REMZİ BUDANCİR'in haberi:
Dersim İsyanı’nın lideri olduğu gerekçesiyle asılan Seyid Rıza’nın yaşayan tek kızı Leyla Ağlar, Dersim’i terk etmemeye kararlı. Katliamın ve babasının asılmasının ardından tam beş yıl süvari alayının ahırlarında hapis tutulan Ağlar, yurtdışına giden akrabalarının “Bizimle gel” tekliflerini reddetmiş hep.
Dersim Katliamı’nın hiç kuşkusuz en önemli ismidir Seyid Rıza. Katliamın ardından ‘Elebaşı’ olduğu gerekçesiyle yargılanan, önce gözleri önünde oğlu, sonra kendisi asılan Rıza’nın yaşayan tek çocuğu ise Leyla Ağlar. Neredeyse unutturmuş kendisini. Ne gazetecilere konuşmuş, ne siyasetçilerin kendisini ziyaretine izin vermiş. Küsmüş, kırılmış, içine kapanmış. Adresini öğrenip kapısına gittiğimizde çok çarpıcı bir durumla karşılaşıyoruz. Kapı kilitli. Çalıyoruz zili. İçeriden yaşlı, titreyen bir sesle yanıt veriyor: “Açamam, kapı kilitli.” Şaşkınlığımızı atamıyoruz üstümüzden. Neden kilitli olduğunu öğrenmek için Dersim içinde kısa bir tur atmamız yeterli aslında. Seyid Rıza’nın yaşayan tek çocuğu olan Leyla Ağlar, ileri yaş nedeniyle zaman zaman ağır unutkanlık yaşıyor. Kapıyı açık bulup dışarı çıktığında bir kaç kez kaybolmuş. Bulup getirilmiş kaldığı eve ama korkutmuş kendisini sevenleri.
Pencere önünde röportaj
Ağlar’ın üzerine zaman zaman kapıyı kilitleyip çıkan genç ise uzaktan tanıdığı bir öğrenci. Yıllardır tüm bakımını o üstleniyor. İsminin yazılmasını istememesine saygı gösteriyoruz. “Bu benim onurumdur. Ben ömrüm yettiğince Leyla neneme bakacağım. Reklamı yapılacak, aferin beklenecek bir şey değildir ki bu tanıtayım kendimi” demesi çok samimi geliyor. Bu genç öğrencinin anlatımından ortaya çıkıyor ki kapıyı açamıyor değil, açmıyor Seyid Rıza’nın kızı. Gazetecilerle görüşmek, hele hele fotoğrafını çektirmek asla istemiyor. Israrımız sonucu bizi içeri almadan anlatıyor yaşadıklarının bir bölümünü. İşte kelimenin tam anlamıyla kapı önünde yapılan o röportajın satır başları:
Ahırda beş yıl kaldık
“Kırım başladığında polisler gidiyor, jandarmalar geliyor, jandarmalar gidiyor, polisler geliyor. Sonunda bizi alıp askerin, atlı askerin ahırlarına götürdüler. Tam beş yıl kaldık orada. Acı, korku dolu koca beş yıl. Bizimle birlikte olan gelinimiz kaç kez bağırdı askere ‘Bizi denize doldurun, dökün. Biz ne yapmışız, kan mı dökmüşüz.’ Duymadılar bile. Atlar bağırır, çocuklar ağlar. Onları yorganın altına koyuyorduk ki korkmasınlar. Yatak falan zaten yok doğru düzgün. Kene, tahtakurusu, bit, sivri sinek dolu her yer. Elbiseyle yatıp kalkıyoruz. Sabah kalkıyoruz ki, yatak yorgan üzeri toprakla, böcekle kaplanmış.”
Bırakmam bu toprakları
Kapı önündeki sohbet bile çok yorucu olmalı onun için. Neden diğer akrabaları gibi başka yerlere, özellikle Almanya’ya gitmediğini soruyoruz son olarak. Cevabı oldukça net: “Ben Seyid Rıza’nın kızıyım. Burası benim babamın kanının aktığı, akrabalarımın, aşiretimin kanının aktığı topraklar. Gidilir mi hiç? Bırakılır mı Dersim toprağı. Ölene kadar burada kalacağım.”
