Analiz: Talha Köse / AA
Katar’ın, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’nin başını çektiği bir grup ülke tarafından tecrit edilip köşeye sıkıştırılması ile ortaya çıkan kriz, boykot koalisyonunun Katar’a 13 maddelik talep listesini iletmesi ile devam etmekte.
Listedeki maddelerin en çarpıcı olanları Katar’ın El Cezire ve bağlantılı kanalları ile diğer birçok basın ve yayın kuruluşunu kapatması, İran ile diplomatik, ekonomik tüm ilişkilerini sonlandırması ve Türkiye'nin Katar'daki askeri varlığına derhal son vermesi ile ilgili taleplerdi. Bunların yanı sıra Katar’ın ev sahipliği yaptığı ve bir şekilde temasta olduğu başta Müslüman Kardeşler olmak üzere çeşitli örgütlerle ilişkisini kesmesi isteğiydi.
Kriz devam ederken meydana gelen bir diğer gelişme ise Suud hanedanında veliaht prensin beklenmedik bir şekilde değişmesi idi. Daha şahin görüşleri ile tanınan ve Katar’ı tecrit koalisyonun oluşumunda oldukça etkili olan mevcut kralın oğlu Muhammed bin Selman, Muhammed bin Nayif’in yerine geçerek veliaht prensi oldu. Bu da Suud cephesinde şahin politikaların devamına bir işaret olarak okunabilir. Muhammed bin Selman aynı zamanda iç güvenlik, istihbarat ve dış politika gibi konularda da oldukça etkili ve önümüzdeki dönemde bu etkinliğin artarak devam etmesi bekleniyor.
ABD KARAR MERCİLERİNDE FİKİR AYRILIĞI
Bütün bu sertleşme ve değişim dalgasının Trump yönetiminin başa gelmesi ve Suudi Arabistan, Mısır ve Amerikan liderlerinin küre etrafında ortak poz vermelerinin ardından gerçekleşmesi şaşırtıcı değil. Amerikan yönetimi ise Trump’ın boykotu destekleyici tavrına rağmen krizdeki konumunu yumuşatma eğiliminde oldu. Katar ile yapılan ve 12 milyar dolarlık F15 savaş uçağı satışını içeren anlaşmanın ardından eleştirilerin tonu yumuşadı.
Amerikan yönetimi son olarak bu konunun aile içi bir tartışma olduğunu ve doğrudan taraf olma niyeti taşımadıklarını belirten bir açıklama ile bu yapay krizden sıyrılmaya çalıştı. Şüphesiz bu açıklama Trump yönetiminin boykota vermiş olduğu destekten sıyrılmasını sağlamaya yetmeyecektir. Trump cephesi ve Beyaz Saray’ın bu krizdeki tavrının yatıştırıcı olmaktan ziyade Katar’ı daha da köşeye sıkıştıran bir şekilde seyretmesi, eğer planlı bir kafa karıştırma hamlesi değil ise Başkan ile Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları arasındaki bir fikir ayrılığına işaret etmektedir.
HEDEF İKİ KUTUPLU BİR ORTADOĞU
Arka arkaya gelen ve gelmeye devam edecek bu hamleleri doğru bir şekilde değerlendirmemiz bu hamleleri anlamlı bir çerçeveye oturtmamızı sağlayacaktır.
Bu kriz kendi içerisinde birçok hesaplaşmayı içermektedir. Görüntü itibarıyla Katar’ı köşeye sıkıştırarak İran ile bağının kopartılması hedefleniyor gibi görünse de asıl hedef İran tehdidi üzerinden mezhep soslu bir soğuk savaş düzeni oluşturabilmektedir. Dostun-düşmanın, tarafların çok daha net ayrıştığı ve gri alanların ve esnek diplomatik hamlelerin ortadan kaldırıldığı bir düzen oluşturulmaya çalışılmaktadır. Monarşik rejimler kendi rejim güvenliklerini tahkim ederek muhtemel siyasi muhalifleri bu şekilde çok daha rahat bastırabileceklerdir. Anlaşılan o ki Beyaz Saray ve İsrail’e yakın çevreler de böylesi bir kurguya destek vermekteler, hatta bu kurgunun fikir babası konumunda bile olabilirler.
Bu krizin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Sisi’li Mısır açısından belki de en önemli amacı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ılımlı siyasi seçenek imkanının tamamen ortadan kaldırılması ve “Arap Baharı” gibi bir değişim sürecinin bir daha yaşanmasının önünün alınmasıdır.
Bu ülkelerde oluşan yeni liderlik profili kendi rejim güvenlikleri uğruna ülkelerinin ve bölgenin bütününün güvenliği ve istikrarını riske atmaktadır. Tabandan gelen yeni bir siyasi dalganın fikri ve maddi alt yapısının temelli bir şekilde ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. Bu nedenle bu operasyonun Katar ile sınırlı kalmayıp yakın zamanda başka ülke ve alanlara da yayılacağını öngörebiliriz. Terör tehdidi ve İran yayılmacılığı tehdidi ise böylesi bir kapsamlı mücadele konusunda işlevselleştirilmektedir. Bu yaklaşım görüntü itibaryla İran’ı hedef alıyormuş gibi olsa da kendisini “ulusal güvenlik” ve “uluslararası tehditler” karşısında meşrulaştıran rejimin daha muhafazakâr unsurlarının ve Devrim Muhafızlarının da işine yarayacaktır. İran içindeki Batı ile daha yapıcı ilişkiler kurmayı destekleyen ve İran’ın mezhepsel söylemler üzerinden yayılmacılığına daha mesafeli durmaya çalışan reformist kanadın pozisyonunu da zayıflatacaktır.
