Kemal Kılıçdaroğlu’nun başladığı ‘Adalet yürüyüşü’ iktidara yakın kesimlerde genel olarak istihza konusu oldu. Muhalefete yakın kesimlerin Gandi benzetmeleri ise bir hayli abartılı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başladığı ‘Adalet yürüyüşü’ne gerek iktidar gerek muhalefet tarafından garip ve yer yer de komik tepkiler veriliyor. Mesela iktidara yakın duran kesimlerden yer yer nükseden alaycı küçümseyici yaklaşımlar bunun örneği. İktidara yakın olduğu anlaşılan bazı sosyal medya kullanıcılarının ‘oruç’a vurgu yaparak Kılıçdaroğlu’nun eylemini mahkûm etme gayretleri de dikkat çekici. Halbuki muhatap zaten İslami duyarlılığa sahip değil. Dolayısıyla ‘oruç’ vurgusunu ölçü alarak eylemi mahkûm etmeye çalışmak tutarlı değil. Hani bunun yerine ‘Kemal Kılıçdaroğlu oruçtan kaçmak için böyle bir yolu deniyor’ dense belki basit ama bari mizahi bir değeri olurdu!
Bazıları da Kılıçdaroğlu’nu şov yapmakla itham ediyorlar. Şov mu değil mi ve menziline varır mı varmaz mı bilinmez ama bu yaştaki bir insanın birçok riski göze alarak giriştiği bu yolu, edindiği bu eylem biçimini tahfif etmek ve aşağılamak çok da hakkaniyetli olmasa gerektir. Hatta Kılıçdaroğlu’nun eyleminin –uğruna yürüdüğü kişi veya amaç bir tarafa bırakıldığında- tarz olarak Türkiye şartlarında bir siyasi parti liderinden beklenmeyen düzeyde bir özgünlük yansıttığı söylenebilir. Ve bu yüzden bir tepki biçimi olarak bu yaşta ve konumdaki bir insanın giriştiği böyle bir eylem her şeyden önce saygıyı hak etmektedir.
Bir de bu eyleminden ötürü Kemal Kılıçdaroğlu’nu Gandi’ye benzetenler var. Bu kıyas doğru değil ve abartılı. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun eylem tarzı haklı ama gayesi batıl. Gandi’nin ise böyle değildi.
Bununla birlikte sonuç olarak menziline varsın varmasın bu eyleminin siyaseten kendisine çok şey katacağı ve iktidarı olumsuz etkileyeceği açık. Adalet Bakanı Bozdağ’ın tepkisi de galiba bu yüzden. Neymiş efendim; Kemal Kılıçdaroğlu yargıyı tahkir edip hedef gösteriyormuş, yargının kararlarına itiraz edilemeyecekmiş! Sanırsınız ki ülkede dört başı mamur ve adaletin tıkır tıkır işlediği bir yargı sistemi var! Halbuki bu yargı sisteminin “Yeni Türkiye” diye övünülen zamanlarda bile bir türlü oturmadığı ortada. Öte yandan özellikle de 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL şartlarında hukukun maslahat namına adaletten nasıl uzaklaştığı ve sayısı binlerle ifade edilen bir mağdurlar ordusunu yaratmayı nasıl başardığı ortada iken “yargı” savunusu yapmak çok garip kaçmakta. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendince adalet arayışıyla giriştiği demokratik eylem biçimi günün birinde FETÖ soruşturmasının mağduru olmuş binlerce insanın aileleri tarafından gerçekleştirilse o zaman yine ‘yargının kararlarına saygı’ mı diyeceksiniz?
Kaldı ki kendi partisinin de bir zamanlar mağduru olduğu yargıya dair bu yaklaşımın Bozdağ’dan sudur etmesi de düşündürücü. Üstelik de genele vurulduğu durumda bu yaklaşım ve söylem biçiminin “Eski Türkiye”yi yansıttığı aşikar. Yargının kararları ne zamandan beri ‘layüsel’ oldu? İtiraz ve protestonun bu tarz bir jargonla savuşturulmaya çalışılması adalet ve hakkaniyete uymadığı gibi sahibine de bir faydası olmaz.
