasyonları ve diğer yatırımlarıyla, başlı başına bir ‘hesab sorulamaz,  dokunulamaz’ ve ‘dokunanı yakar..’ havasındaki görüntüsüyle, bu gücünü, başka ticarî alanlarda da kullanmıyor muydu?

Ama, bugün karşısında bulunan siyasî iktidarı,  tam istediği şekilde kullanamıyor olmanın rahatsızlığı da ortada..

*

İlgi çekicidir, laik TC medyasında, âdeta modern zamanların ‘Sodom ve Gomore’sini temsil ediyor durumda bulunan ve Doğan Medya Grubu’nun ‘amiral gemisi’ konumundaki Hürriyet’in Gn. Yy. Md. E. Özkök ile A. Hakan’ın, Ramazan ortasında, ‘umre’ye gitmeleri, rakib medya çevrelerinde, DMG’na verilen vergi cezasını sildirmek hedefine yönelik gibi nitelendirildi..

Bu iddiayı reddetmek için, A. H. (13 Eylûl 09 tarihli yazısında) ‘bu vergi cezasını Tayyîb Erdoğan kesmiş olsa, bunu anlarım..’  mânasına gelen sözler söylemişti.. Ama, bir gün sonra, Genel Yayın Md. ile ‘umre’ye gidişini,  iktidara yaranmak için’ ve ’Umreye git/ Cezadan kurtul’‚ diye değrelendirenlere söz yetiştirmeye çalışıyor ve 13 Eylûl 09 günlü yazısında, Ne Kâbe Tayyip Erdoğan'ındır, ne de vergiyi Erdoğan salmıştır...

Dolayısıyla... (…) buradan kostak bir durum çıkmaz derim...’  demişken; 14 Eylûl günü ise, bir gün önceki tutumunu değiştiriyor, kendisine ince bir balans ayarı yapıyor ve ’Vergi salınarak, göz korkutularak, patron sıkıştırması yapılarak, tasfiye listeleri hazırlayarak…

Herkes hizaya sokulmak istenmektedir.  (…) Özal’ı yerin dibine sokan, Demirel’i acayip hırpalayan, Çiller’e memleketi dar eden, Mesut Yılmaz’a vuran bir geleneği bitirip, herkesin el pençe divan durduğu bir ortam istiyorlar.’  diyordu..

A. Hakan, ‘tüm iktidarlara vuran bir geleneğin bitirilmek istenmesi’nden yakınırken; konuyu, ‘bütün iktidarları kendi menfaat ve emelleri karşısında boyun eğdirmiş olan bir geleneğin sona ermekte olduğu’  şeklinde değerlendirmek isteyenlerin çıkabileceğini de akletmeliydi..

Ama, ne yapsın ki, bugün zoraki savunmak durumunda..

*

‘Al Capone’ hatırlatması, niye bu kadar ürküttü  ki?

Bu arada meydana gelen ilginç bir gelişme ise..

Erdoğan bu konunun uluslararası boyutlara taşınması / taşırılması ve uluslararası medyanın da onu baskı altına almak istemesi karşısında, geçtiğim günlerde, etkili Amerikan gazetelerinden  Wall Street Journal’a verdiği mülâkatta, Doğan Grubuna kesilen vergi cezalarıyla ilgili bir soruya cevab verirken,  ’Buradaki mes’ele rutin bir vergi değerlendirmesidir. ABD’de vergi kaçırma yüzünden problem yaşayan insanlar oldu. Akla, Al Capone geliyor. Çok zengindi ama sonra hayatının geri kalan kısmını hapiste geçirdi.’ deyivermesi oldu..

1930’larda Amerika’da ünlü gangster Al Capone ve Aydın Doğan..

Bu iki ismin birlikte anılması, ol(may)acak şey mi?

Üstelik, Al Capone’a benziyor dememiş, Tayyîb Bey, incelik gösterip.. 

Sadece hatırlatma yapmış..

Halbuki direkt bir benzerlik kursaydı bile, bazılarına göre, belki de ‘cuk’ oturabilirdi..

Sözkonusu kişi, her ne kadar, Al Capone’a tıpatıp benzemese bile; elde ettiği servetin nereden geldiğinin sorulamaması, izahının yapılamaması ve bu ekonomik güçle girilen bir medya pazarını alt-üst ettikten sonra, M. Yılmaz gibi siyasetçileri, başbakan oldukları bir dönemde, evinde pijamayla karşılayacak kadar ve de onlara istediğini yaptıran bir ilginç kurnaz kişilik olarak, cür’etkarlığıyla Al Capone’a hiç de benzemiyor denilebilir mi? Tersine, eline geçen güç ve fırsatları iktidardakileri korkutmak için kullanmak açısından benzer birçok yönlerinin olduğu düşünülebilir..