Dersim kadınları dimdik ayakta ölür
Dersim’de 1937-38 döneminde yaşanan ve hala hafızalardan silinmeyen katliamın izini o dönemin tanıkları ile dile getirmeye devam ediyoruz. Bu tanıklardan biri de Güllü Yakar. Katliam sırasında 7 yaşında olan Yakar, “En çok ağrıma gideni anlatayım önce” diyerek başlıyor sözlerine: “Katliamdan sonra Çiçekli Köyü’ndeki okula gittim bende. Askerler genelde öğretmenlik yapıyordu. Bize Atatürk’ün, İnönü’nün ne kadar büyük, ne kadar önemli olduklarını anlatıyorlardı. Benim ailem, yakınlarım, komşularım öldürülmüş, köylerimiz yakılmış ama bunu yaptıranlar çok büyük adammış. Ne denir ki oğul.”
Kimse yere düşmesin, dimdik durun...
Güllü Nene, tanık olduğu inanılmaz bir anı anlatarak sürdürüyor konuşmasını:
“Hopig ve Demirkapı’da yaşananları nasıl anlatayım ki. Orada insanlık öldürüldü. Biz kaçıp ormana sığındık, kurtulduk. Birçok köyden kadın ve çocuklar toplanmıştı. Önlerine otomatik silahlar kurulmuştu. Kadınlar ayaktaydı. Bir kadın ‘Sakın kimse can korkusu ile yere düşmesin. Hayatta kalan olursa askerler namusuna el atar, kirletir. Dersim kadınları dimdik durun. Ayakta ölelim. Öldürülen erkeklerinizi düşünün’ diye seslendi. Dakikalarca bu kadınlar tarandı. Ölenler tek yere düştü. Bir tek kişi bile sağ kurtulamadı.
Sığır vagonlarında sürgün
Dersim’de birbiri ardında konuştuğumuz katliam tanıklarından biri de Hasan Alpaslan. Yaşına göre hayli dinç görünen Alpaslan, katliama 6 yaşında tanık olmuş. Yaşananları anlatmak konusunda tereddütlü. “Anlatırken bile içim acıyor. Düşman düşmana yapmazdı ki onların yaptığını. Ne isyanı, ne eşkıyalığı. Silah bile bırakmamışlardı ki köyde askerler” derken sesi titriyor. Sürgünü yaşayanlardan biri olan Alpaslan, sürgün çilesini şöyle anlatıyor:
“Katliamda yakınlarımı, komşularımı, ailemi öldürdüler. Ortalık resmen kan kokuyordu. Yanan evlerin tahtalarından çıkan sesler hala kulaklarımdadır. Sonra sürgün lafı çıktı. Çıkmaz olaydı, doğruymuş. Harput’ta topladılar bizleri. Ölmeyip de sağ kalanları. Esir kampı gibi bir yer. Bizi batıya süreceklermiş. Batı neresidir, nasıldır, gidip ne yapacağız bilmiyoruz ki. Trenler geldi bizim için. Trenlerin de kara vagonlarını layık gördüler bize. Hani hayvan taşınan, ağırlıklı da kara sığır götürülen o vagonları. Bindirildik onlarca insan. Hayvan kokusu neyse de o kadar kalabalık, nefes alamıyoruz. Kapılar üstümüze kapatılmış. Ben dahil çocuklar ağlar, analar susturmak ister, susmayınca analar da ağlar. Saatler, günlere karıştı. Kaç gün oldu bilmiyorum vallahi. Durdu tren, indik vagonlardan. Balıkesirmiş getirildiğimiz yer. Tam dokuz yıl kaldık Balıkesir’de. Sonra af çıktı, ‘dönebilirsiniz’ dediler, döndük yakılmış, yıkılmış Dersim’imize.”
TARAF