Ya da Kemal Kılıçdaroğlu mu?
İlk önce ortalığı kasıp kavuran bir fırtına, tozu dumana katan bir kasırga, ardından bardaktan boşanırcasına, doluyla karışık yağan bir yağmur, gök gürültüleri ve çakan şimşekler… Şimdiyse ortalık süt liman…
CHP’nin yeni başkanı ve yeni üyeleri açmışlar bayrakları, her şey olağan seyrindeymiş gibi iktidara yürüyüşe(!) geçmişler. Bayram çocukları gibi şen ve sevinçli, adeta özlemiyle yandıkları bir güne kavuşmanın mutluluk deryasında yüzmektedirler. Demek ki tüm keramet kasetteymiş…
Baykal gitti, kavga bitti öyle mi? Tüm küskünler kürkçü dükkanına döndüklerine, Deniz Baykal’la kılıç-kalkan oynayanlar meydanları doldurduğuna, Rahşan Ecevit elinde kasketi CHP kurultayına koştuğuna göre, öyle gözüküyor.
Kaset imzalı bir tablo var önümüzde. Bir, bakıp gördüğümüz, iki, gördüğümüz ve hissettiğimiz çift boyutlu bir tablodur bu. İlk boyut Baykal cephesini, diğer boyut ise CHP, Kılıçdaroğlu ve statükocular cephesini kapsamaktadır. Birde bu tabloyu dışarıdan seyredenler açısından iki boyutu vardır. Modern yaşam adına ‘ahlak ve etik’ kurallarını önemsizleştirenler, silikleştirenler, yok sayanlar ve bu değerleri önemseyip, yok sayılmasının toplumun yıkımı olacağına dikkat çekenler. (Satranç oyunu gibi değil mi?)
Baykal ilk deprem sarsıntısıyla yerinden oynatıldığında çığlıklar yükselmiş, gözyaşları akmış, bir avuç genç açlık grevine başlamış, teşkilattakiler geri dönüşü için imza kampanyaları başlatmış, ‘her daim liderimizin arkasındayız’ mesajları vermiş, sabahlara kadar toplantılar yapmış, çareler aramış ve onu sahipsiz bırakmayacakları türkülerini söylemişlerdi.
Fakat ne oldu da düşünceler değişti, gelmemesi için birliktelikler kuruldu, yeni lider belirlendi, açlık grevi düğün alayına döndü, üzerlerine hüznün çöreklendiği CHP’ler, birden bire davullu zurnalı kurultay yapıp, hasretle beklenen(!) lider edasıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nu bağrına bastı/basmayı seçti.
Kılıçdaroğlu seçildi de, peki ya Baykal? Onu nereye oturtacak CHP’liler ve yeni lider? Üzerine atılan çamur (öyle olmasını umuyoruz) öylece üzerinde mi kalacak? Üzerindeki çamuruyla siyasete devam mı edecek? Komplo olduğuna inandığı bir tuzağın ardından, liderliğe soyunan Kılıçdaroğlu, vicdan rahatlığıyla ve hür iradesiyle bu görevini sürdürebilecek mi? Tarih, kendisinin nasıl bir zamanda ve nasıl bir olayla liderliğe geldiğini unutmayacak ve her fırsatta yüzüne vuracaktır. Bunu da bir kenara not almak lazım.
Bu kısa açıklamalardan sonra, başlangıç cümlesinde sorduğumuz soru, kendiliğinden yanıt bulacaktır aslında. Çünkü kongredeki konuşmasında, sonraki açıklamalarında ve en önemlisi Deniz Baykal’la yaptığı görüşmenin ardından verdiği demeçte, sorumuzun cevabının ilk ışıkları görünmeye başlamıştır.
Medyada, siyaset arenasında, tv ekranlarında ve halk arasında dillendirildiği üzere, donuklaşan, durağanlaşan, AKP karşısında irtifa kaybeden bir CHP yerine, yenilenmiş bir oluşum gerekiyordu. Bunun farkında olan Kılıçdaroğlu, birkaç cümle değişikliğiyle, zihniyetlerinde en ufak bir oynama yapmadan bunu halletmenin yolunu seçti. Bazı yazar-çizer takımı ve kimi medya kuruluşunun pohpohlaması ve üfürükleriyle de, şişirilmiş bir balon gibi, oradan oraya dolaşmaya başladı.
Niyetimiz kökten reddetmek, ‘zaten onların ne olduğu belli’ misali önyargılı tavır sergilemek veya inadına eleştirmek değildir. Ortalıkta dolaşan, kafaları kocaman kocaman kurcalayan soru işaretlerinin, acabaların olduğuna dikkat çekmek ve ümidimizin, CHP’nin artık gerçekten sosyal demokrat kimliğine bürünebilmesinin temennisi olduğunu belirtmektir. Ciddi bir muhalefetin olmadığı yerde, keyfiyetin olması kaçınılmazdır. İşlerin aksaması, yolsuzlukların artması, işgüzarlıkların çoğalması, haksızlıkların, özgürlüklerin kısıtlanması içten bile değildir.