Başbakan Binali Yıldırım'ın konu üzerine bugün yaptığı değerlendirme de bu bağlamda tartışmaya açıktı. Açıklamasında Kemal Kılıçdaroğlu'nu eleştiren Yıldırım, "Adalet sokakta aranmaz" demiş. Bugün Kılıçdaroğlu'nun eylemi üzerine ortaya konulan bu söylem yarın öbür gün genelleştiğinde sorun olmaz mı? Acaba bu durumda "sokakta adalet arayan" insanları suçlamak mı yoksa onları sokakta adalet aramaya iten ihmalleri muhasebe etmek mi daha doğru olur? Tamam, insanların adaleti sokakta aramaları istenen bir durum değildir ama ya müesses nizama ve onun "adalet"ine güvenleri sarsılmışsa? Kaldı ki "sokak"ı bu kadar da ötekileştirmemek, yabana atmamak lazım. Zira sokakta adaletsizliği teşhir etmek, dönüp orada adaleti haykırmak günü gelir bugün bunu tahfif edenler için de bir ihtiyaç olur. Bu söylediklerimiz tabi ki salt Kılıçdaroğlu eyleminin tekil örnekliği içerisinde algılanmamalı. Siz tekil bir örnekten yola çıkarak soyut ve genel normatif bir dil kullanırsanız tabiatıyla sözünüz genelleme riskini taşır ve sizi ofsayta düşürür.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet yürüyüşü’ karşısında sergilenen bu uç yaklaşımların ötesinde Kemal Öztürk’ün yazısı olması gereken makul bir perspektifi yansıtıyor. Yeni Şafak gazetesindeki yazısında bu konuyu değerlendiren Kemal Öztürk, Kemal Kılıçdaroğlu’na insani bir yaklaşım sergilemiş ve eyleminin teknik olarak neden sonuçsuz kalacağını gayet makul şekilde izah etmiş ve ek olarak Kemal Bey’e sağlığını koruması için tavsiyelerde bulunmayı da ihmal etmemiş!
Kemal Öztürk’ün 16 Haziran 2017 tarihli Yeni Şafak’ta yayınlanan “‘Gandi’ Yürüyüşünün Teknik Tarafı” başlıklı yazısının konuyla ilgili kısmını iktibas edelim:
KILIÇDAROĞLU PARKURU BİTİREBİLİR Mİ?
Yürüyüş güzergahı yaklaşık 500 km. Kılıçdaroğlu’nun her gün 18 km yürüyeceği ve 28 günde bu yolu bitireceği söyleniyor. Kağıt üstünde hesap doğru. Ama iş öyle kolay değil.
Yaşı kaç olursa olsun, sağlıklı fiziki yapısı, antrenmanlı ve düzenli yürüyüş yapan bir kişi ancak bu parkuru bitirebilir. Kılıçdaroğlu 69 yaşında ve antrenmansız.
Kaldı ki, 10 yıldır düzenli yürüyen, Kemal Beyin yarı yaşında olan ben bile (evet biraz yaşımı küçük gösterdim) bu parkuru gözüme kestiremedim.
Asfalt yolda yürümek, toprak yolda yürümekten iki kat daha zordur. Sert zeminden dolayı kaslar daha hızlı sertleşir ve laktik asitle dolar. Bir süre sonra kaslara kramp girer ya da lifler atar. Buna hazırlıklı olmak lazım.
Hava sıcaklığı yürüyüş için en önemli engellerden biri. Hava karardıktan sonra yürümeyi yasakladı valilik. O nedenle gün doğarken yürümeye başlayıp, gün batarken bitirmesi gerekecek. Bu, günlük yaklaşık 10-11 saat demek. Dinlenerek ve beslenerek 18-20 km ancak bitirebilir.
Ankara-İstanbul yolu düz sayılır. Bolu tünelinden geçmesine izin verilmezse, dağı aşması gerekecek. Ancak valilik de zorluk çıkaracak değil herhalde.
Sakarya, Düzce, İzmit yeşillik ve düz. Ama nem çok. İzmit sonrası kötü. Otobandan ya da E-5’ten yürümesi halinde aşırı egzoz ve toza maruz kalacak. Bu, sağlığı açısından tehlikeli bir şey.
TEKNİK MALZEME SORUNU
Yürüyüşte en önemli şey fiziksel dayanıklılıktır. Sonra da teknik malzeme gelir. Kılıçdaroğlu beyaz gömlek, kumaş pantolon ve spor ayakkabı ile yürümeye başlamış. Yanlış.