TÜRKİYE'NİN KRİZDEKİ KONUMU
Şüphesiz hedeflenen bu tablo içerisinde en fazla zarar görecek aktörlerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye 2003’teki Irak işgalinden bu yana bölgede mezhep temelli bir soğuk savaş düzeninin oluşmasını engellemeye çalışmaktadır.
Bu doğrultuda arabuluculuk, ekonomik ilişkilerin arttırılması ve fikir ayrılıklarına rağmen bölge ülkeleri ile yoğun diplomatik temasları da içeren politikalar benimsemiştir. Türkiye, Suriye iç savaşında rejim karşıtı pozisyonda yer almış olsa da pozisyonunu mezhepsel bir dil ve strateji üzerinden kurmamıştır. Tam tersine Suriye ve Irak’ta etnik ve mezhep eksenli bölünme ve ayrışmaların karşısında olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. İran ile özellikle Suriye’de yaşamış olduğu gerilim ve stratejik rekabete rağmen bu ülke ile ipleri atmayı düşünmemiştir. İran ile temaslarda kültürel ve ekonomik alanları da ayrıştırarak bu konulardaki ilişkileri mümkün olduğunca daha iyi bir noktaya getirme çabası içerisinde olmuştur.
Katar açısından da Türkiye’nin pozisyonuna benzer bir yaklaşım söz konusudur. Katar ile İran bir yandan Suriye iç savaşı, Irak ve bölge genelinde farklı, hatta karşıt stratejik pozisyonlarda olmalarına rağmen, enerji ve ekonomi alanlarında ilişkilerini arttırarak sürdürmeye çalışmışlardır.
Öte yandan Türkiye ve Katar bölgedeki siyasal değişim dalgasına daha olumlu yaklaşmışlar ve Müslüman Kardeşler ve Hamas gibi İslamcı aktörlerin siyasal katılım süreçlerine dahil edilmelerine destek vermişlerdir. Türkiye ile Katar son yıllarda bu iki kritik konuda birbirleri ile örtüşen bir siyasal tavır benimsemişlerdir. Bu ortaklığın da etkisi ile iki ülke arasındaki stratejik iş birliği pekişmiştir. Umman, Kuveyt gibi diğer bazı aktörler de Suudi Arabistan ve İran’ın başlarını çektiği iki kutuplu bölgesel düzenin oluşumuna sıcak bakmamaktadırlar. Suud’un başını çektiği “Katar’ı tecrit koalisyonu” bu aşamada Katar üzerinde baskı oluşturarak iki kutuplu bölgesel düzenin alternatiflerini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bu hamle başarılı olabilirse, bunu daha da yaygınlaştırarak Türkiye, Umman ve Kuveyt gibi ülkeleri de kendi oluşturdukları koalisyonun yanında yer almaya zorlamaya çalışacaklardır.
BAE VE SUUDİ ARABİSTAN'I BEKLEYEN RİSKLER
Bölgede mezhep görünümlü bir soğuk savaş düzeni inşa etme siyaseti Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri liderleri açısından da oldukça riskli bir hamle. Mısır haricinde hiçbir aktör askerî açıdan İran ve vekillerini dengeleyebilecek bir kapasiteye sahip değildir. Bugün için Trump yönetiminden bu doğrultuda bir yeşil ışık görmüş olabilirler ancak hem Trump yönetiminin hem de destekledikleri bu politikanın ne kadar kalıcı olduğunu kestirmek oldukça güç. Washington’dan gelen farklı sinyal ve açıklamalar Trump yönetimi ile Pentagon ve Amerikan Dışişleri Bakanlığının bu konuda fikir birliği içerisinde olmadığını teyit etmektedir. Kritik konularda başkanın belirleyici rolü vardır ancak halihazırda başkanın kaderi de kendi kontrolünde sayılamaz.
Bu politikanın önemli yan etkilerinden biri de bölge siyaseti içerisinde ortak birçok adım atabilecekleri Türkiye ve diğer aktörleri karşılarına almak olacaktır. Türkiye krizin başından bu yana taraflar arasında arabuluculuk yapmaya çalışmakta ve krizi yatıştıran taraf olmaya çalışmaktadır. Ancak Türkiye aleyhindeki hamleler sertleşmeye başlarsa Türkiye istemeyerek de olsa pozisyonunu sertleştirebilir. Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından tırmandırılan bu krizin bölgesel güvenlik ve istikrar açısından vaadi iki kutuplu bir statüko olabilir. Bu iki ülke liderleri bu oyunda başarısız olurlarsa kendilerini çok daha riskli bir durumda bulacaklardır. Üstelik bu sefer yüksek meblağlı silah alımları dahi kendilerini kurtarmak içine yeterli olmayabilir. Katar’ı tecritle başlayan kriz görece basit bir mantığa dayanmaktadır ancak kriz tırmandırılarak sürdürülmeye çalışılırsa birçok sürprizlere gebedir.
[İbn Haldun Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı olan Doç. Dr. Talha Köse, aynı zamanda SETA Strateji Araştırmaları Direktörlüğü Kıdemli Araştırmacısıdır.]