HAKSÖZ HABER
Faruk Beşer, bugünkü yazısında karikatür olayında Müslümanca duruşun ne olabilirliğini ele alıyor. Ümmet ve dünyadaki bütün ezilenleri savunma gücüne sahip güçlü bir İslam devleti bulunmadıkça Müslümanlar üzerinde her türlü tahrik, tahkir ve tezyifin devam edeceğini belirten Beşer, Müslümanların imani ilkelerini hatırlatıyor.
Geçmişten günümüze bütün İslam ulemasının görüşünün Hz. Peygambere kötü söylemenin, hakaret etmenin cezasının ölüm olduğunu bu konuda farklı görüşün bulunmadığını belirten Faruk Beşer, insanlara kutsalını ya da kimliğini oluşturan şeylere hakaret etmenin düşünce ve ifade özgürlüğü nevinden görülmeyeceğini vurguluyor. Faruk Hoca, doğru ve yerinde tespitlerle yazdığı makalesinin sonunda ne yazık ki, zanna dayalı çıkarımda bulunmuş. Batı’nın İslam’ın yükselişinden rahatsızlık duyduğu haklı tespitinden sonra örgütler kurdurup terörize ettirdiği cümleleri ise çok sık tekrarlanan lakin ispatlanamayan iddialardır. Fıkhi açıdan bazı Müslümanlar hakkında bu kadar ağır ithamın karşılığı da o kadar basit olmasa gerek.
Karikatür olayında müslümanca duruş ne olabilir?
Faruk Beşer
Ne olmalıdır yerine ne olabilir demeyi tercih ettim. Çünkü sözünü edeceğimiz şey İslam’ın kendisi değil bir pratiği olacaktır. Pratik her zaman teoriye uymaz, yere, zamana ve şarta göre değişir. Onun için birden çok pratik, yani tedbir ya da tepki düşünülebilir. Eğer kurulu bir İslam ülkesi olsaydı etkili, yetkili ve bilgili olan insanlar duruma göre buna karar verecek ve bir siyaset geliştireceklerdi. Bu gün böyle bir imkândan yoksunuz, bu sebeple de sadece birey olarak düşüncelerimizi söyleyebiliriz.
Bu vesile ile şunu da söylemeliyiz ki, ümmeti, hatta ümmetin dışındaki bütün ezilenleri savunma gücüne sahip güçlü bir İslam devleti bulunmadıkça müslümanlar üzerinde her türlü tahrik, tahkir ve tezyif devam edecektir.
Şuradan başlayalım: Din pozitif bir olgu değildir, bir iman meselesidir. Müslümanların imanında, onların en büyük kutsalları Allah, O’nun kitabı ve o kitabı getirip öğretmekle görevli olan Hz. Peygamber’dir. Bunlardan birisine yapılacak hakareti müslümanlar varlıklarına yöneltilmiş bir saldırı sayarlar ve savaş sebebi olarak görürler. Onlara siz neden böyle inanıyorsunuz diye sorulması abes olur. Çünkü bunlardan birinin olmaması Müslümanlığın da olmaması demektir. Doğaldır ki, varlığına yapılmış bir saldırıyı herkes en şiddetli biçimde savmaya çalışır.
Bu sebeple İslam uleması Peygambere kötü söylemenin, hakaret etmenin cezasını ölüm olarak görürler. Bu konuda farklı düşünen bir İslam aliminin olduğunu görmedim. Onlara, siz çok katısınız, demenin anlamı yok. Bu hükmü katı görenler hakaret etmeyecekler, saygılı olacaklardır.
İnsanların kutsalını ya da kimliğini oluşturan şeylere hakaret etme, düşünce ve ifade özgürlüğü nevinden görülebilir mi? Bunu Papa bile ifade etti, birisi benim anneme söverse tokatı yer dedi. Kuranı Kerim’i, Peygamberi, beğenmemek, inanmamak, eleştirmek ayrı bir şey, onlara hakaret etmek ise ayrı bir şey. Bu eleştiriyi Batı ve onun yetiştirdiği müsteşrikler ve onların içimizdeki uzantıları zaten yüz yıllardır yapıyorlar. Bunlara karşı kimse savaş açmadı. Bu olsa olsa müslümanların duygularını harekete geçirir, onlar da meselinin doğrusunu öğrenir ve eleştirenlere ilmi cevaplar verirler. Şimdiye kadar yapılan da zaten bu olmuş. Allah da “dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” buyurmuyor mu?
Müslümanlar bu saygıyı sadece başkalarından istemezler, kendileri de buna dikkat ederler. Allah açık açık buyurur, “siz onların taptıklarına kötü söylemeyin ki, onlar da cahilce Allah’a kötü söylemesinler”. Bunu bilen müslümanlar kimsenin mabedine saldırmaz, durup dururken kimsenin bayrağını yakmaz, ayaklar altına almaz, kutsalına hakaret etmez. Savaş hukukundaki mukabele bil-misil kuralı ise ayrı bir durumdur.
Bugün herkesin farkına vardığı bir meseledir ki, İslam ikinci yükseliş dönemine girmiş bulunmaktadır. İlk yükselişi Hz. Peygamber’le başlamış ve bin yıl devam etmişti. Eğer müslümanların öyle aydınlık bir tarihi olmasaydı bugün müslümanlar bile İslam’ın yüceliğinden şüphe duyarlardı. İslam’ın yüz elli yıldır fikren, elli yıldır da fiilen ikinci yükselişi başlamıştır. Bunu hiçbir gücün ve hiçbir gelişmiş tedbirin durduramayacağı kanaatindeyim. Yaşayanlar da göreceklerdir. “Allah nurunu tamamlayacak, müşrikler istemeseler bile”.
İşte bu yükselişi Batı çok iyi görüyor. Sadece İslam’ın yükselişinin değil, kendi düşüşünün de farkında. Farkında ama milletlerin düşüşü öyle bir olaydır ki, farkına varsanız bile bir noktadan sonra artık engelleyemezsiniz. Osmanlı da aynı hali yaşamıştı. Gerçekten bugün hasta adam artık Batıdır, Amerika’dır.
Batı bir yönden kendi düşüşünü önleyecek tedbirleri ararken bir yönden de İslam’ın yükselişinin önünü kesmek istiyor. Filmlerle, karikatürlerle İslam’ı ve onun değerlerini küçük düşürmeye çalışıyor, İslamofobiyi bilinçli olarak körüklüyor. Bir yönden de terörü bir silah olarak kullanıyor. Ya İslam ülkelerinde sıfırdan örgütler kuruyor, ya da mevcut oluşumları destekleyip yönlendiriyor ve terörize ediyor. Bununla da bir taşla birkaç kuşu birden vurmayı deniyor. Bu örgütlere vahşet işletip İslam korkusunu büyütüyor. Sözüm ona vahşi hilafet kurdurup Halifeliği kötü göstermeye çalışıyor. Batı ülkelerine, tedbirinizi alın İslam geliyor mesajını veriyor. Yapılan demografik hesaplamalar 2050 yılında Almanya’nın nüfusunun % 50 sinin müslüman olacağını, 2100 yılında ise kendi ülkelerinde Almanların % 20 ye düşeceğini gösteriyor diye duymuştum. Batıyı endişelendiren bunlar. Peki, biz ne yapmalıyız? O konudaki fikrimizi de Pazar yazımızda söyleyelim inşallah.
YENİ ŞAFAK