Kayyum’lu Belediyelerde ‘Hizmet’ AK Parti’ye ‘Oy’ Olarak Döner mi?

Alper Görmüş, AK Parti’nin kayyım’lı belediyelerde geliştirdiği hizmet öncelikli yerel seçim stratejisini irdelediği yazısında Diyarbakır örneğinden hareketle bunun ‘oy’ olarak dönüp dönemeyeceği ihtimalini değerlendiriyor.

Alper Görmüş’ün Serbestiyet.com’da yayımlanan konuyla alakalı yazısını (30 Kasım 2018) ilginize sunuyoruz:

‘Kürdün Kalbi Hizmetle Kazanılabilir mi’ Sorusunun Yeni Sahnesi: Yerel Seçimler

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır belediye başkan adaylığı için, orada iki yıldır kayyım olarak görev yapan Cumali Atilla’yı tercih etmesinin sembolik anlamı çok büyük.

Neden böyle olduğunu anlayabilmek için, eski görevi Etimesgut Kaymakamlığı olan Cumali Atilla’nın yarıştığı aday adaylarının adlarını hatırlamak yeter: Mehdi Eker ve Galip Ensarioğlu.

Acaba Erdoğan neden Kürtlerin kimlik duygularını biraz olsun okşayacak bu iki aday yerine, bunu hiç önemsemediğini imâ eden bir adayı tercih etmişti?

Girişte, bu tercihin “büyük sembolik anlamı”ndan söz etmiştim... İşte bu: Erdoğan bu tercihiyle, Kürtlerin kalbini ve oyunu kazanabilmek için ‘hizmet ve yatırım’ın yeteceğine, kâfi miktarda hizmet ve yatırımın Kürtlerin kimlik duygularını seyrelteceğine ya da geri plana atabileceğine olan inancını bu seçimlerde bir kez daha test etmek istiyor. 

HDP de bunu istiyordu

Böylece, AK Parti adayı olarak baştan beri kayyım Cumali Atilla’yı görmek isteyen Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) arzusu da yerine gelmiş oluyor... Gazezeteduvarmuhabiri Vecdi Erbay’ın Diyarbakır’dan gönderdiği son haberinde hatırlattığı gibi:

 “Cumali Atilla’nın aday gösterilmesine en çok HDP’liler ‘sevindi’. Yeri geldikçe hükümete seslenerek, seçimlerde kayyım olarak atananlar karşımızı çıkarılsın, diyorlardı. Bir darbe dönemi uygulaması olan kayyımla hesaplaşmanın yollarından biriydi seçim.

“Cumali Atilla’nın aday olarak adının açıklandığı gün HDP Diyarbakır milletvekili Selçuk Mızraklı, sosyal medya hesabından şöyle bir paylaşım yaptı: ‘AKP’li kayyum adayı Cumali Atilla’ya Amed diliyle bir cevap verelim: Parça pinçik edeceğiz…’” (“Kayyım Diyarbakır'da nasıl propaganda yapacak?”, Vecdi Erbay, Gazeteduvar, 28 Kasım 2018).

HDP neye güvenerek meydan okuyor?

HDP’lilere, seçimlerde ‘kayyım’ı yüzde 70 ile ‘parça pinçik etme’ güveni veren şeyin (2014’teki seçimde yüzde 55 almışlardı), partilerinin belediyecilik hizmetlerini halkın takdir edeceği inancı olmadığı ortada. Onlar da biliyor ki, belediyecilik hizmetleri açısından bir kıyaslama yapıldığında ‘kayyım’ onları yener!

Fakat ‘kayyım’ın yaptığı başka işler de var ve bu işler, Kürt seçmenlerin belediyecilik hizmetlerini takdir edip öncelemesini imkânsız hale getirmektedir. Ki aynı işler, Kürtlerin sandıklara ‘hizmet ve yatırım’dan çok kimlik duygularıyla gitmelerini kışkırtıyor.

