Kaygılar ile Çıkarlar Arasında Türkiye-İran İlişkileri ve Geleceği

Yazısında Türkiye-İran yakınlaşmasının ilkeler ve ortak çıkarlardan ziyade ortak kaygılar temelinde geliştiğini belirten Galip Dalay; Kürt jeopolitiğine, Arap baharına ve Suriye’ye yaklaşımda iki ülke arasındaki önceliklerin farklı olduğuna dikkat çekiyor

Galip Dalay’ın konuyla ilgili bugünkü Karar’da (7 Eylül 2017) yayınlanan “Türkiye-İran İlişkilerinin Geleceği” başlıklı yazısını ilginize sunuyoruz:

Türkiye - İran ilişkilerinin değişen mahiyeti içeride ve dışarıda birçok tartışmayı tetiklemiş bulunuyor. Konuyla alakalı birçok analiz, haber veya görüş yazıları yayınlandı. Ben de bu köşede daha önce "Türkiye-İran ilişkilerinin değişen mahiyeti" başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıda özetle Türkiye - İran ilişkilerinin ivme kazanmasının iki aktörün örtüşen çıkarlarından ziyade, iki aktörün örtüşen kaygılarının eseri olduğunu söyleyip bu kaygılarını sıralamıştım.

Bugün ise madalyonun biraz daha çıkarlar tarafına bakalım. Yani ikili ilişkilerin geleceğinin pek de parlak görünmediği tarafına... Zaten kaygılar ile çıkarlar arasındaki makasın açıklığı bu ilişkilerin daha fazla gelişmesi önündeki en büyük engel olarak duruyor.

***

Birincisi, post-Arap Baharı'nın bölgesel ölçekteki düzen arayışıyla Post-IŞİD dönemi Irak ve Suriyesinin ulusal ölçekteki nizam arayışları aynı döneme denk geliyor. Bu da hem Türkiye hem de İran'da belli ölçüde kaygılara sebebiyet veriyor. Tabii ki farklı gerekçelerle. Bölgesel düzen arayışı rekabetini şimdilik bir kenara koyalım. Post-IŞİD dönemi Irak ve Suriyesi’nde her iki aktörü ilgilendiren konu başlıklarının en üst sırasında bölgesel Kürt jeopolitiğinde yaşananlar bulunuyor. Zaten Türkiye'deki yetkililerin açıklamalarına bakacak olursak, bu yeni ilişkilerden başlıca muradın bölgesel Kürt jeopolitiğindeki dinamizmi kırarak PKK-PYD'nin kazanımlarını geriletmek olduğunu açıkça görüyoruz. Peki ama Türkiye ile İran bölgesel Kürtler derken ilk önce hangi grupları kast ediyorlar? İran için bölgesel Kürt jeopolitiğindeki tehdidin adresini Barzani KDP'siyle Irak Kürtleri’nin bağımsızlık arayışı oluşturuyor. Yani Kürt jeopolitiğinde İran için asıl tehdidi Kürtlerin milliyetçi-muhafazakar kanadı oluştuyor. Buna karşın, Türkiye için tehdidin kaynağını PKK-PYD teşkil ediyor. Yani solcu-milliyetçi kanatta yaşananlar... Gelişen ilişkilerden İran, Irak Kürtleri’nin bağımsızlık arayışının baltalanmasını, Türkiye ise PKK-PYD hattının geriletilmesini önceliyor. Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran'la PKK'ya ortak operasyon planladıklarını söylemesi üzerine, Devrim Muhafızları böylesi bir operasyonun gündemlerinde olmadığını söylemişti. Buna karşın, Irak Kürtleri’nin bağımsızlık referandumuna İran daha üst perdeden tepki koyarken, Türkiye daha düşük tonlu bir söylem tutturmayı tercih etmiş görünüyor.

***

İkincisi, prensipte hem Türkiye hem de İran, Irak'ın toprak bütünlüğünün korunmasını ve merkezî hükümetin güçlenmesini destekliyorlar. Fakat bu merkezileşme Şiileşme politikasıyla eş zamanlı yürütülüyor. Bu İran'ın desteklediği ve İran'a yakın gruplar tarafında uygulamaya konulan bir politika. Nitekim bu politikayı İran'ın Irak'taki en yakın müttefiği konumundaki Nuri Maliki en sert bir şekilde uygulamaya koymaya çalışmıştı. 2006-2014 yılları arasındaki başbakanlığı döneminde Maliki’nin izlediği bu politikanın eseri olarak Sünniler daha fazla marjinalleşip radikalleştiler, Kürtler ise merkezî hükümetten daha fazla koptular. Bu trend Türkiye'nin Irak siyasetinde nüfuz kaybına ve periferide tutunmaya çalışmasına yol açtı. Şu ana kadar gelen sinyaller, aynı siyasetin post-IŞİD dönemi Irak’ında dozajı artan bir şekilde uygulanacağına işaret ediyor. İran, Irak devletinin bu şekilde merkezileşme ve Şiileşme siyasetini destekleyecektir. Her ne kadar Türkiye'de bazı çevreler bu merkezileşme trendinin Irak Kürtleri’nin bağımsızlık arayışlarına ket vuracağı inancıyla ehven-i şer olarak değerlendiriyor olsa da, bu süreç Sünnileri daha fazla marjinalleştirecek, Kürtleri merkezden daha fazla itecek ve radikalizmi daha fazla körükleyecektir. Bunun da Türkiye'nin hangi çıkarına hizmet edeceği belirsiz.