Muhalefet, itici güç vazifesi görmek, gedikleri kapatmak, alternatif sunmak ve alternatif olabileceğini gösterebilmek zorundadır. Oysa bugüne kadar hep tersi olmuştur. Muhalefet gedik açtıkça iktidar kazanmış, muhalefet yolları tıkadıkça iktidar daha geniş yollar arayışına girmiştir. Geçmiş ezberin bozulması, gerçek sosyal demokratlığın piyasaya sürülmesi, halkı ve devleti rahatlatmanın yollarının tercih edilmesi gerekmektedir. Çünkü yeni liderin zikrettiği gibi ülkede sadece aş, iş ve güvenlik sorunları yoktur. Diline alamadığı daha pek çok sorun çözülmeyi beklemektedir.
Bu ülkede Kürt Meselesi denen bir sorun vardır ve bunu da asla Kürtlerin kendileri çözemezler. Sorunun var olduğunu, muhatapları zaten bilmekte ve dillendirmektedir. Önemli olan, aynı sorunla muzdarip olmayan, olayın dışındaki gözlerin mevcut durumu görüp, sorun olarak kabul etmesi ve bu sorunu sahiplenmesidir. Ancak o zaman ortak payda altında, çift yönlü bir iletişimle çözülebilir.
Durumu, inancı, ideolojisi vs nedenlerden ötürü bu meseleyi AKP çözememiştir ve çözemeyecektir. Çözülecekse eğer bu sorun, kanımca tek adres CHP’dir. Yani sosyal demokrat bir parti olduklarını hatırlamalı ve köstek olmak yerine, artık bu meseleye el uzatmalıdırlar.
Bu ülkede bir başörtüsü sorunu, meselesi, zulmü, adına her ne derseniz vardır ve yine çözüm adresi CHP’dir. Ayrıştırıcı, bölücü ve devletçi kimliklerini çıkartıp, özgürlükleri savunan, hak ve adaletin yanında olan, sosyal demokrat kimliğini eyleme geçirmeli, okuyan veya çalışan, hizmet alan veya hizmet veren ayırımı yapmadan, dilinde bayraklaştırdığı söylemlerini pratiğe dökmelidir.
Bu ülkede anayasa, hukuk ve adalet sisteminde arızalar, teklemeler ve hatta çatlaklar vardır. Düne kadar bu sorunların müsebbibi olarak başrolde bulunanlar, laiklik diye diye ülkeyi çıkmazlara sürükleyenler, ayak bağı olmaktan, ‘derin mevzulara’ dalmaktan, oraları görmezden gelmekten ve şımarık bir çocuk edasıyla, her fırsatta yargıyı zora sokmaktan vazgeçmelidir.
Bu ülkede dini inançlara müdahale sorunu mevcuttur. Namazından, örtüsünden ve hatta yüzüğünden dolayı meslekten atılanların, okullara sokulmayanların, işe alınmayanların ahları yükselmektedir semaya. CHP daha fazla kulak tıkamamalıdır yükselen figanlara.
Ve bu ülkede işsizlik, yolsuzluk, azınlıklar, tarım, hayvancılık, ekonomi gibi pek çok konuda sorunlar mevcuttur. Bu sorunlar sadece iktidar partisinin ve halkın sorunu değil, aynı zamanda muhalefette kalan diğer partilerin, vatanını ve milletini seven, sorumluluklarının bilincinde olan, aklıselim herkesin sorunudur. Kimse kendisini kenara çekme lüksüne sahip olmamalıdır…
AKP genel başkan yardımcısı Hüseyin Çelik ana muhalefet partisi için neler söylemiş(kasetten önce):
“Sabahları spor, mükellef kahvaltı. Tam bir emekli hayatı. Sayın Baykal niye iktidar olsun ki?.. Kendisi, 2002 seçimlerinden sonra Yaşar Nuri Öztürk’e ‘Hocam biz iktidar olup da başımıza bela mı alacağız’ demişti. İktidar ateşten gömlek. Muhalefetse adamın saltanat kayığı!.. CHP zengin partidir. Ana Muhalefet Lideri de protokolde beş altı adamdan biridir... Ne olacak ki; sonuçta 50 seçim kaybetse de gitmiyor!..” Bir partinin varlık sebebi takoz olmamalı.
Yeni lider sık sık ziyaret edip akıl danışacağını belirttiği Baykal’ın izinden gidecekse eğer;
Maskeler değişmiş, zihniyetler aynı kalmıştır, yenilik beklenmeye beyhude.
Kasketimi takarım, işime de bakarımsa eğer;
Dünya ile birlikte Türkiye’de çehre değiştirmiştir. Aş, iş söylemleri bu zamana küçük gelmekte, dış ilişkiler, bölgesel sorunlar, ekonomi, anayasa, yargı, hak ve özgürlükler gibi kuşatıcı meselelerle genişlemeye çalışılmalıdır. Aksi takdirde, sandık günü geldiğinde, haddi bildirilenlerden olmaları kaçınılmaz olacaktır.
İnsanlar kim olduklarını, nereden geldiklerini, toplumun kendilerinden neler beklediklerini önemsemezlerse, geldikleri gibi giderler. Bizde bu medya ve patronlar oldukça, deveyi pire, pireyi de deve yapmak hiç zor değildir ve tarih örneklerle doludur. Peki, Kılıçdaroğlu kendisinden ve CHP’den beklentilere cevap verebilirse ne olur?
Ülke ve partisi menfaatine iyi şeyler olur ama bunu oldururlar mı o soru işareti.
Bakalım zaman ne gösterecek. Güçlü bir CHP, gerçek bir CHP herkesimin beklentisi. Umalım, Kemal Kılıçdaroğlu sözde değil, özde bir değişimin temsilcisi olsun.
Selam ve dua ile.