Vecdi Erbay, zikrettiğim haberinde kayyım yönetiminin belediyecilik hizmetleri alanında yaptıklarını sıralıyor ve bunları Diyarbakırlıların “gördüğü” tespitini yapıyor ama, bu notları ‘kayyım’ın başka işleriyle birlikte okuduğumuzda, seçmen nezdinde bunların olumlu etkisinin neden silikleştiğini de anlayabiliyoruz:

“Bu iki yıllık süre içinde çok sayıda insan belediyelerdeki işinden oldu. Kültürel değer atfedilen kimi semboller kayyım marifetiyle ortadan kaldırıldı, görünmez kılındı. Önceki başkanlar döneminde hizmet sunan sosyal kurumların içeriği dini referansları önceleyen çalışmalarla yer değiştirdi. Özellikle kadın kurumlarının yapısı kökten değiştirildi; kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal alandan çekilmesine olanak sağlayan birer projeye dönüştürüldü. Kürtçe, Türkçe ve İngilizce eğitim veren kreşlerden Kürtçe çıkarıldı. Bu iki yıllık süre içinde Sur ilçesinin iki mahallesi yıkıldı ve bu bütün Diyarbakırlıların içine dert oldu.”

Meydan okuyanlar sadece HDP’liler mi?

Seçimlerde meydan okuyanlar sadece HDP’liler değil. Onlar nasıl ki Kürt seçmenlerin ‘hizmet ve yatırım’ı değil Kürt kimliklerini önceleyerek oy kullanacaklarını düşünüyorlarsa, Erdoğan da tam tersine Kürtlerin ‘hizmet ve yatırım’ı takdir edip kimlik duygularını arka plana atacaklarına inanıyor.

Tam bu noktada bana şöyle bir itiraz yöneltebilecek okurlar tamamen haklı: Siz defalarca yazdınız, Erdoğan 2009 yerel seçimlerini de ‘Güneydoğu’yu yatırıma boğma’ sloganıyla götürdü, boğdu da, fakat seçimde bölgede ağır bir yenilgiye uğradı. Buradan gerekli dersleri çıkarmadı mı ki, aynı oyunu şimdi bir daha oynuyor?

Benim bu soruya bir cevabım var. Fakat ondan önce şu 2009 hadisesini kısaca bir hatırlayalım...

2009 bozgunu...

AK Parti, 29 Mart 2009 yerel seçimlerini “bölgeyi yatırıma boğmak” perspektifi üzerinden yürüttü. Bu, altı boş bir propaganda cümlesi değildi. O kadar ki, o günlerde bölgeyi gezen araştırmacı Tarhan Erdem, bu muazzam yatırım hamlesinin seçimlerde mutlaka karşılığını bulacağını ve AK Parti’nin bölgedeki oylarının patlayacağını yazdı.

Belki de öyle olacaktı, fakat bu dev yatırım hamlesi, Başbakan Erdoğan’ın, AK Parti’nin bölgedeki oylarının patladığı 2007 seçimlerinden sonra başlattığı kampanyayla birleşince ters tepti.

2009 seçimleri yaklaşırken, 2005’teki meşhur Diyarbakır konuşması artık çok gerilerde kalmıştı. Erdoğan, 2007 seçimlerinde bölgede gerçekleştirdiği oy patlamasının Kürt kimliğinin inkâr edilmesine karşı çıkmasından çok Güneydoğu’ya yapılan hatırı sayılır yatırımlardan kaynaklandığını düşünüyordu artık (Bülent Ecevit’in, “Kürt sorunu özünde ekonomik bir sorundur” tespitine çok benzer bir biçimde).

2009 seçimleri de işte bu varsayım doğrultusunda yürütüldü. Erdoğan ve AK Parti, doğru, bölgeyi yatırıma boğuyordu ama bir yandan da halkın ve dönemin Kürt partisi Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) tepesinde boza pişiriyordu (bugün HDP’yi krminalize etme çabasına çok benzer bir biçimde).

Güneydoğu yatırıma boğulmuştu ama 2009 yerel seçim sonuçları feci idi. AK Parti’nin 2007’deki büyük seçim başarısının yerinde yeller esiyordu. AK Parti ve DTP’nin karşılaştırmalı oyları son üç seçime göre şöyleydi:

2002 seçimleri: Yüzde 16’ya yüzde 56.

2007 seçimleri: Yüzde 41’e yüzde 43.

2009 seçimleri: Yüzde 30’a yüzde 59.

