Katliama Suskun, Mezar Tahribine Cevval...

Diktatörlüğün yanında vargücüyle duranların, şimdi, bir takım mezarların tahribini en büyük mes’ele haline getirme çabaları da aynı ifrat-tefrit anlayışının bir değişik tezahürü…

Bunca Musîbetler Uyandırmaya Yetmeyecek Mi?

Selahaddin E. Çakırgil

Önce bir noktaya değinmek gerekiyor:

Bazı mezarların bir perestiş / tapınma mekanına dönüştürülmüşcesine tepki verme şekli herkes için bir değildir. Bazıları tepkilerini sert ortaya koyar, bazıları te’villerle başka izah yollarına yönelirler. Bu konuda hemen her gün, müslüman coğrafya ve toplumlarında farklı sahneleri görüyor, farklı izahların yapıldığını işitiyoruz.

Hatırlayalım ki, Hudeybiye Musalehesi öncesinde, Hz. Peygamber (S), Mekke’ye doğru ve savaş niyetiyle ilerlerken ortaya çıkan yeni bir durumdan dolayı, beraberindekilerden yeni bir  biat / bey’at almak ihtiyacını hissetmişti. Bir ağacın altında yapıldığı için o bey’at, ‘Bey’at-uş’şecere’ diye anılmıştı.

Hz. Ömer zamanında bir sıkıntılı anda, birileri, ‘Hz. Peygamber zamanında filanca yerdeki ağacın altında toplanıp bey’atleşmiştik..’ diye, yine aynı yerde toplanılmasını teklif edince, o mekanın ve ağacın kutsallaştırıldığını gören Hz. Ömer’in o ağacı kestirdiği bilinir.

Ama, günümüzde bazı müslüman cemaatlerin geçmişteki veya halen hayatta olan filanca öncülerinin filan yerde oturduğu, filan ağacın dalında veya dibinde gölgelendiği gerekçesiyle, nice mekanları kutsal bir ziyaretgâh haline dönüştürdükleri de biliniyor; birilerinin, ‘1 Mayıs anmaları için Taksim Meydanı bizim nazarımızda kutsaldır..’ diyen bazı laik/ solcu kesimlerin saçmalığını hatırlatacak şekilde..

Bu gibi aşırılıklara karşı birilerinin de mukabil tepkiler vermeleri hep olagelmiştir.

*

Vehhabîliğe ismini veren Muhammed Abdulvehhab ve tarafdarları, 250 sene öncelerde Mekke, Medine ve diğer yerlerdeki ‘Sahabe mezarları’nın âdeta bir tapınma mekanına dönüştürülmesindeki vurdumduymazlığa, önemsememek şeklindeki  tefrit’e karşı, ‘ifrat’ ile, aşırı derecede sert tepkiler - tefrit  mes’elesinde olduğu üzere, şiddetli bir tepki vermişler ve her  bütün bunların şirk olduğunu belirterek, o mekanları yakıp yıkmışlardı. Hattâ, 1900’ün ilk yıllarındaki bir Vehhabî İsyanı’nda, az kalsın, Hz. Peygamber (S)’in kabri bile yerle bir ediliyordu ki, son anda kurtarılabilmişti.

1,5 sene öncelerde, Libya’da 42 yıllık diktatör Gaddafî’nin öldürülmesiyle sonuçlanan ve iç ve dış nice silahlı unsurların işbirliği yaptıkları korkunç savaştan sonra, bir kısım silahlı unsurların, halkın ziyaret ettiği türbeleri, dinamitlerle havaya uçurduklarını ve oralardaki kemikleri de denize attıklarını ve halkın da bu tahribattan sonra artık o mekanları ziyaret etmediklerini orada iş yapan arkadaşlar anlatmışlardı, geçen sene..

Bu gibi yerlerin kutsal bir ziyaret mekânı haline dönüştürülmesi ve buna karşı bir tefrit/   önemsememe ve vurdumduymazlık hali sergilenmesi gibi,  ifrat / aşırılık hareketleri de olur. Nitekim, benzer durumlar Mali’de ve diğer Orta- Batı Afrika ülkelerindeki müslümanların yaşadığı coğrafyalarda da yaşanmıştı..

Son günlerde de benzer bir hassasiyet iki taraflı..

*

Hacr bin Udey, Hz. Peygamber (S)’in sahabesinden imiş..

Suriye’de birileri selefîler mi, vehhabîler mi, gidip o zâta nisbet olunan mezarı türbeyi tahrib etmişler ve oradaki kemikleri de bilinmeyen bir yere taşımışlar.

Belli çevreler, türbelere, mezarlara bağlılık da diğerlerine nisbetle daha bir hassasiyetinin olduğu bilinen bir kesim, feryadı koyveriyorlar, ‘Ey ümmet neredesiniz? Niye susuyorsunuz?’ diye..

İran kamuoyunda etkisi bilinmekle birlikte, Suriye Buhranı konusunda bu zamana kadar, takib olunan siyaseti teyid etmek veya muhalefet konusunda hiç bir ciddî beyanda bulunmamış olan Hâşimî Refsencanî gibi isimler bile, ‘ehl-i sünnet’  ulemâsını da tepki vermeye çağırıyor.

Hani, bir hikâye vardır.

Kerbelâ Faciası sırasında, Yezid’in tarafında yer alanlardan bir grup, bir âlim zâta gidip sorarlar, ’Efendim, filanca haşereleri öldürsek, bundan dolayı günaha girer miyiz?’ diye..

O zat,  o cevab verir: ‘Siz ki, Peygamber torununu ve Ehl-i Beyt’ini bile katletmekte en küçük bir tereddüd göstermemişken.. Şimdi gelmiş, dindarlık ve hakperestlik adına, haşereleri öldürmenin günah olup olmadığını soruyorsunuz..’

*

Suriye’de 50 yıllık bir Baasçı diktatörlük rejimine karşı, qıyâm edip mücadeleye karar veren kitlelere destek olan da, karşı çıkan da elbette olacaktır.

Ama, yüzbine yaklaşan insanın ölümüne, milyonlarının virâneye dönen evlerini-barklarını terketmesine yol açan korkunç savaşta, o diktatörlüğün yanında vargücüyle duranların, şimdi, bir takım mezarların tahribini en büyük mes’ele haline getirme çabaları da aynı ifrat-tefrit anlayışının bir değişik tezahürü değil midir?

Yazının Devamı…

 

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!