Katmerli seviyesizlik

Etyen Mahçupyan

Bir davranıştan utanabiliriz. Olumsuz bir tutumu alışkanlık haline getirenlerden de... Ama bir siyasi partiden utanmak herhalde epeyce ender olur. Ne yazık ki, Cumhuriyet’i kuran, Mustafa Kemal’in mirasçısı olmakla övünen, kendisini sosyal demokrat ilan eden parti gerçekten de artık utanç verici bir performans izliyor. Performans kelimesi burada tam da yerli yerinde... Çünkü ortada samimiyet, hakikilik, haddini bilme, tevazu gibi hasletler olmadığı gibi, rol yapma ve rol çalma gayreti içinde sergilenen bir seviyesizlik var.

Aslında Baykal bu olayın gerçek anlamının farkında. Nitekim kendi çevresine asıl fikrini beyan ettiği, “bu işi devlet yaptı, biliyorum” dediği medyaya sızmış durumda. Baykal’ın ‘devlet’le kimleri kastettiği ise herhalde epeyce açık. Devletin asli partisinin, asker ve yargıyla içiçe geçmiş bir kadronun ‘devlet’ kelimesini yanlış kullanmasını bekleyecek değiliz. Böylesine deneyimli birinin kendi gerçek hasımları konusunda yanılması da az ihtimal. Dolayısıyla eğer hakikaten ne olup bittiğini merak ediyorsanız, Baykal’ın ‘siyaset’ yaptığı grup konuşmasına değil, arkadaşlarına ilettiği kanaatine bakmanız lazım.

Aslında mesele basit... CHP’nin başında başka birini görmek isteyen bir odak, elinde beklettiği ve belki de bazı eklemelerle zenginleştirdiği kaseti, tam da kurultaydan iki hafta önce piyasaya sürdü. Zamanlama, Baykal’ın bu kurultayda devrilmesinin amaçlandığını gösteriyor. Öte yandan Sarıgül’ün Baykal’ı dizlerinden vurmak üzere kiralık adam tuttuğu iddiasına dayanan gülünç ihbar mektubu, nihai alternatifin Sarıgül olmadığını da ortaya çıkardı. Diğer bir deyişle muhtemel bir CHP zayıflamasının meyvelerinin Sarıgül tarafından toplanması istenmiyor. Tahmin edilebileceği üzere, herhalde kemalist partinin ‘tekleşmesi’, oyları kendisinde toplaması, böylece laik kesimin blok halinde AKP karşıtlığı üzerinden mobilize edilmesi hedefleniyor.

Bu noktada iki farklı görüş var: Acaba istenen daha ‘yumuşak’, topluma ulaşabilen bir kemalizm mi? Yoksa muhalefeti daha da sertleştirecek ve ‘devletten’ bağımsız davranmayacak bir kemalizm mi? İşin ilginç yanı, Baykal’ın bunların her ikisini de siyasi çizgi olarak becerebilecek maharette olması. Ancak Baykal bir ‘siyasetçi’... Göreceli özerkliği konusunda titiz, hareket yeteneğini azami kılmak isteyen biri. Bu durumda ikinci alternatifin, yani ‘devlet’ten bağımsız davranmayacak bir kemalizm arayanların manipülasyonu ile karşı karşıya olunması daha büyük ihtimal. Dahası bizzat Baykal’ın söylediği “bu işi devlet yaptı, biliyorum” sözü var... Ve nihayet Baykal’ın grup konuşmasında Pennsylvania’ya gönderdiği selam da, aslında ‘yumuşama’ taraftarı olanın kendisi olduğu mesajını iletiyor. Nitekim istifa öncesinde de bu ‘komplo’yu kendince deşifre etmeye çalışırken, Baykal amacın ‘inançlı kesimleri CHP’den soğutmak’ olduğunu ileri sürmüştü.

