Kelimeler Arasında

Ahmet Varol

Mizah Resûlullah (s.a.s.)’ın sünnetinde de var. Tabii nezaket ölçülerini muhafaza etmek şartıyla. Mizah aynı zamanda toplumların kültürel birikimlerinin parçalarından biridir.

Fakat bizim yazılarımız ara sıra mizahî ifadeler içerse de yorum ve bilgi ağırlıklıdır. Bugün bazı kelimelerin yaygınlaşmasına ve kullanımındaki üslûp hatasına dair eleştirilerimizi mizahî bir tarzda dile getirmek istiyoruz.
Hayatımıza renk katan muhtelif ihtiyaç maddelerinin seçiminde olduğu gibi kelimelerin seçiminde de toplum psikolojisini yönlendiren bir moda anlayışının etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden bazı dönemlerde bazı kelimelerin yerli yersiz ve ifade ettiği anlam nazarı dikkate alınmaksızın çok sık kullanıldığını söyleyebiliriz. Ama bu tür kelimelerin sıkça kullanılması aynı zamanda biraz erken eskitilmesine sebep olabiliyor. Şu var ki yaygın olduğu dönemlerde kullanım tarzları bazen sıkıcı derecelere varıyor. Çünkü hiç ilgisi olmayan yerlerde kullanıldığına şahit oluyoruz.
Bir zamanlar “olay” kelimesinin kullanımı bayağı modaydı. Öyle ki nerede bir yaprak titrese olay oluyordu. Bir kimsenin gömleğinin düğmesini ters iliklemesinden söz ettiğinizde bir olayı gündeme getirmiş oluyordunuz. Mahallesindeki horozların sabah erken vakitlerde ötmeyi bırakması hakkında yorum yapmak isteyen kişi sözüne “bu olay” diye başlıyordu.
Bu günlerde çok cömert olduk. Her şeyi paylaşıyoruz. Moda, fikirlerini yahut bildiklerini paylaşmakla başladı ve bu yönde kullanımı anlamına uygundu. Ama şimdi yerli yersiz ne bulursak paylaşıyoruz. Örneğin adam hastalığından söz edecektir; “hastalığını” bizimle paylaşır. Davul çalacaktır, davulunu bizimle paylaşır. Dursun Ağa düğünde horon tepmeye hazırlanıyor; “evet değerli misafirlerimiz şimdi Dursun Ağa horonunu bizimle paylaşacak” diye takdim ederiz adamı.
“Yahu arkadaş, zurnanı benimle paylaşırsan ne bana yarar ne sana! Gel sen bunu paylaşma, sende kalsın. Ben senden bir şey istemiyorum. Zaten zurna çalmayı da bilmiyorum. En iyisi sen zurna çalma konusundaki marifetini ortaya koy; düğüne gelen misafirlerimiz de zevkle dinlesinler!”
Söz paylaşmaktan açılınca kelimenin kaynağına da biraz inelim isterseniz. Kelime Türkçedeki ekler kullanılarak fiil yapılmıştır, ama kökü Farsçadır. Ayak anlamına gelen “pâ” veya “pây” kelimesinden üretilmiştir. Ayak aynı zamanda bir parçayı ifade ettiğinden bu kelime “hisse” anlamında kullanılmıştır. Türkçede de “paylaştırma” kelimesi taksim, bölme, hisselere ayırma anlamında kullanılmıştır. Bu arada bir kimsenin sahip olduğu bir şeyden başkalarının yararlanmasına imkân vermesi için “paylaşma” kelimesi kullanılmıştır. Ben de bu konuda bildiğimi sizlerle paylaşmış oldum. Güle güle kullanın. Başkalarıyla da paylaşabilirsiniz. Çünkü bilgi paylaşmakla azalmaz.
Geçenlerde Internetten haberleri okurken, birden çarpıldım; az kalsın sandalyeden aşağı düşecektim. Meğer “çarpıcı” bir haber okumuşum. Yok, canım şaka yapıyorum; okuduğumun haber kalitesi bile yoktu. “Aşırı laik” bir siyasi lider cübbeli ve sarıklı bir hocayı arayıp “geçmiş olsun” dileklerini iletmişmiş. Ne var bunda öyle çarpılacak? Biz daha önce aynı kişinin çarşaflı bayanların yakalarına rozet takışının fotoğraflarını gördüğümüzde de çarpılmamıştık.
Fakat “çarpıcı haber” yayınlamak iyice moda oldu. Her zaman çarpıcı haber bulmak da kolay olmuyor. O zaman habercilerimiz kendileri bir şeyleri yan yana getirip “çarpıcı haber” üretiyorlar. Bakıyorsunuz Hillary Clinton aynı eteği iki gün üst üste giyiyor, “çarpıcı haber” oluyor. ABD Başkanı Obama, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’a “sabrımı taşırma, bizim de bildiklerimiz var” diye mesaj gönderiyor “çarpıcı haber” oluyor.
Bu kadar çarpıcı haber çok değil mi? Cinler bile insanları bu kadar çarpmamıştı. Ama artık bu çarpıcı haberlere iyice alıştık. O yüzden hiç çarpılmıyoruz. Sadece spotlarını okuyor ve gülüp geçiyoruz.
“Çarpıcı haber” çıktıktan sonra “şok haberler”in pabucu dama atıldı. O yüzden eskisi kadar çok sayıda şok haber yayınlanmıyor. Ama ara sıra karşılaştığımız oluyor.
Son zamanlarda bir de fazla “atıcı” olmaya başladık. Eskiden “farz edelim” derdik, “faraza” derdik. Sonra “mesela” kelimesi yaygınlık kazandı. Ardından “örneğin” demeyi tercih etmeye başladık. Derken hadi biri yetmiyor ikisini birden kullanalım dedik ve sıkça “mesela örneğin” demeye başladık. Şimdi ise sürekli atıyoruz. Bir örnek üzerinde duracak olan söze “atıyorum” diye başlıyor. Ne gerek var atmaya! Bilmiyorsan, tahmin et, bir örnek ver veya farz et. Diğerleri gene neyse de bu kadar “atmak” doğrusu beni çok rahatsız ediyor. Üstelik hep boşa atıyoruz! O yüzden ben hiç atmıyorum, gerekirse örnek veriyorum.
Birkaç yıldır görüşmediğimiz dostlardan biriyle karşılaştığımda “göbeği biraz büyütmüşsün” diyor. Ne yapayım gelen giden “kendine iyi bak!” diyor, ben de kendime iyi bakıyorum.

VAKİT