Sahi, Aydın Doğan isimli kişinin, Kelkit ve civarında, orta halli bir kasabalı işadamı iken, sonra İstanbul’a gelip, birkaç sene içinde nasıl böylesine her tarafa dal-budak salmasının destanını inandırıcı olarak anlatıp, makûl izahını yapabilecek bir babayiğit var mı?

İnternet’lerde ‘google amca’nın kulağınıza söyleyeceği fısıltıların gerçek olup olmadığı ise, daha bir ayrı konu..

*

DMG’nun yazar-çizer taifesi zâten bir aydır bu vergi cezasından dolayı, Tayyîb Erdoğan’a koro halinde saldırıp duruyorlardı.

Halbuki, bu koro içinde yer alan niceleri, geçmişte, başkaları hakkındaki hortumlama ve yolsuzluk iddialarına kahramanca saldırıyorlardı.. Şimdi ise, aynı kişiler çok farklı ve efendilerini korumaya çalışan hizmetkârlar konumuna düşüyorlar.. Halbuki susmayı olsun deneyebilselerdi, kalemlerinin itibarını biraz olsun koruyabilirlerdi..

Alınız size bir kaç örnek..

Sözgelimi, Y. Doğan, 17 Şubat 2003 tarihli Hürriyet’te,  'Uzanlar'a ait ÇEAŞ ile Kepez Elektrik'e el konmasına dair cesareti bundan önceki hükümetler gösteremiyordu. Konumu ve gücü ne olursa olsun, bundan böyle hiç kimse yasalar karşısında kabadayılık yapma hakkına sahip değil. Kimseye imtiyaz yok. Kimseden korkmadan, yasaları uygulamak gerek. Hukuk devleti, yerine ancak böyle oturabilir.’diye yazmış imiş..

Aynı kişi, 10 Eylül 2009 tarihli yazısında ise şöyle diyordu: ’Tayyip Erdoğan Doğan Grubu'na hınç ve öfkeyle saldırıyor. Emsali görülmemiş hukuka aykırılıklar ve sadece tek bir gruba yönelik aykırılıklar birbirini izliyor. Şimdi ses çıkarmayanlar günün birinde sıra kendilerine geldiğinde artık çok geç olduğunu anlayacak ama iş işten geçmiş olacak. Ceza demokrasiye kesiliyor, hepimize kesiliyor. Karanlığın farkında mısınız?’
Aynı şekilde, A. Hakan da, 25 Mayıs 2007 günü, C.Uzan konusunda,  Bir adam düşünün. Bankasının içini boşaltmakla suçlanıyor. 10 milyar dolarlık bir hortumlamadan yargılanıyor..’ derken… Şimdi, aynı kalem, -14 Eylûl 09 tarihli yazısında olduğu üzere-, ’Özal’ı yerin dibine sokan, Demirel’i acayip hırpalayan, Çiller’i memleketi dar eden, Mesut Yılmaz’a vuran bir geleneği bitirip herkesin el pençe divan durduğu bir ortam istiyorlar..’ diyordu..

Ve amma, şu ‘Al Capone’ hatırlatması karşısında, yine Doğan Medya Grubu’nun hemen bütün bu kalemlerinin feryad koyvermeleri, saldırıya geçmeleri ve -herhalde kendi ulûfelerinin de buharlaşabileceği ihtimaliyle, olsa gerek- kendi besleyicileri için savunma refleksi sergilemeleri, daha bir anlaşılmaz değildir, ya da, anlaşılır..

Evet, bir ağlayıcılar kervanının yola koyulması ilginçtir..

Al Capone ruhu iliklerine kadar işleyenler, konuyu uluslararası korolarla saptırmaya çalışırkene, şimdi de, içerde de, bazı çevreleri kendilerine acındırmaya çalışıyorlar..

İlginçtir, A. Hakan, bu Al Capone hatırlatması üzerinde çok zorlama yapılırsa, belki bir benzerlik kurulabileceğini; ’Al Capone’ denilen adamın, cinayetler işlemesine, çeteler kurup, mafyatik eylemler, suikasdler ve gangsterlik yapmasına rağmen Amerikan adâletinin onu enseleyemediğini ve ancak vergi kaçakçılığı suçlamasıyla enseleyebildiğini’ yazıyordu, 7 Ekim tarihli yazısında.. Onun, ’zorlamalı’ dediği bu benzerlik bile, gerçekte, Erdoğan’ın hatırlatmasından daha hafif değildi..

