Yeniden kayyum gerçeğiyle yüz yüze geldiğimize göre bunu konuşmamız gerekiyor. Kayyum atamaları hukuki mi, siyasi mi tartışmasının gölgesinde yapıldığı için meselenin aslı gözden kaçıyor. Buna niçin ihtiyaç duyuluyor, sorusuna verilecek cevap olayı daha anlaşılır hale getirecek.
Muhalefetin: “AK Parti kazanamadığı belediyeleri zorbalık yaparak el koyuyor” iddiası meseleyi izah etmekte yetersiz kalıyor. Kayyum atamalarında, devletin güvenlik bürokrasisinin endişelerinden kaynaklanan hassasiyetin daha belirleyici olduğunu görmek gerekir. Bu tespiti son üç belediyeye yapılan kayyum atamasıyla ilgili söylemiyorum. Genel anlamda kayyum atamalarının temel gerekçesi buydu. Oluşan bu hassasiyet, bir vehimden ziyade çok haklı nedenlere dayanıyor.
HDP ve selefi diğer partiler örgüte lojistik sağlayan bir imkân gözüyle belediyelere baktı. Eş başkan uygulamaları bile esasında örgütün bu kurumlar üzerindeki denetimini sıkılaştırmaya yönelik bir tedbir olarak hayata geçirildi. Taziye evleri, müzik ve spor merkezleri, konferans ve seminer salonları, meslek edindirme kursları gibi belediye eliyle yürütülen hizmetler, örgüte eleman kazandıran birer propaganda ve eğitim kampı işlevi görüyordu. Şehit kontenjanı altında belediyelerde istihdam edilen örgüt üyelerinin akraba ve yakınları, başta imar rantı olmak üzere belediye gelirlerinin örgüte aktarılması ve daha nice hukuksuzluklar… Özetle; belediyeler üzerinden örgüt Kürt sosyolojisine nüfuz etme imkânına kavuştu. Belediyelere kayyum atamasının temel gerekçesi budur.
Burada haklı olarak ikinci bir soru akla geliyor: peki, HDP ve selefi diğer partiler sadece belediye imkânları üzerinden bunca hüner sergilerken, tüm kamu imkânlarını elinde bulunduran iktidar partisi niçin bu topluma nüfuz edemedi?
Bam teli işte burasıdır.
Birincisi, iktidar partisinin bölge siyasetçilerinin genel profillerine bakıldığında; toplumla bağlarının zayıf olduğu, toplumu kuşatma noktasındaki gayretlerinin yetersiz olduğu ve Kürt sosyolojisine dokunmaktan imtina ettiklerini üzüntüyle müşahede ediyoruz. Örgüt eliyle zehirlenen bu topluma temas edemiyor olmak AK Parti’nin en büyük zaaf noktalarından birini teşkil etmektedir. Merkez sağ partilerde daha evvel görmeye alışık olduğumuz kasaba siyasetçisi ayarında, yarın devran değişse her hangi bir partide rahatlıkla siyaset yapabilecek figürlerden daha fazlasını beklemek safdillik olur. Sağlıktan, ekonomiye; sosyal hizmetlerden, milli eğitime ve belediyelere kadar her türlü kamu imkânını uhdesinde bulundurduğu halde bu toplumun yüreğine dokunamamış olmanın izahı yoktur.
İkincisi, mevcut hükümet “Kürt Sorunu” bağlamında devrim niteliğinde açılımlar sağladı. Sorunun çözümü anlamında çok mesafe katedildi/iş yapıldı. Ancak, bu adımların atılması sürecindeki zamanlama, muhataplık sorunu ve iktidar kanadındaki siyasi aktörlerin zayıflıkları sebebiyle bu kazanımların tümü örgüte ve örgütün silahlı mücadelesinin başarı hanesine yazıldı. İktidar kanadının gerçekleştirdiği iyileştirmeleri savunacak ve bunu halka anlatacak bölgedeki temsilcilerinin pasifliği ve toplumdan kopuk olmaları sebebiyle örgüt tüm bu adımları silahlı mücadele sonucu elde edilen bir kazanım olarak yansıttı ve mücadelesine, haklılığına ve meşruiyet zeminine bir dayanak olarak kullandı.
Sonuç olarak; Devletin resmi kurumları üzerinden yürüyen rutin faaliyetler veya sadece belli STK temsilcileriyle irtibat kurup buradan verilen fotoğraflarla siyaset yaptığını zanneden bölge teşkilatları gerçek sosyolojik okumayı maalesef yapamamışlardır.
Kürt sosyolojisinin hızla değişen yapısını sadece iktidarın bölge siyasetçilerine fatura etmek elbette ki haksızlıktır. Devlet aklı PKK ile Kürt meselesini ayıramıyor. Kürtlerin temel hakları ve PKK’nin silahlı mücadelesi ayrı birer olgu olarak değerlendirilmeli, hakların verilmesi örgütün silah bırakması şartına endekslenmemelidir. Önceki süreçte PKK’ye kızılınca Kürtlere küsüldü. Ak Parti’nin zihnen bölgeden kopması bölgenin tümüyle HDP tarafından domine edilmesine yol açıyor.
Devlet, PKK’nın sadece silahlı saldırılarına odaklanıp silahla karşılık vermeye yoğunlaşırken geri planda Kürtler kimliklerinden, değerlerinden uzaklaştırıldıkları köklü bir değişim yaşıyor. Kürt toplumu arasında yaygınlaşan seküler ulusalcılık dalgası örgütün silahlı mücadelesinden çok daha tahrip edici bir sürece doğru gidiyor.
Çevrenin duyarlılıklarını temsilen iktidara gelen Ak Parti özellikle 15 Temmuz sonrası tamamen devletçi bir refleksle hareket etmeye başladı. Yazının girişinde kayyum atamalarında, devletin güvenlik bürokrasisinin endişelerinden kaynaklanan hassasiyetlerin belirleyici olduğunu ifade etmiştik. Bu tespitin kendisi bizatihi olaya sadece “güvenlik” prizmasından bakıldığını ima ediyor. Tamam, güvenlik ihmal edilemeyecek bir konu elbette ama bir de bu toplumun başka ihtiyaç ve talepleri var. Buna kim, nasıl çözüm bulacak?