Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, 14 Nisan 2009'da yaptığı konuşmada şöyle demişti: "Atatürk, Türk milletini şu şekilde tanımlamıştır: 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir'.
Buradaki 'halk' ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada -ki burası Türkiye'dir- yaşayan halkın bütününü, yani hiçbir dinî ve etnik ayrım yapılmaksızın, Türkiye halkını işaret etmektedir."
Bu doğru bir tanımlamadır. Fakat bu doğru tanımlama, Emile Durkheim sosyolojisi ve Ziya Gökalp'ın bu sosyolojiyi uyarlamaya çalıştığı ulus devletin parametreleriyle bir araya getirildiğinde Türkiye ve İslam dünyasının gerçekliklerinden tümüyle kopar. Eğer farklı bir sosyolojiden hareket edilebilseydi, birden fazla kavim grubunun meydana getirdiği "Türkiye halkı"nın ortak paydalar etrafında ve kendi aralarında barış içinde yaşama idealini geliştirmeleri güç olmazdı. Türkiye halkına Batı'nın kendine özgü sosyo-politik örgütlenmesi olan ulus formu giydirilmeye çalışılınca, bu çabadan bir arada yaşama imkânı doğmadı; Türkiye halkını meydana getiren unsurlardan biri hegemonik kimlik seçilip diğerlerine empoze edildi.
Bugün öncelikle "Kürt" adı verilen insan topluluklarına ne ad koyacağımız konusunda ciddi kafa karışıklığı söz konusu. Bu kafa karışıklığı, çözüm için önerilen paketlere de yansımaktadır.
Sorunun sahici çözümü için cevabını aramamız gereken sorular şunlardır: 1) Kürtlere ne ad vermeli? Kürtler, bir aşiret mi, kabile mi, halk mı, ulus mu, etnik grup mu? 2) Kürtlerin temel birtakım hakları olduğunu söylerken, bu hakların referans çerçevesi nedir? Bu hakları hangi değerlere göre meşru, makul ve gerekli haklar olarak kabul edeceğiz?
Çözüm paketleri farklı gibiymiş zannedilse de ve aralarında şiddetli politik/ideolojik çatışma olsa da, Türk ve Kürt milliyetçileri (CHP-MHP-DP) ve sol, sosyalist ve sosyal demokratlar ile liberaller ortak bir kaynaktan hareket ederler. Seçtiği politik kimlik ve müracaat ettiği düşünce stoku göz önüne alındığında muhafazakâr AK Parti de aynı kategoride yer almaktadır. Bu farklı politik parti ve grupların görüş ve çözümlerinin her birini diğerine kolayca tercüme edebilir, derece farkıyla olmasa da politik düşüncenin kök bilgileri ve kurucu fikirler itibarıyla birini diğerlerine uyarlayabiliriz. Bu yüzden, her şeyiyle yolunda gidiyor gözükse de "Kürt açılımı", felsefî temeli, değerler çerçevesi itibarıyla soruna kalıcı bir çözüm getirmekten uzak düşecektir. Belki sembolik/basit rahatlamalar sağlanabilir.
Saydığımız parti ve grupların tümüne göre, beşeri/sosyal örgütlenmenin en son formu ulustur (millet?). Sorun, Kürtlerin gelişmiş formuyla bir ulus kabul edilip edilmemesi noktasında düğümlenmektedir. Kürt milliyetçileri bittabi ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde Kürtlerin, diğerleri gibi bir "ulus", -ama uluslaşma sürecini yaşamakta ve bunun mücadelesini vermekte olan bir ulus- olduklarını iddia etmektedirler. Milliyetçi, sol, liberal, sosyal demokrat ve muhafazakâr tanımlamalar da büyük ölçüde Durkheim'ın temel verileri çerçevesinde yapılmaktadır. Fakat tanımlamalar gerçekliklerle uyumlu değil.
Durkheim, tamamen Batı toplumunun tarihsel gelişme şemasını izleyerek toplumları klan-imparatorluk arası dönem; klan, boy, aşiret, site-kent; imparatorluk-ulus arası dönem, imparatorluk çağı, derebeylik/feodalite, monarşi ve ulus olarak sıralamıştı. Bu şemanın bizim tarihimizle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu şemayı bize uyarlamaya çalışan Ziya Gökalp da aslında havanda su dövmüştü, nitekim geldiğimiz nokta bunun somut kanıtıdır.
Durkheim'ın şemasını Kürtlerin tarihsel-toplumsal durumlarına uyguladığınızda; eğer Türk milliyetçisiyseniz Kürtleri, "boy, aşiret"; aydınlanmacı Kemalist ve liberalseniz "aşiret, fedoalite"; Kürt milliyetçiyseniz "ulus" olarak görürsünüz. Bu farklı isimlendirmenin bizatihi kendisi anlaşmazlık ve çatışma sebebidir. Ama farklı bir kavramsal çerçeve de var.
ZAMAN