Bu düşüşün açık bir nedeni vardı: Bölgede ‘hizmet’in durmaksızın vurgulanması, “siz kimlik meselesine fazla takılmazsanız daha fazlasını da veririz”i ima ettiği ölçüde ters tepiyordu ve hükümet bunu bir türlü anlamıyordu.

Bu anlamama hali 2011 seçimlerinde de sürdü ve devasa yatırımlara rağmen sonuç yine değişmedi: Yüzde 32’ye yüzde 58. (Sonrasını biliyorsunuz: Çözüm süreci başladı ve AK Parti zaman içinde bölgenin en çok oy alan partisi haline geldi.)

Yani şöyle: AK Parti, 2009 ve 2011 seçimlerinde ‘daha fazlasını’ isteyip, yatırımlar karşılığında legal Kürt partisinin PKK’yı, halkın da ikisini birden ‘satmasını’ isteyince Kürtleri kızdırdı ve bölgeye yağdırdığı yatırımlardan umduğu siyasi faydayı göremedi. Ne zaman ki çözüm süreciyle birlikte ‘daha fazlasını’ istemekten vazgeçti, oyları da yükseldi.

Erdoğan neden gerekli dersi çıkartamıyor?

Geldik yukarıda sorduğum soruya: Rakamlar böyle apaçık ortadayken Erdoğan neden salt ‘hizmet ve yatırım’la sonuç alabileceğine inanmaya devam ediyor?

Benim cevabım şöyle: Çünkü Erdoğan’ın bu konudaki inancı çok köklü ve muhkem... 2009’da olmadıysa, Kürtleri ikna edecek bir ‘hizmet ve yatırım’ dozunun o zamanlar bölgeye akıtılamadığı için olmadığını düşünüyor ve şimdi ‘kayyımlar’ eliyle yürütülen ‘muazzam’ inşa faaliyetinin iş göreceğine inanıyor. Bu ‘tarihsel fırsatı’, çok köklü, çok muhkem inancının sağlamasını yapmak için kullahmak istiyor.

Erdoğan’ın gözden kaçırdığı...

Erdoğan, “kimlik meselesine takılmazsanız sizi yatırıma boğarım” yaklaşımının partisinin oylarını patlatacağına inanırken bir noktayı gözden kaçırıyor: Kürt kimliğini kendisi için vazgeçilmez bir üst değer olarak kabul eden bir insan, kendisine sunulan maddi nimetler ne olursa olsun, onların iğvasına kapılıp kimlik duygusunu seyreltmez ve siyasi tercihini değiştirmez. Çünkü bunu yapan bir insan, kendini onurlu bir insan olarak hissetmeye devam edemez.

Bu hükmün istisnaları tabii ki vardır. Özellikle, hayatta kalmak, kendisinin ve ailesinin varlığını devam ettirebilmek dışında hiçbir şey düşünemeyecek kadar yoksullaşmış insanların davranış modelleri farklı olabilir.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden biliyoruz ki, saygı görmek ve kendini gerçekleştirmek ancak fiziksel ihtiyaçları karşılanmış, güvenliğinden emin insanların gözünü dikebileceği üst ‘ihtiyaç’lardır.

Vecdi Erbay’ın haberi bu açıdan da çok ilginç ve çok önemli bir ayrıntıyı barındırıyor. Erbay, Erdoğan’ın Cumali Atilla’da karar kılma nedenlerinden biri olarak bakın neyi gösteriyor:

 “Erdoğan, Cumali Atilla’yı neden aday gösterdi sorusu da hâlâ orta yerde duruyor. Bazı ihtimaller var tabi. Birincisi, HDP’nin ‘kayyımı aday gösterin’ restini gördü ve bu hamleyi gerçekleştirdi. İkincisi, kayyım uygulaması etrafında toparladığı kitleyi (bu kitle ihale şebekesi ve yoksul insanlar olarak tarif ediliyor) dağıtmak istemediği için risk almış olabilir.”

Aynı anda hem ‘ihale şebekesi’ni hem de ‘yoksul insanlar’ı memnun eden bir uygulama: Şaşırmayın, hayat bazen çok karmaşık olabilir.

Peki, bu seçimde sonuç ne olur? Benim tahminim: İstisnalar kaideyi bozmaz ve bölgede yeni bir 2009 hadisesi yaşanır.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!