Belki de bu kurultayda Baykal’ın topluma sempatik gelen bazı değişiklikler yapma ihtimali söz konusuydu ve CHP’nin toplumla temas kuran bir parti olmaya doğru gitmesi öngörülmüştü. Ne var ki böyle bir yaklaşım, aynı zamanda kemalizmden uzaklaşan bir muhalefeti ima etmekte ve o durumda da kemalizmin yer almadığı yeni bir siyaset yelpazesine doğru gidilebileceğini söylemekte. Bu değerlendirmenin doğru olabileceğini gösteren en önemli delillerden biri, Baykal’ı destekleyen köşe yazarlarının neredeyse bir ağızdan ‘istifa’ temposu tutmalarıdır. Normalde beklenecek ilk tepkilerin CHP Başkanı’nı koruma yönünde olması gerekirken, yazılanlar o noktanın geçilmiş olduğunu, tereddüde mahal bırakmayan bir biçimde Baykal’ın gitmesi gerektiği konusunda fikir birliği oluştuğunu ortaya koyuyor. Böylesi bir fikir birliğinin kasetin ortaya çıkmasıyla oluşan bir tepkiyle ilgisinin olmadığı, söz konusu köşe yazarlarının bu meseleyi bir süreden beri beklediklerini tahmin etmek ise hiç zor değil. Bir dolaylı delil ise, yüksek yargı mensuplarının ve askerlerin bu konuya ‘dokunacak’ hiçbir beyanda bulunmamaları, renk vermemeleri. Doğal olarak bu tür olaylarda bürokrasinin müdahil olması beklenmez. Ama şöyle düşünelim: Eğer tersine bir durum söz konusu olsaydı, yani Baykal’ın yerinde kemalizmi daha devletçi bir çerçeve içinde taşıyan ve bürokrasiye bağımlı bir lider bulunsaydı, acaba yüksek yargı ve asker yine de sessiz kalır mıydı? Yoksa bugün Baykal’a istifa çağrısı yapanlardan bazıları çoktan askerin ve yüksek yargının görüşünü almak üzere bir randevu kapmışlar mıydı?

Manipülasyonun niteliği üç aşağı beş yukarı belliyken, CHP yöneticilerinin ve bizzat Baykal’ın tutturdukları dil ise, devletçi cenahtaki siyasetin pespayeliği ve düzeysizliği hakkında açık bir fikir veriyor. Meğerse CHP ve Baykal “hükümetin yaptığı zulüm ve haksızlıklara” muhatapmışlar, parti tam da oylarını arttırıp iktidara giderken bunlar yapılmaktaymış, sivil diktaya karşı verilen mücadele durdurulmak istenmekteymiş ve Başbakan suçüstü yakalanmışmış. CHP’liler kendi seçmenlerinin bir bölümünü aptal yerine koyabilirler ve geçmiş deneyimleri bu bakışı onlar açısından haklı da gösterebilir. Ama asıl aptal konumuna düşenin, dahası ahlaki zaaf içinde gözükenin kendileri olduğunu algılamalarında yarar var.

Baykal’ın “iktidar gücü ve olanakları seferber edilmeden” bunların yapılmasının mümkün olmadığı tezi ise, aslında bir bumerang gibi kendisini vuruyor. Eğer teknik yapılabilirliğinden ve kullanımından söz ediyorsak, açıktır ki bu olayda asıl iktidar kendisidir. Nerede olduğunu, ne yapacağını bilen o... Kimi çağıracağını, ne emir vereceğini bilebilecek olan da o. Dolayısıyla eğer bir ‘komplo’ varsa, belki de bunu düzenleyen Baykal’ın kendisidir. Kurultayda sıkıntı yaşayacağını görmüş, rakipsiz kalmayacağını anlamış ve tüm CHP camiasını kendi etrafında toparlayacak sulu gözlü bir ortam yaratmak istemiştir...

Eğer CHP’liler bu açıklama biçiminden rahatsız olurlarsa, kendi söylediklerine bir baksınlar... Ahlaki zemini yok ettiklerinde, başkalarının da onları ‘ahlaksız’ olarak varsaymaları ihtimalinin artmasını yadırgamasınlar.

emahcupyan@gmail.com

TARAF