Mustafa Taki Kurtoğlu, Katar Dünya Kupası'nda gündeme gelen hayat tarzı ve ayrımcılık tartışmalarına dair bir değerlendirmeyi Anadolu Ajansı için kaleme aldı.
Katar, bugünlerde dünyanın takip ettiği en özel organizasyonlardan biri olan Dünya Kupası’na ev sahipliği yapıyor. Tartışmalı geçen adaylık sürecinin ardından organizasyona ev sahipliği yapmaya hak kazanan Katar bugüne kadar gerçekleştirilen en yüksek bütçeli organizasyona da imza attı. Resmi kaynaklara göre 220 milyar dolar harcayarak bu organizasyon için sıfırdan futbol kompleksleri inşa etti.
2022 Dünya Kupası’nın Katar tarafından organize edilmesi pek çok tartışmayı beraberinde getirdi. Özellikle Batı medyasında organizasyonun ilk defa bir Orta Doğu ülkesinde gerçekleşiyor olması Batı dünyasının Doğu'ya, özellikle de Orta Doğu'ya bakış açısı hakkında fikir sahibi olmamızı sağladı.
Dünya Kupası düzenlenmeden önce Batı medyasında özellikle stadyumların yapımı sırasında ölen işçilerin sayılarıyla ilgili haberler gördük. İngiliz medyasında yer alan, 2010 yılından bu yana 5 bin 900 işçinin öldüğüne dair haberler gündeme geldi. Bu haberler Katar’da bulunan Dünya Kupası Komitesi tarafından yalanlandı ve bu sayının 400-500 arasında olduğu açıklandı. Fakat bu haberin doğruluğundan ziyade oluşturulmak istenen algıya dair ilk sinyaller verildi. Ayrıca bu, organizasyon ekibini İngiliz danışmanların oluşturduğu ve organizasyona hazırlık aşamasında Batılı firmaların etkin rol aldığı bir ortamda yapıldı. Nitekim organizasyon öncesinde tartışmayı insan hakları başlığı altında açmak, sonrasında yaşanabilecek tartışmalara bir zemin hazırlaması açısından önemliydi.
İnsan hakları ve Katar sermayesi
Dünya Kupası hazırlık sürecinde yaşanan işçi ölümlerine dikkat çekilmesinin arka planında, diziler halinde Batı kamuoyunda işlenecek olan "geri kalmışlık ve yetersizlik" düşüncesi yatıyor. Öte yandan Katar; coğrafya, inanç ve gelenek bakımından Doğu ülkelerinden ayrılıyor. Katar'ın özellikle finansal gücüyle Avrupa futbolunda etkin olması üzerine Dünya Kupası’na da ev sahipliği yapması, Katar sermayesinin Avrupa'da son zaferi olarak değerlendirilebilir. Batı'nın içerisinde bulunduğu ekonomik açmazları ve bunun doğurduğu finansal boşlukları Katar sermayesinin doldurması Batı'yı epey rahatsız ediyor.
Avrupa’da yükselen sesin bu kadar oryantalist bir tavra bürünmesi biraz da güç dengelerinin istenildiği gibi gerçekleşmemesinden kaynaklanıyor. Bir önceki Dünya Kupası 2018'de Rusya’da gerçekleşmişti. İnsan haklarına dair eleştiriler o günlerde de yapılmıştı. Vladimir Putin yönetimindeki bir ülkenin böyle bir organizasyona ev sahipliği yapması rahatsızlık yaratsa da bu rahatsızlık sadece siyasi bir tavır seviyesinde kalmıştı.
Batı, geçtiği yollardan geçmeyen ülkeler üzerinde etik dayatmalarla kendi geçmişinde meydana gelen trajik olayları yaşanmamış mı saymak istiyor yoksa ulusların bu yoldan geçmeden insan hakları bağlamında gelişmişliklerini mi sağlamaya çalışıyor? Bunu anlamak gerçekten zor.
