HAKSÖZ-HABER
Kendisine “nazar” değeli beri pek sık ortalıklarda görülmeyen Yaşar Nuri Öztürk daha fazla dayanamadı ki yine bir Ramazan günü ve yine Atatürkçülük feryatlarıyla ortalığa fırladı. Ama ne fırlayış!
Emin Çölaşan komutasındaki bir grup öz be öz Kemalist aydınlanma savaşçısıyla Ergenekon medyasının amiral gemisi olarak kararlılıkla yoluna devam eden Sözcü’ye konuşan Öztürk Hoca dobra dobra konuşmuş: “Müdafa-i Hukuk zihniyetinin, Mustafa Kemal’in bıraktığı yerden sürmesi lazım. Açık reçete budur. Türkiye’nin Müdafa-i Hukuk ruhuna sahip çıkmaktan başka selameti yok. Gerisi hikâye.”
Peki, Yaşar Hoca dünya ve ahretimizi kurtaracak bu “selamet reçetesi”nin tarifini kime vermiş? Yok, bu sefer şen şakrak kahkahaları ve ultra dekoltesiyle ünlü Saba Tümer’e değil. Hoca, bu reçetenin geniş toplum kesimlerine ulaşması için Saba Tümer kadar popüler olmasa da içindeki Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet ilkelerine bağlılık dolayısıyla askeri cunta tarafından Diyanet’in merkezine atama yoluyla yerleştirilen ve 14 yıl gibi uzun bir zaman Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Müdürü olarak vatan savunmasında görev almış Ayşe Sucu’yu tercih etmiş.
Hatırlatmak gerekirse Ergenekon’un diğer bir yayın organı olan ODATV’de Ayşe Hanım “din adına kadının ezilmesine, Atatürk’ün kötülenmesine ve türban faşizminin dinde farz olarak yer almadığına inanan aydın, çağdaş ve ufku açık bir hanımefendi” olarak tanınır ve tanıtılır. Bizzat Ergenekon uleması olarak nam salmış Şahin Filiz tarafından. İşte Ayşe Sucu Hanımefendi son görev mahalli olan Sözcü için Yaşar Nuri Hoca ile Kadir Gecesini idrak edeceğimiz şu günlerde büyük bir hayır işlemek maksadıyla hem bilgilendirici hem de eğlendirici bir sohbet gerçekleştirmiş.
Ayşe Hanım, Yaşar Hoca’nın Beykoz’da Boğaz’a nazır villasında ziyarete gitmiş ve burada kendisinden feyiz almış. Hocayı okurlarına “yaşarken ‘ekol’ olan ender şahsiyetlerden” diye tanıtmış. Performansının son derece yüksek ve sevenlerinin sevmeyenlerinden daha çok olduğuna dikkat çekmiş. Hayır, yanlış anlaşılmasın Ayşe Hanım, hocaya olan iltifatlarını sadece gıyabında telaffuz etmiyor.
İşte röportajın ilk sorusu şöyle: “İyi bir kalem, güçlü bir hitabet ve pek çok başarı. Bu bir lütuf mu?”
Öztürk Hoca’yı bilenler onun hiçbir zaman “estağfurullah, teveccühünüz” gibi kelimeleri ağzına almayan, kelimenin tam anlamıyla bir kibir ve gurur abidesi olduğunu gayet bilirler elbet. Onun için kendine tapınmanın bir kez daha teyit edildiği şu cümleleri bilmem kaç yüzüncü defa okumanın sinir bozuculuğuna bir kez de biz sürüklemek istemezdik sizleri ama maalesef elimizden bir şey gelmez: “Onların hepsi benim işimin icabı. Galiba biraz da Kur’an bana lütufta bulundu.” Tıpkı Karun’un ruhuna hâkim olan istiğna/tuğyan gibi: “O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” (Kasas/76)
Diyanet’i ve toplumu etki altına alması hususundaysa şöyle buyuruyor Yaşar Hoca: “Büyük fikir adamlarının kaderi budur. Ne büyük şanslı adamım ki bunları sağlığımda hayatımda gördüm.”
Bu faslı daha fazla uzatmanın âlemi yok diyerek gelelim Yaşar Hoca’nın en temel kaygısına. Ayşe Hanım soruyor ama Yaşar Hoca yerinde duramıyor adeta ve konuşmanın içeriğini şiddetlendirerek diyalogun mecrasını şöyle belirliyor.
A. Sucu: Türkiye’de Atatürk’le ilgili çok ciddi bir yıpratma kampanyası var…
Öztürk: Öyle deme o etmez. Türkiye bugün Atatürk’ü yok etmenin ana vatanı konumuna getirilmiş. Atatürk’ün anavatanı olmaktan çıkarıldı. Ben; televizyonları taradığım zaman özellikle Türk televizyon ve medyası Atatürk’e sövmek onu yok etmek için mi kuruldu diyorum… Yaptıkları başka bir şey yok.
Yaşar Bey ve Ayşe Hanım’ın kafa kafaya verip ağlaştıkları bu röportajı bir nevi bayram hediyesi olarak eğlencelik niyetiyle okumanızı tavsiye ediyoruz. Uzun ve nemli günlerin zorluğuna karşı biraz olsun rahatlık verecek karikatür yerine geçecek bir manzara duruyor karşımızda. Militarizm geriletilince, askerî vesayet darbe alınca, resmi ideoloji kâbusu zayıflatılınca kapıkulu ilahiyatçıların yerlerde sürünen verili itibarını izlerken ne kadar hamd etsek azdır.