25-29 Mart tarihleri arasında Filistin davasıyla ilgili bazı toplantılara katılmak ve görüşmeler gerçekleştirmek amacıyla Beyrut’ta idim.
O yüzden bir süre yazılarımızda, katıldığımız toplantılardan ve yaptığımız görüşmelerden bazı notlar aktaracağız inşallah. Fakat söze önce hepimizi üzüntüye gark eden bir kazayla ilgili intibalarımızı aktararak başlamak istiyorum.
25 Mart Çarşamba gecesi Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğüne ve enkazının da bulunamadığına dair haberin üzüntüsüyle Beyrut yolculuğuna çıktım. Tabii sağ olabileceği ihtimali içimizde bir ümidin ve temenninin canlı kalmasına vesileydi. Ama helikopterin düştüğü yerde şiddetli soğuk ve kar olduğuna dair bilgiler de o ümit ve temenninin gittikçe takatini kaybetmesine yol açıyordu. Çünkü şiddetli soğuğun nasıl kısa zamanda etkisini gösterdiğinin az çok tecrübelerini yaşadım.
Yola çıktığımda olayın üzerinden birkaç saat geçtiği halde hâlâ kaza yerine ulaşılamadığı haberlerinin gelmesi şaşırtıyordu. Beyrut’ta sabah namazının ardından biraz dinlendikten sonra kahvaltı edip Kudüs Müessesesi’ne gittim. Ben daha talepte bulunmadan bir değerli arkadaşım bilgisayarını göstererek onunla Internet’ten yararlanabileceğimi söyledi. İlk iş olarak Muhsin Yazıcıoğlu’yla ilgili haberlere baktım. Hâlâ ulaşılamadığı söyleniyordu. Gerçekten durum şaşırtıcı ve korkutucuydu. Tabii birilerini mahkûm etmek için elimizde bilgi ve delil olması gerekir. Dolayısıyla o işi mahkemelere bırakmakla birlikte böyle bir duruma da şaşıyordum ve ister istemez zihnimde birtakım soru işaretleri oluşuyordu.
Ben, Filistin’e Destek İçin Uluslararası Halk Kongresi hazırlık toplantısına Türkiye’den katılacak ekipteki diğer arkadaşlardan bir gün önce giderek Kudüs Müessesesi’nin şube başkanları toplantısına katılma fırsatını değerlendirmiştim (şube başkanı sıfatım olmamakla birlikte kurumun Genel Kurulu’nun Türkiyeli üyesi sıfatıyla). Ertesi sabah Türkiye’den diğer arkadaşlar da geldiler. Kendilerine olayla ilgili gelişmeleri sordum. Muhsin Yazıcıoğlu dışındakilerin cesetlerinin bulunduğunu ama Muhsin beye hâlâ ulaşılamadığını söylediler. Bu da şaşırtıcıydı. Böyle bir durumun tek bir ihtimali olabilirdi; Muhsin beyin kazada ölmemiş ve en yakın yerleşim alanına ulaşarak hayatını kurtarmak için olay yerinden uzaklaşmış olması.
Türkiye’den gelen diğer arkadaşların da en çok merak ettikleri bu kazayla ilgili gelişmelerdi. Arkadaşlardan birini ne zaman Türkiye’den bir kişi arasa ilk sorduğu husus bu hadiseyle ilgili gelişmeler oluyordu. Perşembe günü akşama doğru Muhsin beyi de bulmuşlar ama o da ölmüş diye haber aldık. Ertesi gün bunu yalanlayan bir haber ulaştı: “Hayır dün değil, bugün iki saat önce bulunmuş!”
Pazar sabahı 03.45’te hareket edecek uçağa bindiğimizde aldığımız gazetelerdeki haberler duyduklarımızın tümünü yalanlıyordu. Kaza yerine bölgedeki köylüler, ellerinde hiçbir elektronik cihaz olmadan geleneksel yöntemlerle ulaşmışlardı.
Bütün bu gelişmeler teknolojinin tabulaştırılmasının anlamsızlığını ortaya koyduğu gibi haberciliğin de ne kadar disiplinsiz, düzensiz ve pespaye yürüdüğünü gözler önüne sermesi açısından düşündürücüydü. Aynı olayla ilgili üç gün içinde yayınlanan haberleri derleyip bir tahlilini yapın, aralarındaki ihtilafın binlerce yıl önce yaşanmış olaylar hakkında aktarılan rivayetler arasındaki ihtilaftan fazla olduğunu göreceksiniz. Böyle bir habercilik ne kadar güven verici olabilir?
Ben şahsen habercilikte çok ilginç şeylere rastladığımı söyleyebilirim. Bir örnek vereyim: Önemli bir toplantı oluyor, muhabirler geliyorlar. Toplantıyla ilgili programı ve programda adları geçenlerin yapacağı konuşmaların önceden gönderilmiş metinlerini alıyorlar. Sonra götürüp o kâğıtlardan haber çıkarıyorlar. Toplantının ise sadece açılış kısmında, fotoğraf çekmek amacıyla bulunuyorlar. Oysa programda isimleri geçenlerden bazıları hiç gelmiyor. Ertesi gün gazetelere bakıyoruz; hiç toplantıda bulunmayan şahısların “yaptığı (!)” konuşmalardan notlar veriyorlar. Ne yazık ki Türkiye’de habercilik gerçeği bu! Kolaycılık ve masaüstü haberciliği. Dolayısıyla olaylara göre değil de tahminlere, varsayımlara ve bazen de temennilere göre haberler çıkarılıyor.
Arkadaşlarımızla yaptığımız değerlendirmeler bütün herkesin zihninde helikopterin düşmesi olayının rasgele bir kaza olmadığı tereddüdünün oluştuğunu ortaya koyuyordu. Muhsin Yazıcıoğlu’nun daha önce de önemli kazalar atlatmış olması bu tereddüdü güçlendiriyordu.
Türkiye gerçekten önemli bir şahsiyetini daha kaybetti. Yüce Allah’tan Muhsin Yazıcıoğlu’na ve beraberinde hayatlarını kaybedenlere rahmet, hepsinin yakınlarına ve bütün Türkiye halkına başsağlığı diliyorum.
VAKİT