Katilleri Değil Maktülleri Sorguya Çeken Mantık

İhvan'la ilgili M. İslamoğlu'nun sözleri üzerinden "basiret kıtlığına" dikkat çeken Abdülhamit Bilici, katilleri değil, maktülleri sorguya çekiyor.

Kenan Alpay / Haksöz-Haber

Elbette müminlerin gerek bireysel gerekse toplumsal manada hem muhasebeye hem de eleştiri ve tavsiyeye ihtiyacı var. Başımıza gelen musibet ve kötülüklerin sebep ve faillerini hep dışarıda aramak, bütün sorunları dışımızdaki tuzak ve düşmanlara bağlamak basiretimizi kapatır, feraset ve irademizi felç eder. Bu tek yönlü bakış çözüm üretmemize yardımcı olmadığı gibi hem zaaflarımızı kronikleştirir hem de yaralarımızı kangrene dönüştürür.

Mısır’da İhvanı Müslimin’e karşı ABD ve Suud destekli askeri darbeyle alakalı ortaya çıkan manzarayı gözönünde tutarak bu muhasebe ve tavsiye ihtiyacın acil bir durum aldığı da malum. Burada esas itibariyle itiraz edilecek bir husus gözükmüyor. Lakin bugükü Zaman gazetesinde Albülhamit Bilici, Mustafa İslamoğlu’nu şahit tutarak ortaya koyulan “İhvan’a kurulan tuzak” söylemi üzerinden basiret ve deneyim yoksunluğundan  ötürü “İhvan’ın düştüğü tuzak” şeklinde bir tablo tasvir etmekte. Adeta baştan sona, en tepeden en aşağıya İhvan kadroları siyasal alanda kendilerine kurulan tuzağı hiç görememiş ve gözgöre göre Mısır toplumunu bir iç savaşın içine doğru sürüklemektedir.

Bir mahalle yönetmesine izin verilmeyen İhvan’ın eline iç ve dış güçlerin nasıl olup da ülke yönetiminin kendisine teslim edildiğini görememesi tam bir basiret kıtlığıymış: Evet yanlış okumadınız “iç ve dış güçler eliyle koskoca Mısır’ı İhvan’ın eline bırakmışlardı!”

Abdülhamit Bilici’nin ibret alınması maksadıyla Mustafa İslamoğlu’ndan aktardığı son pasaj ise şöyleydi: “Sadece Mısır’da değil her yerde bir basiret kıtlığı görüyorum. Aklımızın yerine ağzımızı koyma zaafımız, bizi perişan ediyor. Yani slogan atıyoruz. Müslümanlar olarak en büyük problemimiz bu. Duygumuzun seli, aklımızı yok ediyor. Bu yüzden plan yok, strateji yok, ince düşünce yok. Bunun yerine bağırma, slogan, görünme var. Ama bu varlar, o yokların yerini tutmuyor.

ABD ve Suud’un doğrudan desteğiyle, AB ve Rusya-İran bloğunun dolaylı onayıyla icra edilen General Sisi ve ulusalcı-sol ve Kıpti azınlık eliyle hayata geçirilen askeri darbeyi izah sadedinde Müslüman Kardeşler önderliğini “basiret kıtlığı” ile itham etmek durumun izah ve çözümünde nasıl bir yer tutar acaba? Akıl dışılık, slogancılık, hamaset, plan ve stratejiden yoksunluk vs. şeklinde arka arkaya sıralanan tahfif edici ve itibarsızlaştırıcı sıfatı Mısır’da zulme karşı izzet ve şerefle direnen Müslüman kardeşlerimiz sizce ne kadar hak ediyor?

İslami hareketlerin de önderlik kadrolarının da zaafları, eksikleri, kusurları az değildir elbet. İnsanın olduğu yerde her türden kusur zuhur edebilir. Ama “hırsızın hiç mi suçu yok?” dedirtecek kadar insanı çileden çıkartan bu “kritik etme hastalığı” pes doğrusu dedirtiyor.

Ne Mübarek cuntasının tasfiye süreci ne de Tantavi önderliğindeki geçici yönetim ve Mübarek artığı bürokratik kadrolarla işbirliği halinde İhvan’ın önünü kesmeye girişen sol-ulusalcı-Kıpti koalisyonuna karşı sergilenen mücadele ne kadar da çabucacık atlanabiliyor?! 

