Kaybolan Merhametler

ZEHRA TÜRKMEN

İngiltere Prensinin son veliahtı dünya gündeminde büyük ilgi gördü. Tüm görsel ve yazılı basın yeni doğan ve babasından sonra tahta varis olacak olan bu bebek haberini en üst sıraya aldı. Bebek dünyaya gelmeden cinsiyeti, ismi, saç ve göz rengiyle ilgili ülke genelinde bahis oyunları oynandı. Medya, Londra’daki hastaneden dakika dakika bağlantı halindeydi. İngiltere’nin kutsal bebeği geldi geliyordu.  Basın son iki haftasını bu önemli olay için hastanenin önünde bekleyerek geçirdi. Obama çifti ve tüm liderler bebeğin doğumunu kutlarken, bebek Fransa’nın da bir numaralı gündemi oldu. Neredeyse tüm Fransız haber kanalları özel yayına geçti.

Londra 33 dereceyle son yılların en sıcak günlerinden birini yaşamasına rağmen, yüzlerce gazeteci, hastanenin önünde bekledi. Bebeğin gelişini tüm dünyaya duyurmak önemli bir habercilikti. Çünkü bu sıradan bir bebek değildi. Çünkü bu her gün Suriye’de, Gazze’de, Arakan’da katledilen, yok edilen, ağır bombalar altında can veren yüzlerce bebekten birisi değildi. Bu bebek İngiliz Kraliyet ailesinin bir üyesi ve anne babasının gözbebeğiydi.

Avrupa’nın köklerini hatırlatan bu nostaljik kraliyet çocuğu modern yaşamın metafizik boyutuydu sanki. Adına fal okları çekiliyordu, bahisler oynanıyordu. Kız mı olacak erkek mi; adı şu mu olacak bu mu diye.

Oysa ne acı bir çelişkiydi bu. Bir çocuğun doğumu egemen dünyanın gündemini sararken başka coğrafyalarda binlerce çocuğun hunharca katledilmesi dünyanın umrunda bile değildi. Bir çocuk doğarken İngiltere’de oysa bin çocuk ölüyordu dünyanın dört bir yerinde. Bin çocuğun masumca ölümüne kulaklarını tıkarken, bir çocuğun doğumuyla sevinç naraları atabiliyordu egemen Batı’nın büyücülerine bağlanmış modern yığınları.

Suriye’de ki katliamda, İdlib’de hava saldırısı sonucunda öksüz ve yetim kalan 7 yaşındaki Meryem’e dünya basının ilk sıralarında yer yoktu oysa…

10 yaşında ki yetim ve öksüz kalan “çocukların ölmesini istemiyorum” diye sesini dünyaya haykırmaya çalışan Suriyeli Muhammed’e yer yoktu…

Sınırlara sığınmış binlerce masum çocuğun çadırlarda hayatını sürdürmeye çalıştığı, evlerine geri dönecekleri günün hayaliyle yaşayarak, hayatta kalmak için Allah’a yalvardıkları da haber değeri ifade etmiyordu liberal ve sosyalist basının elitlerine göre.

Kıyafetleri olmayan, oyuncakları bombalanan, arkadaşları kana bulanan, savaşın en acı yüzüyle yüzleşen çocukların hikayesi de haber çıtasına ulaşamıyordu.

Gözlerini savaşın ortasında açan anne, babalarıyla aynı kaderi paylaşan çocuklar; bir top mermisiyle can veren, atılan bombaların altında ezilen bedenler Batılı, Aydınlanmacı ve ilerlemeci hayat tasavvurlarının diyalektiği içinde yer almıyorsa, bu at gözlüklüler için, bu mağduriyeti yaşayanların yapılacak haberi de anlamlı değildi. Liberali ve sosyalisti için ölümler bile Batıcı ve ilerlemeci hayat tarzını yayacak, güçlendirecek bir katkı sağlamayacaksa modern medya büyücülerinin küresinde görünmezdi.

10 yaşındaki Halit İbrahim’in İdlib’in Kurin Kasabasında ki saldırıda ayağından vurulması mesela… Tıpkı Batılıların çocukları gibi eğer mermi ona isabet etmeseydi koşup oynayacaktı Halit. Belki babasıyla yarış yapacak, evlerinin kapısının önünde arkadaşlarıyla top oynayacaktı. Belki de Halit koltuk değnekleriyle hayata tutunmak zorunda kalmayacaktı.

Suriye’nin Ebu Gureyb’i olan Adra Zindanı’nda yaşanan vahşetleri, katliamları, işkenceleri ve Adra Zindanı’nda anne karnındayken zindana mahkûm olan çocukları duymak küresel kapitalist hayat tarzının ekranlarında, barlarında, plajlarında keyif ve haz kaçırmaktan başka ne işe yarayabilirdi ki…

Lübnan’da, Filistin’de, Irak’ta, Beyrut’ta, Gazze’de, Suriye’de ve yeryüzünün her yerinde gelişmiş kimyasal silahlarla çocukların nasıl yok edildiğini duymak…  Ölümlerden kaçan aç-bilaç hicretlerde bu çocuklar ne yerler, ne içerler ve hayatta kalmak için nasıl mücadele ederler acaba? Bu çocukları kim sever, kim sarar kanayan yaralarını, kim üfler acıyan parmaklarına…

Liberaliyle, sosyalistiyle, ulusalcısıyla Bodrum benzeri sayfiyelerde modernizmin fahşa pistlerine uzanan Gezi Parkı eylemcilerinin, İslamofobi hastalığına yakalanan finanse edilmiş Tahrir Meydanı Temerrütçülerinin derdinde olur mu mustazaf çocukların, Müslüman çocukların çığlıkları…

Aydınlanmacıların ve öykünmecilerinin bir çocuğun doğumuna gösterdiği ilgi ve sevgi, binlerce çocuğun ölümünde kaybolan merhametleridir.  Ve Rabbimizin buyruğu açıktır.

“Onlara cehennemde ateşten bir yatak, üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.” (7/41)