Selahaddin E. Çakırgil’in bugünkü yazısında Müslüman coğrafyasının içine bir virüs gibi yayılmış ırkçılık belasını yorumlamış:
Hele de, seçim atmosferinde kavmiyetçi duyguların derinden derine yanan gizli ateş gibi ülkemiz insanları arasında daha bir su yüzüne vurduğu hissedilmekte.. Sözgelimi bir kişi seçimlerde şu veya bu partiden aday mı olacak, o kişinin hemen hangi etnik gruptan olduğu gündeme geliyor. ‘O mu, çerkez’dir, kürd’dür, türk’tür, arnavut’tur, boşnak’tır, zaza’dır, gürcü’dür, muhti’(Müslüman olmuş ermeni)’dir, arab’dır, abaza’dır, laz’dır, çepni’dir, roman’dır, tatar’dır, ‘çeçen’dir, ‘qumuk’dur, vs..
Seçimlerde de, ‘Bu kişi bizim kavimden, elbette onu seçmeliyim’; ya da, ‘o bizim kavimden değil, o halde onları seçmemeliyim..’ havası taşıyanlar az da sayılmaz.. Hattâ, dar ‘hemşehricilik’ ayırımları bile yapılabilmekte..
Bu arada bazıları da son zamanlarda birleştiriciliğin ve ayrıştırıcılığın yeni bir iksirini veya formülünü dillendiriyorlar; ‘Müslüman türk, Müslüman kürd, Müslüman arab..’ vs. gibi.. Bununla da, kendilerini kavimlerinden olup da aynı inançtan olmayanlardan ayırmak gibi, ilk planda olumlu sanılabilecek bir beyanda bulunuyorlar, ama, kendilerini kendi kavimlerinden olmayan dindaşlarından da farklı bir yere koyuyorlar.