Yaşam tarzına saygının çerçevesi
Dünya Kupası başlamadan önce Batı için Katar'ın Müslüman bir ülke olması bağlamında ilgili iki temel mesele gündemi meşgul ediyordu. Bunlardan ilki, kadınların organizasyon boyunca ne ölçüde özgür olabileceğiydi. Katarlı yetkililer stat çevresinde ülkedeki genel teamüllere uymayan kadınlara yaptırımda bulunulacağını açıklamıştı. Bu konu, hem Dünya Kupası'na giden kadınların duyarlılığı hem de Katarlı yetkililerin toleransları sayesinde ilk tur maçları neticesinde bir krize dönüşmedi. Fakat stat çevresinde alkol tüketimi konusu daha büyük bir tartışmaya sebep oldu. Katar Kupa Yönetimi stat çevresinde ve içerisinde alkol kullanımını 3 saat boyunca yasakladı ve bunu çok sıkı takip etti. Bu durum, Batı ülkelerinin taraftarları tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. FIFA’nın İsviçreli Başkanı Gianni Infantino’nun Katar’ın uygulamalarına saygı duyulması gerektiğini ifade ettiği açıklamalar tartışmaları başka bir zemine çekti. Infantino’nun Batı'yı ikiyüzlülük ve geçmişteki ayrımcılıkları ile suçlamasının ardından bu tartışmaların sürmesi istenmemiş olacak ki Batı tarafından gelen eleştiriler cılızlaştı ve kişiselleşti.
Yaşam tarzlarına müdahale anlamına gelecek bir diğer mesele ise LGBT üzerinden yapılan tartışmalardı. Kupanın başlarında gündemi meşgul edeceği belli olan bu konu, Katar’ın belki de en zor sınavı olarak görülüyordu. Fakat Katar bu meseleyi de çok net bir tavırla çözdü ve tartışmayı Batı'nın kendi içerisindeki bir tartışmaya çevirdi. LGBT'li bireylerin haklarına dikkat çekmek için tüm dünyada farklı çalışmalar epeydir sürüyor. Futbol dünyası da bu konuda fazlasıyla hassas. Avrupa’nın büyük liglerinde takım kaptanlarının taktıkları kol bandı bu açından önemli bir simgeyi ifade ediyor. “One Love” yazılı, gökkuşağı detaylı bandın takılmasını istemeyen Katar yönetimi FIFA’ya baskı yaptı. FIFA da aldığı kararla bu bandı takan futbolculara maç başlamadan sarı kart gösterileceğini söyledi. Bu karardan sonra özellikle Hollanda, Fransa, Almanya ve İngiltere’nin nasıl bir tavır takınacağı tüm kamuoyu tarafından merakla bekleniyordu. Hollanda Kraliyet Futbol Federasyonu yaptığı açıklamada, kol bandının temsil ettiği düşünceyi desteklediklerini fakat önemli olanın kupada devam etmek olduğunu ve karara uyacaklarını belirtti. Diğer takımlar da protesto etmeyerek karara uydular.
Bu konuya bağlı olarak iki protesto gerçekleşirken, ilk bireysel tepki İngiltere Milli Takımı'nın yıldız oyuncusu Harry Kane’in gökkuşağı motifli bir saatle objektiflere yansıyan fotoğrafları oldu. Kane, bunu yaparak muhtemel tepkilerden kendisini bir miktar uzak tutmayı amaçlamış olmalı. İkincisi ise Almanya milli takımının seremoni fotoğraflarında ağızlarını elleriyle kapatarak poz vermeleriydi. Kane’nin mesajı alınmıştı fakat Almanya Milli Takımı'nın tepkisi üzerine tartışmalar alevlendi. Almanya’nın Katar Büyükelçisi iç yazışmayla Alman Dışişleri’ni uyararak LGBT ısrarının ülke kültürüne saygı göstermemek gibi algılandığını ve Arap dayanışmasına yol açtığını bildirdi. Devlet kanalı ZDF’yi Katar’ın imajını kötülemek için “sahte haber üretmekle" suçladı.
