Kayıp Aydınlanma

ADEM ÖZKÖSE

 Karakum Çölü’nde günlerce süren yorucu yolculuğun ardından bir deve kervanı aracılığıyla Buhara şehrine ulaştırılan ilk mektupla başlar herşey. Türkmenistan’dan gelen kervancılar mektubu ulaştıracakları kişiyi Buhara’da bulmakta çok fazla zorlanmazlar. Çünkü yaşı genç de olsa Buhara’da herkes onu tanımaktadır. Aradan uzun bir süre geçmeden bu sefer Buhara’dan Türkmenistan’a yine kervanlar aracılığıyla başka bir mektup gönderilir. Bu mektup daha çok ilk mektupta sorulan sorulara verilen cevaplardan oluşmaktadır.  Birbirlerine 400 km. uzaklıktaki farklı bölgelerde yaşayan iki genç adam artık mektuplar üzerinden kıyasıya tartışmaktadırlar. Bilim alanında ileri derecede bilgiler içeren ve yıllar sonra basıldığında bilim çevrelerini hayrete düşüren bu mektuplar ilk kaleme alınmaya başlandığında Biruni 28, İbni Sina ise daha 17 yaşındadır. İçinde sert tartışmaları da barındıran yazışmalar aslında 10. Yüzyıl’ın başlarında Türkistan coğrafyasında ne kadar ileri düzeyde bir ilmi atmosferin, entelektüel birikimin olduğunu da açık bir şekilde ortaya koyuyor.  

Yazının başlığında kullandığım “Kayıp Aydınlanma” ifadesi S. Frederıck Starr’ın Kronik Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen Türkistan coğrafyası üzerine yazılmış kitabının ismi. Starr, Türkistan coğrafyasının geniş bozkırlarını adım adım gezmiş, şehirlerinde yıllarca vakit geçirmiş, tüm hayatını adeta bu coğrafya üzerine yaptığı araştırmalarla geçirmiş, kendini işine adamış bir araştırmacı.

Kitabı okurken İslam’ın Türkistan coğrafyasına girmeye başladığı 7. Yüzyıllardan 14. Yüzyıl’a kadar Müslümanların başta bilim olmak üzere farklı alanlarda nasıl yol aldıklarının izini sürüyorsunuz. Batı Orta Çağ karanlığında yüzerken Müslümanlar aynı dönemlerde aylarca süren seyahatlar, ilmi tartışmalar ve bilginin gördüğü itibar nedeniyle Türkistan coğrafyasında büyük bir atılım gerçekleştirmektedir. Bu atılım Moğol istilasıyla belli bir dönem sekteye uğrasa da bölgeye hâkim olan güçlü inanç ve kültür Moğolları da zamanla dönüştürmüş, ilk fırsatta ilim, mimari ve sanat alanında yeni bir inkişafın önünü açmıştır. S. Frederıck Starr Türkistan coğrafyasındaki bu ilmi ve kültürel inkişafın insanlıktan gizlendiğinin altını çizerek araştırmacıları  kayıp aydınlanmayı ortaya çıkarmaya çağırıyor.

Batı merkezli tarih anlayışının iddia ettiği ve tüm dünyaya dayattığı gibi bilim asla Rönesans veya Aydınlanma ile başlamamıştır. Din adamlarının, papazların adeta Rab edinildiği günlerde Batı Orta Çağ’ın karanlık günlerini yaşarken İslam Âlemi’nde Orta Asya’dan Endülüs’e kadar göz kamaştırıcı bir ilmi canlılık vardı ve bilgi aslında Doğu’dan Batı’ya doğru akıyordu. Müslümanların bu dönemlerde yakaladığı dinamizme Batı ancak 17. Yüzyıl’ın başlarında ulaşabilmiştir.

Aydınlanma büyük bir yalandır

Fransız Filozof Ernest Renan; “Unutmak bir ulusun oluşturulmasında çok önemli bir etkendir ve tarih araştırmalarındaki ilerlemeler genelde uluslar için tehlikelidir” der. Batı’da ortaya çıkıp İslam dünyasını da etkisi altına alan ulusçuluk fikri Müslümanlara her şeyden önce geçmişlerini unutturmuş, İslam milletinin sadece ortak sınırlarını değil; aynı zamanda  ortak hafızasını da yok etmiştir. Bu bağlamda Batı Aydınlanmasının dünya tarihinin merkezine oturtulup, Aydınlanmaya kadar bütün dünyanın karanlıklar içinde olduğunun iddia edilmesi insanlık tarihinin gördüğü en büyük yalanlardan biridir. Bu, tarihin merkezine Batı’yı almak ve tüm dünyaya Batı’nın tarih anlayışını dayatmaktan başka bir şey değildir.

Bizim yaşadığımız coğrafyada da harf inkılabı üzerinden ilk olarak kendi içinde bir süreklilik barındıran tarih ve hafıza yok edilmiş, insanlar adeta bir alzaymır hastasına dönüştürülmek istenmiştir. Toplum her şeye rağmen varoluşsal bir kimlik olarak İslam’la irtibatını sürdürme konusunda ısrarcı olsa da bugün biz ne yazık ki Müslümanca bir bilinç, Müslümanca bir vicdan, Müslümanca bir adalet, Müslümanca bir zevk ve estetik, Müslümanca bir ufuk ve Müslümanca bir hayat tarzını kaybettik. Tıpkı Türkistan'da olduğu gibi ümmet coğrafyasının farklı bölgelerine dağılmış kayıp aydınlanmalarımızı yeniden keşfedip tarihi konuşturabilir, geçmişi zaaf ve imkanlarımızla okumayı başarabilirsek ciddi bir adım atmış olacağız.