Yarından sonra ayakkabıdan dolayı ayakları su toplayacak ve yürümesine engel olacak. Şapka takmadığı için güneş çarpmasına maruz kalabilir. Cildini korumazsa kısmi yanıklar, su toplamaları ve soyulmalar oluşabilir. Ayrıca çok su kaybeder.
Gömlek ve iç çamaşırları termal özellikte olmadığı için teri emecek ve kurumadan ıslak kalacak. Sık sık değiştirmezse hasta olabilir. Bu arada Kemal Beyin koruması daha doğru giyinmiş.
Gandi gibi eline bir asa almasını öneririm. Dağlık arazilerde iki tane yürüme sopası/batonu taşıyoruz. Ancak asfaltta bir tane yeterli. Hem düşme, ayak katlanması gibi anlarda dayanak olur, hem de güç alır bu asalardan. Ayrıca Gandi’ye daha çok benzer.
AKŞAM OLUNCA EVE GİTMELİ
Elindeki pankartı uzun süre öyle dik taşıyamaz. Bir süre sonra o küçük pankart sanki demir yığını gibi gelecektir kollarına. Bence omuzlara takılan, kolları meşgul etmeyen bir pankart geliştirmeliler. Ya da medya gidince pankartı korumalar taşısın.
Yürürken oruç tutması imkansızdır. Su, tuz ve şeker kaybından hastanelik olabilir. O yüzden sürekli su içmesi ve beslenmesi lazım. Hele bu yaşta daha çok dikkat gerek.
Akşam olunca çadırda kalacağım demiş. Bir iki gün çadır iyi ama sonrası çileye döner. En iyisi akşamları bir aracın Kılıçdaroğlu’nu evine götürmesi, sabah kaldığı noktaya geri getirmesidir. Hemen bakım yapılması ve iyi dinlenmesi gerekecek. Bir de partinin işleri, siyasetin gündemi yok mu? Onlarla da akşamları ilgilenmiş olur.
Fakat en kısa zamanda yürüyüşe uygun teknik malzeme edinmeli. Beslenme, su ihtiyacı dinlenme için bir program yapmalı. Aksi takdirde hastanelik olur ve yürüyüş bitmiş olur. Yani aramızda kalsın, bu da bir taktiktir tabi.
YÜRÜYÜŞÜN SONU NASIL OLUR?
Şu anda Gandi benzetmeleri, medyanın ilgisi, teşkilatların heyecanıyla yürüyüş zevkli bile olabilir. Bir süre sonra dünya medyasının da ilgisini çeker. Bu tahminim bir hafta sürer. Yani 130 km. Gerede’ye az kalmış olur. Ardından ilgi düşer. O zaman her gün bir çileye döner.
Bir süre sonra fiziksel rahatsızlıklar başlayacak. İradesi güçlü bile olsa, kasların, kemiklerin teknik olarak bir taşıma kapasitesi var. Benim tahminim bir hafta, on gün sonra bir şekilde bu yürüyüş sona erecektir. Ya da ara verilebilir. Ben Likya yolunu 9 senede yürüdüm. 550 km. Yani her yıl bir bölüm. Kılıçdaroğlu da aynı şeyi yapabilir. Neden olmasın?
YÜRÜYÜŞÜ ENGELLEMEK HATA OLUR
Yürüyüş esnasında kesinlikle bir ambulans ve bir dinlenme/beslenme aracı eşlik etmeli. Bizim gibi dağlarda derelerden su içip, ot yiyecek hali yok koca muhalefet liderinin.
Olayı siyasi gerilim yapmaya da gerek yok. Şiddet içermediği sürece insanların yürümesinden zarar gelmez. Hatta sağlıklı bir şeydir. Hükümetin bu yürüyüşü engellemesi çok yanlış olur. CHP ise şimdiden hareketlenmiş illegal örgütlerin provokasyonlarına karşı dikkatli olmalı.
Bu arada muhalefet bu yürüyüşle şunu da ilan etmiş oldu: ‘Sandıkta, mecliste ve siyasette yapacak bir şeyim yok, o nedenle artık eylem yaparak siyaseti etkilemeye çalışıyorum’.
Bu bir siyasi parti için kötü bir imajdır aslında. Ancak örgütler ve sivil toplum kuruluşları böyle eylem yapar. Bunu da unutmayalım.
Yine de yürümek güzeldir. Asfalt ve egzoz dumanı olmayaydı iyiydi.