Kayıp ve aranan ulusalcı imam bulundu!

MUSTAFA ÖZCAN

Vehhabilik meselesi zamanla dallanıp budaklanmıştır. Vehhabilik şemsiyesi altında birçok fikri akım türemiş ve barınmıştır.  Burada da zaman zaman algı devreye girmektedir. Kimileri işin hakikatini kavrayamadıkları için algı ile hüküm vermektedirler. Sözgelimi Ezher itikadi alanda Eş’ari çizgisine benimsemiştir ve bu ekole bağlı olmakla bilinmektedir.  Bununla birlikte kubbesi altında her türlü fikir barınmıştır. Yine de kurum olarak Vehhabilikten azade ve uzak kalmıştır.  Bizdeki algısı ise Vehhabilik tarzındadır. Buna dair Muhammed Abduh ve ekolünün Vehhabi damarı taşıdığı ileri sürülmüştür. Bu “şüyuu vukuundan beter” yaygın hatalardan birisidir. Aksine Muhammed Abduh dini alanda Vehhabiler gibi alan daraltmasına değil alan genişletmesine gitmiştir. Muhammed Abduh’un tefsir yöntemi Mutezile çığırına veya çizgisine oturmakta veya dayanmaktadır. Cüz-ü Amme veya Fatiha Tefsiri’nde genellikle Keşşaf ve Zemahşeri’den alıntılar yapmış ya da ruhunu kopya etmiştir. Bunda şüphe yok. Bununla birlikte bir dönem Reşid Rıza akılcı veya ılımlı Selefiliği benimsemiştir. Bununla birlikte “Mehdi’nin zuhuru ve İsa’nın nüzulü” gibi meselelerde tevilci yaklaşımı benimsemiştir. Kısmi olarak Reşid Rıza da Vehhabilik serpintileri olsa veya seyrekleştirilmiş bir Selefilik damarı bulunsa da ifade ettiğimiz gibi tamamen bu ekole mal edilemez. Reşit Rıza siyasi olarak zikzaklarla malul olduğu gibi dini fikir veya anlayış olarak da öyledir. Bununla birlikte Muhammed Abduh yargı mensubu olarak Sudan’a giden has talebelerinden Mustafa Meraği’ye ‘yanıma ne alayım?’ diye sorduğunda tereddütsüz Gazali’nin “İhya-u Ulumiddin” kitabını almasını tavsiye etmiştir.  Yani ana damardan pek de kopmamıştır. Muhammed Abduh kader bahsinde Eş’ari’nin görüşü yerine Maturidi’nin görüşünü temel yapar, esas alır. Mustafa Sabri de bu meselede ona cevap vermiştir. Genel olarak Ezher’de liberal akımlar olmuştur lakin Vehlhabilik teğet geçmiştir. Bununla birlikte bizdeki kimi algılar Arap dünyasının bütün bütün Vehhabi olduğu yönündedir.  Hâlbuki Osmanlı döneminde Şam’ın Hanbelileri ile Hicaz Hanbelilerinin eğilimleri bile farklıdır.  Şamlılar ılımlı Necidliler ise daha katıdır. Meşrep coğrafyadan coğrafyaya sertleşiyor ya da yumuşuyor. Hindistan Diyobendileri ile Afganistan Diyobendileri gibi!  Cemaleddin Kasimi gibi Şam Selefileri bidata karşı olmuşlardır yoksa bidat kavramı üzerinden cepheleşme arayışı içine girmemişlerdir.

Ebu’l Ferec İbnu’l Cevzi, diğer üç mezhebe yakın tutumu ile mücessime kabul edilen diğer bazı Hanbelilerin zat ve sıfat anlayışlarından ayrılır.  Vehhabilik meselesi Necd ve boylarında ne kadar aşırılık ihtiva ediyorsa bizde de algılarla o kadar sulandırılmıştır.  Arabistan’a giden herkes adeta Vehhabi muamelesi görmektedir. Hâlbuki Şam uleması Osmanlı dönemindeki yapısını sürdürmüştür. Şam Baharından sonra ise Fethu’l İslam gibi medreseler Şiiliğe açılmıştır. Üsame Rüfai gibi âlimlerin tanıklığıyla rejime yakın olduğu halde bu hususta ayak direten Muhammed Said Ramazan el Buti olmuştur. Belki bedelini de hayatıyla ödemiştir. Bununla birlikte cenazesine Şiiler sahip çıkmıştır ve kendisinden sonra oğlu Şiilikle diyalogun ya da onları meşrulaştırmanın yollarından ve köprülerinden birisi haline gelmiştir. Sonra Buti, ne Nasirüddin Elbani ne de ulusçu düşünürlerden Tayyip Teyzini ile diyaloglarında tam olarak sağlam bir yerde durmaktan uzaktır. Mugalebe veya yenişme mantığı ve ruhuyla münazara veya tartışmaya girmiştir. Marksist bir gelenekten gelmesine rağmen Tayyip Teyzini bazı hususlarda Buti’den daha isabetlidir.   Buti yer yer populizm yapmış ve İhvan konusunda Esat hanedanlığından önce Nasır’ın tarafında olmuştur. İhvan karşısında Ahmet Keftaro ile aynı çizgide buluşmuştur. Yine de Beşşar Esat döneminde Şiileşme eğilim ve temayülü içine sindirememiştir. Fakat bu çığırı tersine de çevirememiştir ve Fethu’l İslam gibi mirasını adeta Şiilere kaptırmıştır.