***

Üçüncüsü, Suriye'de Türkiye'nin fiili olarak bir politika değişikliğine gittiği artık kimse için bir sır değil. Rejim değişimi hedefinden PYD'nin elde ettiği siyasi-askeri güçle kontrol ettiği alanın geriletilmesini hedefleyen bir yöne evrildi Türkiye siyaseti. Yani Türkiye'nin Suriye siyaseti köklü bir değişim geçirdi. Zaten son dönemlerde Türkiye-İran-Rusya'nın Suriye konusundaki pozisyonlarının birbirlerine yakınlaştıklarına dair birçok şey yazılıp çizildi. Bu tespitin eksik bıraktığı şey şudur: her bir aktör eski siyasetlerini kısmi ölçüde revize ederek pozisyonlarını birbirlerine yakınlaştırmış değil. Hem İran hem de Rusya, Suriye siyasetlerinin ana aksına sadık kalarak diplomasi yürütüyorlar veya ilişki geliştiriyorlar. Buna karşın, Türkiye daha önceki Suriye siyasetini dramatik bir şekilde değiştirerek Rusya ve İran'a kısmi ölçüde yaklaştı. Türkiye, rejim değişimi ajandasını terk etmek zorunda kalarak, Suriye'de ölçek küçülterek İran ve Rusya'yla yeni bir süreci başlattı. Fakat bu durum Suriye'de bu aktörlerin çıkarlarının büyük oranda örtüştüğü manasına gelmiyor. Esad rejimiyle birlikte İran, Suriye'de muhalefetin tamamıyla elimine edilmesi ve Esad rejiminin meşruiyetinin tescillenmesi siyasetini terk etmiş değil. İran, Suriye'de Türkiye'ye PYD'yi göstererek onu bu iki başlığa razı etmeye çalışıyor. Muhalefetin tamamıyla eliminasyonuna göz yuman veya Esad rejimini meşruiyetini kabul eden bir Türkiye, Suriye'de elinde bulundurduğu en önemli pazarlık kartlarını kaybeder. Bunun devamı olarak, post-kriz dönemi Suriye’sinde nüfuz alanı son derece sınırlı olur.

Madem burada hem Irak hem de Suriye parantezlerini açtık, şu noktayı da vurgulamadan bu parantezi kapatmayalım. Son yıllarda ortaya çıkan resim gösteriyor ki, İran'ın her iki ülke için bir vizyonu veya tezi, Türkiye'nin ise mevzubahis ülkelere yönelik kırmızı çizgileri var. Bu da İran'a oranla Türkiye'nin, politikalarında daha fazla makas değişimi yapmasına ve daha düzensiz bir görüntü sergilemesine yol açıyor.

***

Son olarak, Türkiye-İran ilişkilerin geleceğini şu an için 'bilinmeyenler' olarak niteleyebileceğimiz iki husus da yakından etkileyecektir. Bunlardan ilkini Körfez krizinin bundan sonra alacağı nitelik ve şekil oluşturuyor. Körfez krizi mevcut haliyle devam ettiği sürece ve Suudi Arabistan - Birleşik Arap Emirlikleri - Mısır bölgesel meselelerde bir blok gibi davrandıkları müddetçe, Türkiye ile İran'ın birlikte çalışma istek ve iştiyakları kabaracaktır. İkincisi ve daha önemli hususu ise, Türkiye - ABD ilişkilerinin geleceğiyle ilintilidir. Türkiye - İran arasında gelişen ilişkilerin en önemli itici gücünü bölgesel Kürt jeopolitiğindeki yaşanan gelişmelerin oluşturduğunu yukarıda ifade etmiştik. Irak Kürdistanı'nın bağımsızlık referandumunu bir kenara koyacak olursak, bölgesel Kürt jeopolitiğindeki gelişmeleri belirleyen en önemli dış aktör ABD’dir. Özellikle de ABD'nin PYD'yle kurduğu ilişki Türkiye'yi burada asıl ilgilendiren husus. ABD-PYD arasındaki ilişkilerde yaşanacak herhangi bir değişim de menfi veya müspet bir şekilde ABD-Türkiye ilişkilerine etki edecektir. Bu da kaçınılmaz olarak Türkiye-İran ilişkilerini şekillendirecektir.

Velhasıl, Türkiye-İran ilişkilerinde kaygılar bazında örtüşme, çıkar başlıklarında ise ayrışma yaşanıyor. Bu da iki ülke arasındaki ilişkilerin mahiyetine ve geleceğine olduğu gibi sirayet edecektir.

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?