Türkiye’de Azerbaycan’ın başkenti Bakü adıyla bilinir. Oysa bu şehrin adının doğru okunuşu Bakı’dır. Azerbaycan halkı da şehri bu adıyla anar.
Böyle adlandırılmasının sebebi ise Hazar denizinin kıyısına boylu boyunca kurulması ve denizi seyretmesidir. Deniz bu şehrin bulunduğu bölgede karaya yay şeklinde bir körfez gibi girdiğinden şehir de etraftan onu adeta hilal şeklinde sarmıştır. O yüzden bu şehrin her tarafından denize doğru bakılıp, mavi âlemin güzel yayılımı seyredilir. Dolayısıyla bölge ahalisi orayı Bakı olarak adlandırmış. Fakat isimle mekân arasındaki anlam irtibatı bilinmediğinden şehrin adı Türkiye’ye gelirken yolda birkaç dil darbesinden sonra Bakü’ye dönüşmüş.
Hazar’ın kıyısına bir gelin edasıyla kurulmuş olan Bakı’da üç farklı dönemin bakış açısını bir arada görebilirsiniz. Birincisi komünist rejim öncesine ait ve insan ruhunu okşayan zevk ve zarafeti özünde barındıran medeniyetin bakış açısıdır. O dönemde inşa edilmiş camiler, evler ve iş hanları hem uzun ömürlü olacak şekilde sağlam yapılmış, hem de gözü ve ruhu okşamaktadır. Komünist rejim döneminde insanlar beton yığınlarının yan yana dizilmesiyle oluşturulan ve hiçbir zarafeti olmayan binalara doldurulmuş. Aynı türden binalar Batum’da, Sofya’da, Bükreş’te, Belgrad’da ve Üsküp’te de dikkatimi çekmişti. İnsanlar ikametgâhlarında da komünlere doldurulmuş. Şimdi her tarafından dökülen ve insan ruhunu hiç okşamayan bu binaların daha çok arsaları para ediyor. Üçüncü merhalede ise kapitalist zihniyetin çok katlı gökdelenleriyle, lüks ama insan fıtratına hitap etmeyen, güneşin önüne perde çekmeye çalışan beton yığınlarıyla karşılaşıyoruz.
Asıl önemli olan medeniyetin arkasında duran inanç ve insana değer veren anlayıştır. İnsana değer veren anlayışın topluma hükmettiği dönemlerde Bakı’nın Hazar kıyısına kurulan yerleşim yerlerinin arasından yükselen minarelerden okunan ezan sesleri ruhları okşuyordu. O sesler insanları Allah’ın kulluğuna ve kurtuluşa çağırırken duyanlar da sesin geldiği yöne doğru gidip orada toplanarak cemaat oluyorlardı. Böylece aynı saflarda toplanıp önlerine geçen imamın yani önderin okuduğu “Şüphesiz bütün müminler kardeştir” ilkesiyle kenetleniyorlardı. Ama totaliter baskıcı komünist rejim ezanları susturdu. Cemaatler dağıldı, saflar parçalandı, kardeşlikler unutuldu. Onlarca yıl sonra yine aynı safların oluşturulmaya başlanması üzerine hâkim rejim yeniden ezanları susturmaya kalkıştı.
Ezanı susturan bu yönetim ne yazık ki sevimli şehir Bakı’nın kapılarını Siyonist işgal devletinin eli ve dili kanlı Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman’a açarak, ona içinden sadece zehir boşalan ağzını oldum olasıya açma fırsatı verdi. O da bu fırsatı güya Türkiye’ye mesaj göndermek, işgalci Siyonist devletle ilişkiler konusunda izlediği tutuma tepki göstermek için değerlendirdi.
İşgal devletinin Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ayalon’un Türkiye büyükelçisine çirkin muamelesinden kaynaklanan diplomatik krizin ateşi daha soğumadan Azerbaycan’ın eli ve dili kanlı, aşırı ırkçı Siyonist bakan Liberman’a böyle bir fırsat vermesi en başta diplomatik ilişkilerde dikkate alınması gereken duyarlılığa aykırıdır. Siyonist işgalciye bu fırsatı veren Azerbaycan’ın burada Türkiye’yle çok daha fazla işinin olacağını dikkatten uzak tutmaması gerekirdi.
Ezanları susturup da Siyonist katili konuşturan Azerbaycan yönetimi bu tutumuyla İslâm âleminde de ciddi puan kaybetmektedir. Çünkü dün Gazze’de vahşi katliam gerçekleştiren, kundaktaki bebekleri katleden, insanların üzerine beyaz fosfor yağmuru yağdıran Siyonist işgal ne idiyse bugün de odur. Üstelik eli ve dili kanlı Liberman bu katliamın ve vahşetin başta gelen savunucusudur.
Bilindiği üzere Siyonist işgal, Gazze katliamından sonra tüm dünyada ciddi bir imaj kaybına uğradı ve yalnızlığa itildi. Bunun sıkıntısını yaşıyor ve bu sıkıntıyı aşabilmek için birtakım ikili ilişkilerden yararlanmaya çalışıyor. Azerbaycan yönetimi ona bu konuda imkân veriyor ve bu yüzden ezanları sustururken katil Liberman’ın istediği gibi konuşmasına hatta Türkiye’ye laf savurmasına fırsat veriyor.
Siyonist işgal devletinin yalnızlaşmasında arkasındaki ABD’nin global ekonomik kriz sebebiyle baskı gücünü kaybetmesinin de büyük rolü var. Kriz, Amerikan emperyalizmindeki güç kaybının her geçen gün artmasına sebep olacak ve bu kayıp işgalci Siyonist devleti de ciddi şekilde etkileyecektir. Siyonist işgalcinin kirli ve kanlı çamaşırları asıl o zaman masaya dökülecek. Bugün onunla göbek atanlar o zaman kendi geçmişlerinden utanacaklar mı bilmiyoruz.
VAKİT