Cübbeli Ahmet ile Ümit Özdağ’ın buluştuğu çizgi

Cübbeli Ahmet’in, 27 Mayıs geleneğinin uzantısı olan Ümit Özdağ çizgisiyle buluşması manidardır. Ümit Özdağ, Cübbeli sayesinde Arap mültecilere muhalefet konusunda yeni bir boyut veya damar daha keşfetmiştir. Bu da Vehhabiliğin mülteci dalgasıyla birlikte ülkemizi tehdit etmesi ve iç savaş ortamına çekme ihtimalidir. Elbette Ümit Özdağ hem mülteci meselesini hem de Vehhabilik meselesini abartmaktadır. Cübbeli’nin iddia ettiği gibi bu hususta bir iç savaş tehlikesi varsa devletin bunu ciddiye alması ve üzerine gitmesi gerekir. Aksi takdirde, tetkikten geçirdikten sonra böyle bir iç savaş tehlikesi yoksa veya bulgusuna rastlanılamamışsa o takdirde savcıların harekete geçmesi ve kışkırtma ve kamu huzurunu bozmaktan dolayı bu söylemin kaynağını hesaba çekmelidir. Çünkü bu çok ağır bir tahrik ve cüretkâr bir ifadedir.  Toplumun selametiyle de ilgilidir.

Maalesef her dönem birileri çılgınlık sınırına dayanmakta ve ülke bunların ateşiyle gerilmektedir.  İmam Birgivi’nin ardından Kadızadeler gemi azıya almış, Sivasiler de kutuplaşma veya cepheleşmenin öteki ayağına yakıt ikmal etmişlerdi. Osmanlı’nın son döneminde Ümit Özdağ-Cübbeli ikilisi gibi Ayasofya’da hatiplik yapan Ubeydullah Afgani minberde ulusalcılık akımının temsilcisi olmuştur. “Kavm-i Cedid” adlı bir eser kaleme almış ve İslam nokta-i nazarından kavmiyetçilik yapmıştır. Hicaz’da baş çeken Şerif Hüseyin de Hicaz’da Ubeydullah Afgani’yi (bu başka Afgani, Cemaleddin değil) delil göstererek Türklerin İslam’dan çıktıkları propagandası yapıyor ve olan arada kalanlara yani sevad-ı a’zama oluyordu. Şerif Hüseyin Osmanlı’ya muzahir olmak için yola çıkmış Hindistanlı âlimleri de küfre destek çıkmaktan dolayı tutuklamış ve ardından İngilizlere teslim etmiştir.  Türkleri tekfir etmeyince de Şeyhü’l Hind olarak anılan Mahmut Hasan İngilizlerce Malta’ya sürülmüş ve orada iki yıl kalmış ve ardından Hindistan’a dönebilmiştir.

Durumu tahkik etmeden yapılan gelişigüzel suçlamalar fikri olarak ümmeti paramparça etmek olur. Çoğu günah olan zandan kaçınma kuralına uymak herkesin selameti için elzemdir. Genelleme yapmak en büyük yanlışlardan birisidir. Arabistan’a giden herkesi Vehhabi olarak damgalamak da öyledir.  Sakarya Müftüsü Hasan Başiş dâhil Arabistan’da okuyan herkesi Vehhabi saymak ve damgalamak ve diplomalarının denkliğinin kaldırılmasını istemek tam 28 Şubat süreci bir anlayışı temsil etmektedir. O süreçte Ezher’in diploma denkliği kaldırılmıştır. Bunu Ümit Özdağ’ın veya Merdan Yanardağ ya da Ruşen Çakır’ın savunması düşüncelerinin ve tutumlarının gereğidir. Lakin burada kimilerinin reddettikleri CHP zihniyetiyle buluşmanın gizli fotoğrafı yakalanmış veya ortaya çıkmıştır.  İşte tam da bu alacalı ve bulanık ortamda kimileri ulusalcıların hocası olarak sivriliyor. Bu anlamda İttihatçıların hocası Ubeydullah Afgani’den ulusalcıların hocası Yaşar Nuri Öztürk’e uzanan bir hat ve çizgi var. O çizgi boş kalmıştı. Gayretleriyle birlikte Cübbeli Ahmet Hoca bu boşluğu doldurmaya namzet görünüyor. Sonunda ulusalcıların aradıkları “kayıp imam” da ortaya çıktı. Bu hoca Biden’a bile itici gelmez! Yerel Brelvi tasnifatına girer.  

