Kelimelerle ifade edilmeyen hususlar üzerine düşünmek...

Gökhan Özcan, insanın düşünme biçimi ile yakından alakalı olan kelimelerin aynı zamanda sınırlandırıcı bir özelliği de olabileceğine dikkat çekiyor.

Gökhan Özcan / Yeni Şafak

Kelime anlamından küçüktür!

“Kelimeler, gerçekliği insan zihninin kavrayabileceği bir boyuta indirger ve emin olun, bu da o kadar derin bir boyut değildir” diyor Eckhart Tolle, ‘Var Olmanın Gücü’ kitabında.

Alemdeki her şeyin yaratılışının bir kelime ile başladığına inanıyoruz. Allah “Ol!” dedi ve her şey onun ardından zuhura geldi. Bu izahın insan idrakine uygun olacak bir şekle indirgendiğine şüphe yok. Ancak izahın bir kelimeye ihtiyaç göstermesi bahsi önemli... Bizim bir şeyi idrak edebilmemiz için kelimeye, kelimelere ihtiyacımız var. Kelimelerle düşünebiliyoruz, bir anlamda zihnimizin yürümek için attığı adımlar onlar...

Kelimelerimiz kadar söyleyebiliyor, söyleyebildiğimiz kadarıyla yetiniyorsak yine kelimelerimiz kadar anlayabiliyoruz. Burada bir açık kapı var değil mi; söyleyebildiğimiz kadarından daha fazlasını anlamak da mümkünmüş sonucu çıkıyor buradan. Doğrusu öyle, kelimelerin anlamları tümüyle aktarabilmesi neredeyse imkansız. İletişim kurmak için kelimelerin içlerine sığdırabildiğimiz şeyler yeterli olabilir ama anlamak ve anlaşmak için daha fazlası lazım elbette. Anlam zihnin içinde kendini büyütürken kelime bir yerden sonra kendi sınırına dayanıp orada kalıyor. Şairin, dilin söyleyişinin tükendiği yere geldiğinde çaresiz kalıp ‘kelimelerin kifayetsizliği’nden şikayet etmesi boşuna mı?

Eckhart Tolle’nin söylediğinde bir haklılık payı var; evet, kelimeler kaçınılmaz biçimde anlamın, muhtevanın, kastın daha basit bir düzeye indirgenmesini gerekli kılıyor, işin tabiatı bu... Yüzlerce ağaca, o ağacın belki de binlerce yıllık hikayesine, o hikayeyi o ağaçlarla birlikte yaşayan sayısız diğer canlıya biz yeri geldiğinde ‘orman’ deyip geçmiyor muyuz? Evet, başka ayrıntılara girebiliriz orman hakkında ama o zaman başka kelimelere ihtiyaç duyarız ve onları da yine kaçınılmaz olarak yüzey anlamlarına indirgeriz. Çünkü konuşma daha ziyade gündelik hayatın emrindeki bir şeydir, hayatın gündelik ihtiyaçlarını karşılayan basit söz alışverişleriyle ilerler. Daha fazlası tefekkürün ve tasavvurun neticesi olmalıdır ki, hem insanların büyük kısmı istisnai olarak bu meselelere girer hem de orada oluşan birikim kelimeler için fazla doğurgan ve geniştir. Kelimeler yaşayan, akan, canlı şeyleri ifade etmekte tabiatları gereği acizdir, ancak anlamı sabitleyerek ya da başka bir ifadeyle dondurarak içlerinde barındırabilirler.

Öte yandan Tolle’ye bir itiraz olarak değil ama belki bir ilave olarak şunu da söylemek lazım: Kelimeler her insan için belli bir yerden sonra kifayetsiz olmakla birlikte, kişiden kişiye değişen derinlik ve genişlik kazanabilirler. Bu en üst idrak seviyesinde dahi kelimeleri mutlak ifade gücüne kavuşturmaz ama onların ifade imkanlarını azımsanmaması gereken seviyede arttırabilir. Ancak bu da yine insanın kelimelerle yürüyemediği yerlere doğru adımlar atmaya azmetmesiyle olabilecek bir şey... Yani, zihnimizin ve kalbimizin sadece kelimelere emanet edemeyeceğimiz kadar büyük olduğunu hatırımızda tutmalıyız. Ve belki kelimelerin ördüğü dünyaya sıkışıp kalmamak için kelimelere gelmeyen şeylere merakımızı da canlı tutmalıyız.

Emil Michel Cioran, ‘Çürümenin Kitabı’nda kelimeleri yeniden düşünmemize sebep olabilecek bir anlam penceresi açıyor: “İnsan aktarılamayan kelamın sonsuz vecdi içinde yalnızca kendini dinlemeliydi, kendi sessizlikleri için kelimeler ve sadece kendine ait pişmanlıklar için işitilebilen akortlar uydurmalıydı. Ama evrenin gevezesidir o, ötekiler adına konuşur, benliği çoğul biçimi sever.”

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?