Suriye’deki geçici ateşkes kararını Suriye halkı değil neredeyse hiç kimsenin tuhaf saymadığı bir biçimde Amerika ve Rusya alıyor. Ancak aynı kararda terörle mücadelenin sürekliliği esas alınarak IŞİD ve Cephetun Nusra gibi ateşkes kararının dışında bırakılanlar da var. Elbette Esed rejimi ve PYD-PKK dışında nerdeyse bütün muhalifler en kestirme şekliyle IŞİD’in uzantısı veya parçası sayıldığı için bombardımanların süreceğinden hiç kimsenin şüphesi yok.
Ateşkes veya çatışmasızlık sürecini kim, ne zamana kadar ayakta tutacak? Bu meseleden daha kritik olan sorun hiçbir surette kalıcı ve adil bir siyasal-toplumsal modelin öngörülmüyor oluşudur. Suriye halkının katili Esed pişkin pişkin ülkenin tamamına hâkim olmaktan, birkaç ay içerisinde seçimlere gidileceğinden bahsediyor. Çünkü başında bulunduğu cinayet şebekesi çökmesin diye İran, Hizbullah, Rusya, Amerika orduları seferber olmuş durumda. Çünkü Rusya-İran bloğu gibi Amerika da İslami nitelikli yekpare bir Suriye modelini çökertme hedefine ancak Esed-Baas ve PYD-PKK’nın desteklenmesiyle ulaşabileceğine göre yapıyor bütün hesaplarını.
Diplomatik Aldatmaca, Entelektüel İllüzyon
Bir aldatmaca ve yıkımı büyütmenin önünü açmaktan ibaret olan Suriye için ateşkes söylemlerinin Amerika ile Türkiye arasında giderek büyüyen PYD kriziyle de bağlantılı olduğu muhakkak. Sürer mi, kime faydası olur ve nasıl bir yük getirir bu süreç? Besbelli ki Türkiye PYD-PKK marifetiyle güneyden kuşatılma harekâtıyla karşı karşıya. Etnik temizlik ve tehcir operasyonlarıyla boğulmaya çalışıldığı aşikâr. Üstelik hem içeriden hem de dışarıdan IŞİD’le özdeş kılınmak, hem Kürt hem de Nurayri ve Şii düşmanlığı yapmakla, beraberinde Amerika ve Rusya’nın ittifakını bozmakla suçlanıyor sistematik olarak.
Ankara’daki bombalı saldırı Türkiye’yi terbiye etmek, hizaya sokmak ve bölgeden tecrit etmek üzere en fonksiyonel aracın PKK olduğunu bir kez daha teyid etmiş oldu. PKK, Çözüm Süreci’ni sabote edip şehir merkezlerini savaş alanına çevirirken ittifakla Suriye’de inşa edilmek istenen kantonal yönetime güvendi en çok.
Fakat Suriye’deki kantonal rejimin bekasının da ancak Türkiye’nin içerisinde tırmandıracağı mantık dışı şiddete bağlı olacağını hesaplıyordu. Vakıa şu ki Türkiye’nin Suriye direnişine olan ilgi ve desteği değil PKK-PYD en geniş manada Kürt sorunundan bile çok daha büyük ve köklü gerekçelere dayanıyordu.
Gerek Türkiye’nin içinde gerekse bölgesel tartışmalara bakıldığında sanki tartışma PKK-PYD’nin kuracağı bir kanton rejiminden ibaretmiş şeklinde bir hava oluşturuluyor. Oysa PKK-PYD Esed rejimin bir bileşeni ve bölgede pek çok savaş suçuna imza atmış kirli ve çok kocalı bir örgüt. İran, Rusya, Amerika binlerce km ötelerden gelip sözde ‘tehditleri’ bertaraf etme adına alenen Suriye’yi işgal ediyor, halkını katlediyorken ‘işgal ve katliam’ suçlarını Türkiye’ye isnat etmek üzere bir yarış, kapsamlı bir kampanya sürdürülüyor.