Kimileri de dini bir gayretle Cübbeli Ahmet’in sözlerine arka çıkmaktadır. Bunlardan birisi Türkiye gazetesi çizgisinden gelen Fuat Bol olmalıdır. Vasat yazılar yazan bu zat Cübbeli Ahmet’e arka çıkmıştır. Belki tarihçileri Ahmet Şimşirgil de öyle yapar. Bakın Fuat Bol Hürriyet’teki ilgili makalesinde ne yazmış: “Osmanlı bile hilafetle idare edilmesine rağmen dini başıboş bırakmadı. Öyle her önüne gelen dini kitap yazamaz ve dini kitapları tercüme edemezdi. Biz ne yaptık? Ya yasakladık ya da hürriyet diye dini büsbütün çığırından çıkardık.

Aşırılıklar içinde debeleniyoruz (ifrat ve tefrit).

Diyanet büyük bir aymazlık içinde Vehhabi din adamlarına camilerimizde vaaz verdiriyor. Cübbeli Ahmet Ünlü Hoca bu durumun çok yanlış olduğunu, milli birliğimizi bozacağını ve hatta iç çatışma çıkarabileceğini söylüyor.

Doğru söylüyor. Mukaddes topraklar, din savaşlarıyla elimizden çıktı. İngilizler, Necdilere Vehhabi mezhebini kurdurdu ve kendinden olmayan Müslümanları kâfir ilan ettirdi.”

Fuat Bol burada çok doğru söylüyor. Hamidi dönemde Hüseyin Cisr gibi isimler ancak Sultan Abdulhamit ismini kullanarak sansürden yırtıyorlardı.  Lakin “Risaletü’l Hamidiyye” adlı eserinde satırlar arasında çaktırmadan bu durumu hiciv konusu yapmıştır.  Burada Vehhabilerle Şerif Hüseyin’i aynı kazanda kaynatmak doğru değil. Vehhabiler ümmetin bir kısmını ve Osmanlı’yı tekfir ediyorlardı.  Sahip oldukları dini anlayış bunu getiriyordu. Bununla birlikte Vehhabilerle savaşan ve yine İngilizlerce desteklenen Şerif Hüseyin de ırkçılık damarı üzerinden Osmanlıları tekfir ediyordu. Meşrebi adına değil ırkçılık adına tekfirleşiyorlardı.   Burada tekfir’in iki ucunu görüyoruz.  Ubeydullah Afgani gibi cübbeli Ahmet de onların değirmenine su taşımaktadır.

Ulusalcılık, laiklik ve Vehhabilik güneyle teması kesmenin gerekçesi

Bilindiği gibi 1926 yılından beri veya öncesi de olabilir.  Kemalist inkılaplardan sonra karşılıklı dini etkileşimi kesmek için Arap diyarlarıyla ilişkiler asgari seviyeye indirildi. Adeta donduruldu. Özellikle dini alanda ilişkiler kesildi. 1950 yılına kadar ezanlar aslıyla okutulmadığı gibi aynı zamanda hac ziyaretleri de yasaklandı. Ya da Kâbe’den Çankaya’ya yönlendirildi. “Kâbe Arabın olsun, bize Çankaya yeter” denildi!

Yine Kahire ve Suriye’ye gidiş gelişler askıya alındı. Ülkeye dini kitaplar sokulması yasaklandı. Devlet Kemalizm ve içe kapanma adına güneyle temas ve bağlantıları koparırken kimi dini gruplar da Vehhabilik adına veya genellemesiyle güneyle bağların kesilmesini istiyorlar. Bu iki kanat günümüzde Cübbeli ile Ümit Özdağ’ın çizgisinde buluşmuş görünüyor. Bu bir şaka değil, gerçek!

Hasan Başiş Vehhabi mi, zındık mı?