*

T. Akyol ise, 7 Ekim tarihli yazısında, Putin’in Rusya’da  bazı ‘muhalif’ petrol şirketlerini vergi cezalarıyla çökertmesi’ ile bu vergi cezası arasında bir ilgi kurulması karşısında, 
’Başbakan’ın buna tepki göstermesi normaldir; mesela böyle bir benzerlik kurulamayacağını, Doğan’a kesilen cezanın
’rutin denetim ürünü olduğunu falan söylemesi de son derece tabiîdir..’ dedikten sonra, Doğan Medya Grubu’nun vergi suçu işlemesini ma’zur göstermek istercesine, ’Burada 15 bin kişi ekmek yiyor...
Evrensel vicdani kuraldır: “Bir topluluğa olan husûmetiniz sizi adaletten ayırmasın!” (Maide suresi, 8)’  gibi akıl yürütmelerde bulunabiliyordu..

Kimse, başka zamanlarda pek sevdikleri ‘yüce yargı’ nitelemesine sığınarak, patronlarına konuyu mahkemeye taşımasını ve başkalarına da, yargılama sonuçlanmadan kimsenin suçlanamıyacağını hatırlatmıyordu..

Ve amma, ortadaki bir vergi cezasına karşı, hatasız, kusursuz bir tip çizmeye çalışıyorlar veya ‘buradan binlerce kişi ekmek yiyor..’ gibi, acaib akıl yürütmelerde bulunuyorlardı..

Halbuki, bu gibi sözler,  daha çok da üçkağıtçılıklarıyla, entrikalarıyla, karanlık işleri ve ilişkileriyle bilinen mafia babalarının sığındıkları savunma mekanizmalarında görülür..

*

‘Milyonla çalan, mesned-i izzette serefrâz, Bir kaç kuruş mürtekibin câyı, kürektir..’

120-130 yıl öncelerde Ziyâ Paşâ, milyonlarla çalanların toplumda izzetli mevkı’de olduklarını, bir kaç kuruş irtikab edenlerin ise, kürek mahkumu olduklarını anlatııyordu..

Aradan geçen zaman, durumu olumlu yönde pek değiştirmedi..

Bir medya  grubunun patronunun temize çıkarılması için, emrindeki kalemşöörlerinin böylesine bir kampanya başlatması, bunun son bir örneğidir..

Kaldı ki, biz, o patronu, yine de hüküm olmadığı için, suçlamıyoruz.. Ancak, mevcud düzen içindeki hukukî yollara bile başvurmaksızın, uluslararası baskılarla netice olmaya kalkışmasının kendi üzerine kendi eliyle şüphe celbetmek olduğunu söylemekten de kendimizi alamıyoruz..

Ve daha da ilgi çekici olan şu ki, bu patron ve bu medya grubu, konuyu uluslararasılaştırmak için giriştiği bu çabalarından netice alamazsa, bu ödemeleri yapıp, toplum içinde, ak alınla, yerini alacaktır..  

Ama, Başbakan Yard. Ali Babacan 2 Ekim 09 günü, uluslararası ekonomi uzmanlarının huzurunda yaptığı açıklamada, ‘bir bardağı çalanı hapse atıyoruz, ama, vergi kaçıranı yakaladığımızda, kaçırılan parayı ödeyince, onu bağışlıyoruz, bu tür bir muamele tarzının hiç de âdilâne olmadığı açıktır.’ diyordu..

Haksız mı?

Şimdi, milyarlarca dolarlık vergiyi kaçırmış ve yıllarca haksız olarak kullanmış olan kişinin bu hali kesinleşirse, namuslu, dürüst insan olarak toplum içinde, yine mesned-i izzette serefrâz olacak; birkaç kuruş irtikab edenler ise, zindanları boylayacak..

*

Evet, kalem sahiblerinin, başkaları sözkonusu olunca, kalemlerini istedikleri gibi kullananlar, sıra, o kalemleri kendilerine sunanların hukuken tartışmalı konumları sözkonusu olunca, tuhaflaşmıyorlar mı?

Ve de, bu durum tuhaf olmuyor mu?

Etkili olup olamıyacakları görülecektir..