Ölümün bize ne zaman geleceği hakkında elimizde kesin bir bilgimiz yok..
Esasen öyle bir şey olsaydı, herhalde hayat çok çekilmez olurdu.
Denilir ki; Hz. Süleyman’ın vezirlerinden birisine ölüm meleği gözükür ve ‘çok kısa bir süre sonra emanetini geri alacağını’ söyler.
Vezir, hemen Hz. Süleyman’a gider ve durumu anlatıp, ‘Rüzgâra emret, beni hemen Hind diyarına ulaştırsın..’ der..
Âteş, rüzgar, su vs. gibi tabiî güçler üzerinde bile hüküm sahibi olduğu bildirilen Hz. Süleyman bu isteği yerine getirir ve vezir derhal Hind diyarına gönderilir.
O sırada Hz. Süleyman’ın ikamet ettiği mekanın civarında bir yabancı görülür ve derhal
Hz. Süleyman’ın huzuruna çıkarılır.
Biraz oturmasını istenince, yabancı der ki:
‘Çok kısa bir an sonra, Hind diyarında olmam zorundayım..’
Hz. Süleyman, karşısındakinin kim olduğunu anlar.
*
İstanbul mezarlıklarında güzel hayat dersleri ve hattâ dünya görüşleri vardır..
Bunlardan birisinde şöyle bir dörtlük hatırlıyorum:
‘Ben de bir zaman Süleyman idim..
Âteşe, rüzgâra hükümrân idim..
Sanmayın Hazret-i Süleyman idim..
Galata’da körükçü Süleyman idim..’
Evet, bu kişi de âteşe, rüzgâra hükmediyormuş, ama, körükçülük yapmak sûretiyle..
Herkes kendi çapında bir Süleyman’dır; hayatta bir şeylere hükmetme gücüne sahibdir. En zor olan ise, kişinin aklını kullanabilmesi, kendi heva ve hevesine hükmedebilmesidir.
Ölüm karşısında ise, en azından tedbir almak durumundadır. Bu tedbirler, takdîri bozmaz, ama, takdirin nasıl olduğu ve nasıl tahakkuk edeceği, sadece Allah’a mâlumdur.
*
Bir zât, gelip Hz. Ali’ye sorar:
-Gaibi ve geleceği sadece Allah mı bilir?
-Evet..
-O halde, ben kendimi şu yükseklikten aşağı atsam, Allah dilemezse, ben ölümden kurtulur muyum?
-Elbette..
-Öyleyse, kendimi aşağı atayım ve kaderimi deniyeyim mi?
- İmtihanda olan sensin, Allah’ın takdiri, imtihana, denemeye tutulamaz.
Yazının Devamı…