Sakarya Müftüsü Hasan Başiş yakından tanıdığımız arkadaşlardan birisi. Kendisiyle Medine’den tanışırız. Ağrı kökenli sonrasında Sakaryalı Mihr Ali Süleyman’ın arkadaşı olması vesilesiyle ben de onunla mülaki oldum ve tanıştım. Tanışıklığımız 1979 yılına kadar geriye gidiyor.  Medine’de buluşma noktamız, genelde Ali Ulvi Kurucu’nun da müdavimi olduğu Mustafa Necati Erzurumi’nin küçük dükkânı ve arkasındaki sohbet bölümünde olur ve arada hasbihal ederdik. Mustafa Necati Erzurumi Vehhabiliğin merkezinde Vehhabilikle mücadele eden bir adamdı. Gerçek kahraman.  Cübbeli Ahmet’in gelişigüzel yaptığı tarzda değil, kitabi olarak. Neyin ne olduğuna vakıftı. Sulu konuşmazdı. Ezher’de okuyan Ali Ulvi Kurucu ne Kahire’de ne de Medine’de Vahhabi olmamışsa ve yine Türkiye’den sürgüne Medine’ye giden Mustafa Necati Erzurumi Vehhabi olmamışsa Hasan Başiş niye olsun? Onların dizlerinin dibinde yetişmiş birisi! Hep birlikte Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin ekolünü temsil ediyorlar. Sufilerin bir deyimi vardır, derler ki: “La yeşka bihim celisuhum / Onlarla birlikte oturan da mahrum olmaz!” Hasan Başiş, Ali Ulvi Kurucu gibi değerlerin yadigârıdır. Kavuşma ve buluşma hattında olması onun Vehhabi olduğunu göstermez. Buluşma/muvasala değil de mufasala/ayrışma hattında olan Cübbeli Ahmet ise pekâlâ Vehhabi versiyonlarının en katı grubuna dâhil olabilir! Hem de hiç fark etmeden! Duruşu gereği. Camiye olarak bilinen ulusalcı Vehhabi akım Cübbeli Ahmet’in tarzına çok yakındır. Ulusalcılarla düşer kalkar. Kendisinden olmayanları ehli dalalet ve ehli küfür olarak nitelendirir. Çatışmaya bile girer.   

Sakarya'da intişar eden Medyabar'daki “Sakarya Müftüsü Cübbeli Ahmet'e karşı sessizliğini bozdu!” başlıklı haberin altında bir yorum yer alıyor.  İbretlik! Cübbeli Ahmet'in zihniyetini göstermekten uzak değil: Cahil Müftü Istifa Et - Diyânet Görevini Tamâmen İhmâl Ediyor! Câmiler Sakarya müftüsü gibi Vehhâbî kafalara Teslim Edilmiş Durumda Olup Sakarya Müftüsü Gibi bâzı zındıklar bu İşi Körüklüyor. Bu Vehhâbîler Hükümeti Medhederek Takiyye Yapıyorlar. Yakın Zamanda Çok Büyük Tehlike Bekliyorum!

Vehhabi avcıları ve Cübbeli Ahmet!

Neymiş! Cübbeli Yemenli, Suriyeli ve Iraklı bazı âlimlerin rica ve minnetleri üzerine bu konuya el atmış ve uyarı görevini veya Yaşar Nuri’den kalma “çıplak uyarı” görevini ifa etmiş! Yaşar Nuri yaşasaydı Cübbeli Ahmet’i kucaklar ve alnından öperdi. Cübbeli, Osman Hamis meselesine böyle rica minnet ile girmiş. Peki! Kendisi Arabistan’daki çekişmenin veya kutuplaşmanın Türkiye istasyon şefi midir? Talep üzerine el âlemin çekişmelerini buraya taşıyor?  Üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokuyor! 

Polemiği sevmem, yapıcı hareketleri severim ama burada Kadir Mısıroğlu’nu hatırlamadan edemedim: Cübbeli ve emsali için şunları söylüyor: Onlar sana zerre i'tibâr etmezler. Bizim Cübbeli'nin Mustafa Kemal'i methiyesi gibi. Ne oldu?! Kemalistler Cübbeli'ye makbul bir adam gözüyle mi baktılar?! Hayır, benim gibi dostunu kaybetti! Düşman da kazanamadı. Fikrî mevta oldu. (Kadir Mısıroğlu, Cumartesi Sohbetleri, 13.02.2016)

Bu Fethullah da olsa böyledir, Cübbeli de olsa böyledir, Hubbeli de olsa böyledir.