Katliam ve barış

Ahmet Altan

Yaklaşık kırk senedir terörün her türünü gördük bu ülkede.

Ama böylesini hiç görmedik.

Bir köyün insanlarının toptan imha edildiğine, bir baskınla çoğu çocuk ve kadın 44 kişinin soğukkanlı bir şekilde öldürüldüğüne hiç tanık olmadık.

Rastladığımız her türden şiddeti aşan bir şiddetle ve terörle karşı karşıyayız.

Üstelik sadece Türkiye’yi değil dünyayı da şaşırtan bu vahşetin nedeni “etnik çatışma” ya da “ideolojik mücadele” gibi isimleri olan, kökleri derine uzanan bir savaş değil.

“İki ailenin” anlaşmazlığı.

Bu katliam, “devletin şımarttığı” korucuların zıvanadan çıkmasıyla açıklanacak gibi değil.

O da önemli bir neden ama böylesine insanlık dışı bir merhametsizlik için daha başka açıklamalara da ihtiyaç var.

Sanırım, yirmi beş yıldır süren savaş, “ölüm ve hayat” kavramlarını derinden sarsıp altüst etti.

Zihinsel iklim zehirlendi.

İnsanların “Kalaşnikovla” sokaklarda dolaşmasının normal karşılandığı, her gün çatışma haberlerinin geldiği, köylere sürekli tabutların gönderildiği bir iklimden söz ediyoruz.

Korucular için gidip bir yerlerde çatışmaya girip adam öldürmek ya da ölmek sıradanlaştı.

Ölümle bu kadar haşır neşir olduğunuzda hayatın ve insanın değeri yok olur.

Ölmek ya da öldürmek doğallaşır.

Öldürme alışkanlığı kaçınılmaz olarak vicdanı ve merhameti törpüler, eksiltir, sonunda tümüyle ortadan kaldırır.

İhtiyar nineleri, hamile kadınları, üç yaşındaki bebekleri makinelilerle tarayabilmek için bütün insani değerlerinizi yitirmiş olmanız gerekir.

Öldürme alışkanlığı, “kendi halkına ihanet ettiği” duygusuyla birleştiğinde, ortaya herkesten ve her şeyden nefret eden, kendini küçümsediği için herkesi küçümseyen, hayatı ve insanı yok sayan bir canavar çıkar.

Bu toplum için asıl büyük tehlike bu “canavarlaşma” işte.

Binlerce korucu var Güneydoğu’da.

Çoğunun haraç ve uyuşturucu işine de girdiği söyleniyor.

Cinayetlerine göz yumuluyor.

Sonunda her şeyin yapılabileceğine, her şeyin mümkün ve mubah olduğuna inanan bir vahşilikle karşılaşıyorsunuz.

Savaş sadece korucuları zehirlemedi elbette.

Savaş tüm toplumu zehirledi.

Öldürme, yok etme, intikam alma, cezalandırma isteği bu toplumda neredeyse herkesin içinde barınıyor.

Herkes bundan payını alıyor.

Ben, bir pusuda on beş askerin öldürülmesinden söz ederken sevinçle gülüveren Kürt gördüm.

Ben, munis munis konuşurken söz Kürtlere geldiğinde “hepsini öldürmek gerektiğinden” bahseden Türk gördüm.

Onlar da bu canavarlığın parçası olmuşlardı.

Susurluk, Ergenekon, JİTEM, faili meçhuller, mayınlı PKK pusuları, baskınlar, çatışmalar, darbe girişimleri, sonunda toplumu bir cinnetin eşiğine getirdi.

Mardin’deki son katliam, o cinnet eşiğinin de aşıldığını gösteriyor.

“Aile anlaşmazlıkları” kırk dört ölüyle sonuçlanıyorsa, diğer “anlaşmazlıklar” nelere yol açar, bir düşünün.

Bu toplum, “savaş yorgunluğunu” bünyesinde hissediyor artık, o vahşi yorgunluk ruhumuzu parçalıyor, lokma lokma ediyor, merhametimizi, vicdanımızı, insafımızı kemiriyor.

Savaş kötüdür, bunu herkes bilir.

Ama daha kötüsü, savaşın insanın “ruhuna” yerleşmesi, öldürmenin sıradanlaşmasıdır.

Biz o aşamadayız.

Bu noktada kendimizi durduramazsak, barışı bulamazsak cinnet tırmanır.

Hasan Cemal, Milliyet gazetesinde çok başarılı bir gazeteciliğe imza attı, PKK’nın şu anki lideri Karayılan ile görüştü.

Karayılan barışçı mesajlar veriyor.

Gerçi o barışçı mesajlar verirken “PKK’nın yerel kadrolarının” mayınlı pusularla asker öldürmeyi sürdürmesi barıştan ziyade cinnete hizmet ediyor ama gene de Karayılan’ın “silahın artık işe yaramayacağını” söylemesi önemli bir gelişme.

Dünyanın savaş istediği zamanlar oldu.

Şimdi dünyanın barış istediği bir dönemdeyiz.

Bundan yararlanmayı bilmeliyiz.

Karayılan, “İmralı’yla konuşun, o olmazsa bizimle konuşun, o olmazsa DTP ile konuşun, o da olmazsa bir âkil adamlar heyeti kurun onlarla konuşun” diyor.

Artık “birileriyle “konuşmak gerekiyor.

Bir Kürt Konferansı’nın hazırlıkları yapılıyor.

Silahları bir süreliğine susturmak barışa hizmet eder.

Hükümet daha kararlı davranırsa, PKK “yerel güçlerine” hâkim olmayı öğrenirse bir barış iklimi yaratabilir, karşılıklı konuşabilir, bu korkunç ve acılı savaşı durdurabiliriz.

Aksi takdirde bu cinnet hepimizin ruhunu esir alacak.

“Aile anlaşmazlıkları” katliamlara dönüşecek.

Mardin, bunun ilk işareti.

Umarım kırk dört insanın kanı, gittikçe daha doğal bulduğumuz bu cinnet uykusundan bizi uyandırır.

TARAF