Sanki iktidar hevesiyle yanıp tutuşan ve hükümet olmak için koşuşan bir İhvan profili çizerek “nefis terbiyesi”ne dikkat çekilecek de fazlasıyla siyasallaşan İslamcılık siyasetine sosyal sorumlulukları hatırlatılacaktı. Maksat iyi niyetlidir mutlaka ancak yol-yöntem ve durum tespiti sizce hakikate ne kadar tekabül ediyor acaba? Ağır bedeller ödemekte tereddüt etmeyen, hakkı müdafaa hususunda sabır ve irade ortaya koyan ve böylece Mısır’ı da aşarak İslam coğrafyasındaki geniş toplum kesimlerini hem darbeci katillere karşı hem de arkasındaki ABD-Suud ittifakına karşı seferber eden bir hareketi “başarısız/basiretsiz/sloganik/iktidar heveslisi” ilan etmenin fazlasıyla tekebbür içerdiği izahtan varestedir.

Mısır’daki darbenin yerel, bölgesel ve küresel bir ittifakla kotarıldığı, Suriye’deki sistematik katliamlarla ilişkili olduğu, Tunus ve Libya’daki despotik iktidarların yolunu tekrar açmak üzere ciddi provokasyonlar yapıldığı gözler önünde. Bütün bunların üstüne “Siyasal İslamın İflası” tezlerini güçlendirmek maksadıyla hayata geçirilen yeni projede İsrail’in güvenliği meselesinin hafife alınması ve sözkonusu analizlerde ismen dahi anılmıyor oluşu dertlerimizin çözümüne katkı sağlayacak gibi görülmüyor.

Gerek Abdülhamit Bilici’nin yazısını gerekse Mustafa İslamoğlu’nun mezkur konuşmasını yaptığımız yorumlardan bağımsız olarak okuyup dinlemekte fayda var. Bu tartışma ve kritiklerin usulünce icra edilmesinden istifade edeceğimiz aşikardır. Ancak şu meseleyi de hatırlatmadan geçmeyelim: Katliamların zirve yaptığı bir vasatta, tutuklama ve saldırıların alabildiğine yaygınlaştığı bir manzarada gerek M. İslamoğlu’nun gerekse A. Bilici’nin halihazırda katilleri ve destekçilerini bir kenara bırakıp maktülleri sorgulaması oldukça manidar sanırım. Çünkü katilleri değil maktülleri sorguya çeken mantık, zalimlerin zulmünü değil mazlumların zulümler karşısında yaşadığı zorluk ve sıkıntılardan kaynaklanan zaaflarına odaklanan perspektif sadece özgüven sorununu tetiklemiyor. Aynı zamanda zalimleri yeni zulümlere de teşvik ediyor.

***

Abdulhamit Bilici'nin söz konusu yazısı:

İhvan’a kurulan tuzak

Abdülhamit Bilici / Zaman

Suriye’de 3 yıla yakın zamandır süren yangın sönmeden Mısır’ın darbe ve katliamlarla yüz yüze gelmesine yürek dayanmaz.

Balkan Harbi’nin, Çanakkale Savaşı’nın, İstanbul’un işgalinin ve Kurtuluş Savaşı’nın acılarını bizzat yaşayan Mehmet Akif Ersoy’un o günlerde dile getirdiği çaresizliği ve haykırışları maalesef hâlâ çok güncel.   Dünyanın her köşesinde akan Müslüman kanı karşısındaki acziyetimizde de değişiklik yok. Ne sözü geçen bir ağırlığımız, ne işe yarar bir birliğimiz, ne belaları önleyecek bir basiretimiz var. Üstelik bugün durumumuz daha acı. Çünkü dün Müslüman toprakları işgal edip kan dökenler yabancılardı, düşmanlardı, dinleri farklıydı. Akif, o günkü manzara karşısında Müslümanların güçsüzlüğüne, uyuşukluğuna, cahilliğine şöyle hayıflanmıştı:

Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile

Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile

Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir

Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir

Bugün Müslümanların birbirinin katili olduğunu görse herhalde buna kalbi dayanamazdı.

Bizim yaptığımız tek şey ise slogan atmak. Bol konuşmak ve günah keçisi aramak. Eksik ve yanlışlarımızı analiz etmek, ders çıkarmak yok. İşler ne kadar ters giderse gitsin, herkes koro gibi aynı şeyleri söylemeli.

Sezai Karakoç gibi, büyük bir fikir adamının bile ciddi bir meseleyle ilgili düşüncesini söylerken, gelecek saldırıları hatırlamak zorunda kalması ne kadar üzücü.