Seçilmiş duyarlılıklar
Fakat tüm bunlar, özellikle Avrupa kamuoyunu tatmin etmedi. Hatta "Batı medeniyetini temsil eden" takımlar, LGBT haklarına dair hassasiyet göstermek konusunda cesaretsiz olmakla suçlandılar. Örnek olarak ise İran Milli Takımı'nın ülkelerinde yaşanan olayların sebebi olarak gördükleri yönetimi protesto etmek amacıyla milli marşlarını okumamaları gösterildi. Bu durumda Batı'nın, konfor alanı dışında insan haklarına ya da yaşam tarzına sahip çıkıp çıkamadığı sorusu akıllara geliyor. Avrupa'nın LGBT konusunda olduğu gibi seçilmiş duyarlılıkları dışındaki konularda da inandığını söylediği "eşitlik, özgürlük, insan hakları" gibi değerleri ne derece göz önünde tuttuğu hususu son derece şaibeli. Özellikle LGBT konusunda gösterilen hassasiyetin, Avrupa'da farklı etnisiteye sahip futbolcuların haklarının savunulması hususunda neden gösterilmediği ve bu minvaldeki sessizliğin kamusal bir tepkiye yol açmayışı da Avrupa'nın temel insani değerlere yaklaşımına dair soru işaretlerine neden oluyor.
Avrupa siyasetinde son yıllarda milliyetçi partilerin istikrarlı bir şekilde yükselmesi, Avrupa’nın toprağa gömdüğü ırkçılığı ve buna bağlı olarak İslamofobik duyguları tekrar harekete geçirmiş olabilir. Öte yandan Avrupa futbol endüstrisini ayakta tutanların, Afrika’dan yüzyıllar önce Avrupa'ya köle olarak getirilmiş insanların çocukları ile Afrika’dan kaçak yollarla gelen futbolcular olduğu unutulmamalı. Nitekim Mesut Özil’in Almanya Milli Takımı'nı neden bıraktığı hatırlanırsa Avrupa’da gittikçe yükselen ırkçılık ve onun futbol dünyasına yansımaları daha iyi anlaşılacaktır. LGBT konusunda gösterilen hassasiyetin Almanya'da doğmuş, büyümüş ve Alman takımında yıllarca hizmet vermiş olan Mesut Özil'e karşı gösterilmeyişi epey manidardır. Özil’in en azından bir vatanı vardı ve bu ırkçılığa maruz kaldığında tepkisini çok net bir şekilde gösterebildi. Peki Avrupa milli takımlarında oynayan özellikle Afrika asıllı futbolcular bu ırkçılığa maruz kaldıklarında Mesut Özil’in aldığı kararı alabilirler mi? Aldıkları takdirde Avrupa futbolunun ciddi bir çıkmaza girmesi neredeyse kaçınılmaz olur.
Futbol, sadece futbol değildir
Futbol 19. yüzyılın sonlarından itibaren hiçbir zaman sadece bir oyun olmadı. Futbol, devlet ve siyasetin elinin hep üzerinde olduğu, kontrol edilmeye çalışılan ve belli ölçüde bunun başarıldığı bir alan. Her dönem futbol üzerinden yeni algılar, yeni mesajlar ve yeni hayaller milyonlarca insana aktarılıyor. Futbol artık endüstriyel güçlerin tam anlamıyla kontrol sağladığı bir alana dönüştü. 2022 Dünya Kupası'na kadar markalar, özellikle gençlerin moda tercihlerini etkilemek için faaliyet yürütülürken bu Dünya Kupası ile gördük ki önümüzdeki dönemde sosyolojik olayların farklı yansımalarına şahit olacağız. Futbol aktörlerinin yerlerini bulmakta çok zorlanacakları bu yeni dönemde özellikle Avrupa samimiyetinin de çokça test edildiğine şahit olacağız.
[Mustafa Taki Kurtoğlu, SETA]