Bu kampanya en son Ankara’da 29 insanın katledilmesine, onlarcasının ağır yaralanmasına sebep olan bombalı saldırının akabinde de duraksamaksızın devam ediyor.
Ankara’daki bombalı saldırı Amerikalılara, Ruslara veya İranlılara değil doğrudan doğruya askeri, sivili, siyasetçisiyle Türkiye halkına yönelikti. İki kimlikli tek fail (Abdulbaki Sömer/Salih Neccar) da üç farklı tabeladan müteşekkil örgüt de (PKK-PYD-TAK) saldırıdaki organizasyonun hemen her yönüyle tespit edilmişti. Amerika’dan defaatle yapılan resmi beyanlar güya şüphe barındırıyordu. Esasen PKK-PYD’yi temize çıkarıp desteklenmeye davam edileceği ikrar ediliyordu. İşin ilginç taraflarından biri de “200’ü aşkın aydın ve sanatçı yurttaşın” Beyaz Saray’la aynı inanç, şüphe, destek ve düşmanlık frekansında hayat sürüyor olmalarıydı.
Müsvedde Değerlidir
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aydın-sanatçı sıfatıyla sık sık bildiriler yayınlayan ‘entelektüel şebeke’ye yönelik ‘aydın müsveddesi’ gibi bir tanımlama isnat etti. Eleştirilerine muhatap olan imzacıların “üniversiteleri kan gölüne çevirmedikleri” için “çıldırdıklarını, kudurduklarını” da ilave etti. PKK-PYD’nin bütün imkânlarını seferber ederek kan gölünü derinleştirmeye, ölüm nehrini genişletmeye endekslendiği hatta Ankara’da yıkıcı bir saldırı yaptığı bir vasatta ne diyor söz konusu bildiri: ‘Savaşa Hayır!’
Öfkeleri kabartan bildiride ‘Savaşa Hayır’ çağrısı mı var hakikaten? Asla ve kat’a böyle bir çağrı yok bu bildiride. Şöyle izah edelim: Güya “Suriye Cumhuriyeti’ni işgal korkusu sarmış” sol-liberal kanaat önderlerini. “Türkiye’yi bir kirli savaşa sokup perişan etme imkânını R. T. Erdoğan’a tanımayacağız!” diye feveran mı meydan okuma mı olduğu belirsiz cümleler kurmaktalar. Yüzleri hiç kızarmadan “barış istemek suç mu?” diye soruyorlar.
Aydın, sanatçı veya entelektüel değil her şeyden önce profesyonel bir utanmazlık, ahlaksızlık abidesi olan bu imzacıların her birine soralım: Suriye Cumhuriyeti’nde zaten bir işgal yaşanmıyor mu? Tam beş yıldır İran ve Hizbullah askerleri Şebbihalarla bir olup Suriye’de on binlerce insanı katlediyor, şehirleri yıkıyorken hiç ağzınızı açtınız mı? Önce Amerika ardından Rusya binlerce sorti yapan savaş uçaklarıyla yüz binlerce ton bombayı Suriye halkının üzerine yağmur gibi yağdırırken en ufak bir itirazda bulunmadınız, canavar ruhlular.
Erdoğan’a ve Suriye’deki İslami mücadeleye olan kin ve düşmanlığınızla Esed’e müzahir, İran ve Hizbullah’ın işgaline yoldaş, Amerika ve Rusya’nın katliamlarına ortak oldunuz. İktidar sınıflarının bir parçası olan sizler kesinlikle ‘Savaşa Hayır’ demiyorsunuz. Siz, Türkiye Kemalist karakterinden kopmasın, işbirlikçi misyonunda sabit kalsın ama asla mazlumlara, Müslüman halklara elini uzatmasın istiyorsunuz. Aydın ya da aydın müsveddesi değil insanlık düşmanısınız.
Akit Gazetesi