Kemalist vesayeti tahkim eden "Yeni Anayasa" hülyası

Yeni Anayasa çalışmaları hakkında AK Partili isimlerden yapılan açıklamalar tatmin edicilikten çok uzak…

Kerem Sözer / HAKSÖZ HABER

Türkiye'de temel hak ve özgürlükleri teminat altına alan, devlete hakikaten kuşatıcı bir hukuk formatı kazandıran ve Kemalist ideoloji, sembol ve teamüllerden arındırılmış ciddi-tutarlı bir anayasa hazırlayıp yürürlüğe koymak bizzat siyasetçiler marifetiyle Kaf Dağı'na ulaşmaktan daha da imkansız bir hale getiriliyor.

"Atatürksüz bir dünya, hatta uzay yolculuğu bile tahayyül edemez" hale gelen boğucu bir siyasal iklimin inşasına giden yol elbette önce şahsi hırsların, saltanat ve şatafat tutkularının şaha kalkmasıyla açıldı.  Adalet ve merhamet temelinde yükselen bir sistem kurmak yerine dar hizip hesaplarının tercih edilmesi kadar iltimas, usulsüzlük ve yolsuzluk gibi pratikleri çirkin polemiklerle meşrulaştırma girişimleri de bu boğucu iklimi kronik bir hastalık haline getirdi.

Sanki büyülü bir kavram, bütün kilitleri açacak sihirli bir maymuncuk ve tılsım gibi takdim edilen "yeni anayasa" mevzusu tam da böylesi kronik hastalıklar bir ikliminde yine tedavüle sokuluyor. - Meşhur klişeyle "milli birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz şu günlerde" yine can simidi muamelesi yapılan "yeni anayasa" müjdesi ile gönülleri fethedecek büyük ve karşı konulamaz bir seferberlik başlatılmış gözüküyor.

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'un ardından AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler de "ilk dört madde üzerinde değişiklik yapılmayacak" yeni bir anayasa girişimi için start verdiklerini ilan etti. Evet, yanlış okumadınız; Org. Kenan Evren'in başını çektiği 12 Eylül askeri cuntasının "değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez" talimatıyla halka ve ülkeye silah zoruyla dayattığı "Kemalist dogmalar" olduğu gibi yerinde durmaya devam edecekmiş. Eee, o zaman "Al-i Cengiz oyunları" eşliğinde yeni anayasa yapmaya ne hacet var?

"Yeni" dediğiniz bu anayasa ruhuyla, temel prensipleriyle ve işleyişiyle 12 Eylül askeri cuntasının faşist dayatmalarına dahi itiraz edemeyecekse milleti aldatmanın ve oyalamanın ne âlemi var? Bir ülkeyi ve toplumu dini, kültürü, tarihi, dili ve ufkuyla Tek Adam ve Tek Parti despotizmine mahkum etmeye yeltenen bu deli gömleğini yırtıp atması gereken iradenin henüz tasarı aşamasında dahi kendini sansürlediği, toplumsal iradeyi hadım olmaya davet ettiği bir zemin anormaldir, akıl ve ahlak dışıdır.

Konjonktürel bazı sıkışmışlıkları atlatabilmek, siyaset-toplum ilişkisinde sarsılmış güven ilişkisini bir kaç makyaj hamlesiyle tedaviye yönelmek gibi ucuz ve basit fakat sonuçsuz bir yönteme sarılmak hiç de akıl karı gözükmüyor. Siyaset ve teşkilatın, bürokrasi ve sermayenin, akademi ve medyanın hatta sivil toplumun dahi çürümesine, kokuşmasına, toplum nezdinde hızla itibar ve güven kaybetmesine sebep olan hastalıklarla yüzleşmekten inatla kaçarak üstelik Kemalizm-Atatürkçülük isimli bürokratik oligarşinin referans ve çerçevesine sarılarak bir çıkış yolu aramak ham hayalden, tozpembe düşler kurmaktan da öteye ölümcül hastalıklara işaret etmektedir.

AK Parti ve muhafazakar kadrolar "devlet" olma, yerli ve milli tonlarla modifiye edilmiş Kemalizm’i kurtuluş reçetesi sanma gibi saplantılardan vaz geçip toplumsal ve tarihsel tecrübelerle yüzleşmek mecburiyetindedir. MHP'yle Ata/Türkçülük, CHP'yle Kemalizm yarıştırarak varılacak menzilde hiç bir hayır yoktur. Siyaset ve bürokrasideki laçkalığı, akıl ve ahlak dışı ilişki ağlarını kesin bir biçimde tasfiyeye yönelmeden imaj çalışmalarıyla, algı ve pr çalışmalarıyla kat edilecek bir mesafe gözükmüyor.

Giderek azalan toplumsal desteği, iyiden iyiye kabaran itiraz ve öfkeyi daha fazla Ata/Türkçülük vurgusuyla telafi etmeye kalkışmak tam bir çılgınlıktır. Geniş toplum kesimlerinde yükselen tepkiler en önce ehliyet ve liyakat söylemlerini ayaklar altına alan pratiklere, devlet imkânlarıyla haksız zenginleşmelere, haksız hukuksuz ama menfaat ilişkilerine göre tanzim edilen mahkeme kararlarına, TV ekranlarından bütün evlerin ortasına akan rezalet ve skandal mahiyetindeki programlara, mülakat adı altında tasfiyeciliğin ve keyfiliğin devlet kapısına egemen olmasına karşı yükselmektedir.

Hukuk devleti iddiasını şaibeli hale getiren, kanun ve prensiplerin uygulanmasında adamına göre muameleyi esas alan yozlaşmayla kim, nasıl mücadele edecek? Bu laçka, yozlaşmış ve çürümeye yüz tutmuş işleyişle mücadele "asıl beka sorununu teşkil etmektedir ve "terörle mücadeleden" daha büyük bir önem arz etmektedir.

Sadece siyasetin değil bir bütün olarak hukuk devleti ve adalet toplumu iddiasının arkasında durabilmek için sermayeden akademiye, medyadan bürokrasi ve siyasete kapsamlı ve tutarlı bir ciddiyetin esas alınması icap ediyor. Kemalist ideoloji ve ırkçı provokasyonların yükselişe geçtiği zemin usulsüzlük, yolsuzluk, kanunsuzluk ve keyfiliğin hâkim olduğu iklimdir. Kemalist ideoloji ve sembollere sarılarak, Kemalist kadrolardan daimi ekran yüzleri yaratarak, ırkçı-faşist provokasyon şebekeleri karşında acze düşüp mahalle ve sokaklarda mülteci-sığınmacı avına çıkararak yapılan siyaset devam ettikten sonra 50+1 kalsa ne olur, kalksa ne olur? 

Asli sorunu doğru tespit edemeyince çözümün öncelikli aşamalarını da doğru tespit etmek mümkün olmuyor elbette. Siyasetiyle toplumuyla Türkiye'yi böylesi suni ve faydasız gündemlerle meşgul etmek yerine makul ve faydalı girişimlerin önünü açmak gerekiyor. Lakin "top bizim sahadan çıksın da nereye giderse gitsin" çaresizliğiyle gerçekleştirilen vuruşlardan, başta sahipleri olmak üzere, hiç kimseye bir hayır gelmiyor!

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!