Bir dostumun hatırlatması üzerine önemli bir Müslüman âlim olan Mustafa İslamoğlu’nun Mısır darbesi üzerine 5 Temmuz tarihli hutbesini internetten dinlerken açıkçası biraz umutlandım. Çünkü darbeyi ve küresel güçlerin oyunlarını lanetliyor ama aynı zamanda İhvan’a da iyi niyetli eleştirilerde bulunuyordu. Her şeyi lafla halledeceğimizi öngören slogancılığımız üzerine kulağa küpe sözler söylüyordu.

Bir dönem Mısır’da yaşadığı için bu ülkenin yaşadığı çalkantılı olaylarını ve İhvan’ın konumunu iyi bilen bir isim Mustafa İslamoğlu. Ona göre 1928’de İsmailiye’de kurulan İhvan, modern İslamî hareketlerin en tecrübelisiydi ama yine de tuzağa düşmüştü. “Bunca süre içinde Kahire’yi değil, bir mahalleyi bile yönetmesine izin vermeyen iç ve dış güçler, nasıl koca Mısır’ı İhvan’ın eline bırakmışlardı?”dedikten sonra, tuzağın da tam bu olduğunu söylüyordu: “İhvan bu kadar hevesli olmamalı, ‘sizin bunca yıldır kirlettiğinizi biz mi temizleyeceğiz’ demeli, bu tuzağı görmeliydi.” Ama uzun zamandır beklemenin de verdiği duygularla bu işin altına koşarak girmişlerdi. İslamoğlu, geçmişte askerle her yakınlaşmasından acı darbeler yiyerek çıkan İhvan’ın, bu konuda da aynı hatayı tekrarlamasına şaşırmıştı: “İhvan’ın önde gelen isimlerinden bizzat dinledim. Kral Faruk zamanında Hasan el Benna’ya suikast düzenlendiği için 1950’lerde ona karşı yapılan ‘Hür Subaylar’ darbesini desteklemişlerdi. Ama Benna’ya suikast düzenletenler, Kral Faruk’a da düzenletti. Tavşana kaç, tazıya tut. O darbeden Nasır ortaya çıktı ve Firavunları aratır acılar yaşattı Müslüman Kardeşler’e. Daha sonra gelen Enver Sedat da teğmenliği zamanında İhvan’ın derslerine katılan biriydi. Benzer zulümleri o da işledi. Benzer olay, bu kez Sisi olarak karşılarına çıktı. Ama bir kez ısırılan yerden niye bir daha ısırılıyoruz?”

Siyasi hayatın aksine Mısır sosyal hayatında İhvan’ın büyük etkisini hatırlatan Mustafa İslamoğlu, yoksulun, dulun yardımına hep onların koştuğunu ifade ediyordu. Ama yaşananlar, hareketin siyasi tecrübesinin, sosyal alandaki kadar başarılı olmadığını gösteriyordu. İktidar karşısında aydınların alması gereken tavrı ise Ezher üzerinden anlatıyordu İslamoğlu: Bin yıllık geçmişi olan, dünyanın en eski okulu Ezher’in şeyhi, darbecinin yanında oturuyor. Benim de okuduğum Ezher bu duruma mı düşecekti? İçim acıdı ama sürpriz olmadı. Bir âlim, yularından devlete bağlandı mı, artık onun hayrını göremezsin. Ezher’in devletten bağımsız kalması için vakıfları vardı; Enver Sedat yok etti. Öyle olunca iki çift lafı bile olamadı darbeye.”

“Mursi’nin, yine dindar ve İhvan’a yakın diye propaganda edilen Sisi’yi ordunun başına nasıl getirdiğini sormak gerekir.” diyen İslamoğlu’na göre bundan çıkarılması gereken ders çok açıktı: “Acılarımızdan ders almazsak bunları bir daha, bir daha yaşarız. Sadece Mısır’da değil her yerde bir basiret kıtlığı görüyorum. Aklımızın yerine ağzımızı koyma zaafımız, bizi perişan ediyor. Yani slogan atıyoruz. Müslümanlar olarak en büyük problemimiz bu. Duygumuzun seli, aklımızı yok ediyor. Bu yüzen plan yok, strateji yok, ince düşünce yok. Bunun yerine bağırma, slogan, görünme var. Ama bu varlar, o yokların yerini tutmuyor.”

 

Yorum Analiz Haberleri

İşgal edilen zihinler
AK Parti ve MHP’nin gençlik teşkilatları Filistin davasının neresinde?
Metalaşan değerler ve ahlaki çözülme
İslam düşmanları neden Müslüman mezarlığına defnediliyor?
Geçmişimiz ve unutma sorunu