"Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvâca en ileride olanınızdır." (49/Hucurat, 13)
Bu ayette insanların tümüne hitap ve insanlığın aşkın birliğine vurgu vardır. İnsanlar bir erkek ve bir dişiden yaratılmıştır. Dinleri, dilleri, ırkları ve gelenekleri her ne olursa olsun, bir ailenin üyeleridir, aralarında ontolojik eşitlik mevcuttur.
İlk anahtar terim "tearuf"; muarefe, irfan, arif, marifet, örf ve ma'rufla aynı köktendir. İnsanların farklı topluluklar halinde yaratılmasının hikmeti, birbirlerini tanımaları, tanışmaları, yakınlaşmaları (muarefe), birbirlerinin tanımsal çerçevesini öğrenmeleri (tarif); birbirlerinden etkilenmeleri (örf); iyi ve doğru şeyleri, güzel hasletlerini birbirlerine aktarmaları (ma'ruf) ve irfan zemininde kendi nefislerini (Ma'rifetünnefs), varlık âlemini (Ma'rifetulhalk) ve Allah'ı bilmeleridir (Ma'rifetullah). Bu suretle hikmet ve marifete sahip olacaklar, barış içinde ve bir arada yaşayacaklar.
Diğer anahtar terimler "Kabile ve şuub"tur. Cumartesi günkü yazımda Durkheim ve Ziya Gökalp'ın Batı'yı esas alan gelişme şemalarının şöyle sıralandığını belirtmiştim: a) Klan-imparatorluk arası dönem; klan, boy, aşiret, site-kent; b) İmparatorluk-ulus arası dönem, imparatorluk çağı, derebeylik/feodalite, monarşi ve ulus.
Bizim esas alacağımız beşeri/sosyal örgütlenme şeması şöyledir: Ferd-i vahid olarak insan, aile, aşiret, kabile, kavim, halk ve ümmet. Bu şema evrenseldir, her beşeri havzada görülebilir; özellikle Anadolu, İran, Bilad-ı Şam, Afrika, Asya ve Arap Yarımadası'nda var olan her topluluğun şu veya bu beşeri tarihsel durumuna denk düştüğünü söyleyebiliriz.
"Aile", iki ve daha fazla kişiden oluşur, alternatifi olmayan örgütlenme biçimidir. "Aşiret", asgari 10 veya daha fazla kişiden oluşur. Aralarında kan ve akrabalık bağı olup yakın evlilikle oluşur. "Kabile", birbirine yakın ve uzak aşiretlerin bir araya gelmesinden oluşur. Aralarında ortak sorumluluk ve yükümlülükler vardır, kabile üyeleri bunları 'kabul' ettiklerinden kabile olmuşlardır. "Kavim", birden fazla aşiret ve kabilenin aynı çerçeve içinde yer almasından teşekkül eder. Aralarında renk, ırk ve dil birliği vardır. "Şa'b (halk)" birden fazla kavmin ortak coğrafi mekânı paylaşıp bir arada bulunmak suretiyle meydana getirdikleri kavimler birliğidir.
Kur'an niçin bu terimleri seçmiş? Araplar örgütlenme biçimlerini bedenin yaratılışını temel alarak yaparlar. İnsanın kafatasını meydana getiren baş kemiklerinden her birine "kabile" ve bu kemiklerin birbirine kavuşup bitiştiği eke de "şa'b" denir. Elmalılı, "bir asla mensup olan toplulukların hepsinin başı ve büyüğü olan toplum (cemiyet) şa'btır ki, kabileleri ihtiva eder", der. Modern Arapçada şa'b, Türkçede kullandığımız "halk"a tekabül eder. Halk, canlı bir beden hükmündedir.
"Batı-dışı bir sosyoloji"den şu sonuca varıyoruz: Birden fazla aile, aşiret ve kabileden oluşan kavimlerin ortak özellikleri dil, renk ve ırk (etnisite?) birliğine sahip olmalarıdır. Halk ise ortak bir coğrafi mekânda (yurt/vatan?) farklılıklarını koruyarak bir arada yaşama iradesini gösteren birden fazla kavmin, "kavimler birliği"nin ismidir.
Bu kavramsal çerçeveyi Türkiye coğrafyasına uygulayacak olursak, Türkler, Kürtler, Lazlar vd. birer kavimdirler, bir arada bulunmaları onları şa'b/halk yapar. Birbirine eşittirler. O halde Mustafa Kemal'in "'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, Türkiye halkı" isimlendirmesi doğruydu. Ancak bu Batı'dan alınan formla kendi tarihsel ve toplumsal realitesine uydurulamadı.
Şimdi sıra, "Türkiye halkı"nı meydana getiren çeşitli kavimlerden her birinin temel ve doğal haklarının ne olduğu ve hangi hukuki ve politik çerçevede bir arada yaşayabilecekleri sorusuna gelmiştir.
ZAMAN