Kötü kardeşlerle, iyi kardeşler (Yusuf ve Bünyamin) arasındaki mücadelede babaları Yakup (a)’ın hak’tan yana ümidini kesmediğini Kitab-ı Kerim’den öğreniyoruz. Çünkü Allah’ın rahmetinden ancak inkârcılar ümidini keser (12/87).
Rabbimiz Resulü’ne Yusuf Sûresi ile kıssaların en güzelini anlattığını belirtiyor. Bu kıssanın en önemli boyutlarından birisi de kardeşler arasında geçen ihtiraslar ile takva eğilimi arasındaki mücadelenin seyridir.
Oysa Sahiheyn’de Resulullah’dan (s) aktarıldığına göre ‘Müslim Müslim’in kardeşidir, ona zulmetmez, onu zulme teslim etmez.’
Coğrafyamızda da kardeş olmaları gerekenler arasında ihtilaflar var; ihtilaftan öte birbirlerini vurabiliyorlar. Cemel vakıası gibi. Hz. Adem’in iki oğlu arasında da böyle bir mücadele vardı. Bu mücadelede bir taraf doğrudan yanaydı, diğer taraf hududullah’ı aşmıştı.
Hucurât Sûresi’nde kardeş olan inananlar arasında birbirleriyle savaş yapanların olabileceği ihtimalini öğreniyoruz. Rabbimiz ilkin çatışan Muslim kardeşlerin aralarını bulmayı, olmuyorsa haksız olana karşı barış şartlarına kadar tavır almayı emrediyor.
I. Dünya Savaşı’nın galipleri sömürgeciler, dev teknolojik üstünlüklerine rağmen zaafa uğrayan ümmetin elinden ve zihninden vahyi ölçülere yönelik ilgiyi çekip alamadılar. Ama İslam adına muharref değerlerin ve idollerin yaşaması ve güç kazanması için teşvikte bulundular.
Batı, gündemimizi ve kitabevi raflarımızı dolduran neo-gelenekçi çalışmaların da, İslam modernizmi çalışmalarının da, Kur’an tarihselciliği çalışmalarının da üretildiği, kurgulandığı ve bizlere ihraç edildiği atölyenin adresidir.
Ayrıca Batı, üzerinde çalışılmış diğer senaryolarla beraber ABD’li diplomat ve siyasal bilimci Heny Kessinger’ın bizi birbirimize vurdurmayı amaçlayan ‘Düşmanı içinden çatıştırmalı’ tezini de hep strateji masasının üzerinde tutmaktadır.
İç hastalıklarımız, tabii ki iç çatışma potansiyelini oluşturdu. Bu zaaf emperyal güçlerce de hep teşvik edildi. Mağlubiyetler birbirini kovaladı. Ümitsizlik yaygınlaştı.
Ama vahyin talebeleri hayatın imtihanlarla dolu olduğunu ve ancak bu imtihanlar içinde vahyi ilkelere tutunarak felaha ulaşacaklarını bilirler. Korku ve açlıkla; mallardan, canlardan, ürünlerden eksilmelerle…
Hayat iniş ve çıkışlarla doludur. Kıtlıkta veya bollukta, savaşta veya hazarda…
Önemli olan kuşatıldığımız küresel cahili sistemde iktidar nimetlerine koşmak değildir; iktidar aracını hak ve adalet davası için araçsallaştırabilmektir; imtihan süreçlerinde davayı yaşatmak ve zor geçitlerden alın akıyla çıkabilmektir. Hayata anlam katan da bu süreçlerdir.
İslam’ı yaşama sevinci, tüm Resuller için ilkin bir Şüheda nesli olabilmekte aranmıştır. Ancak o zaman sabikun olmaya yönelmiş bir iman kardeşliği ile tevhid davasını yaşamak ve yaşatmak azmi sürdürülebilir; ümitler yeşertilebilir.
Bu uğurda kardeş dediklerimizin yanlışları dolayısıyla tekfir silahını değil, önce tebliği (4/136) ve kendi aramızda İslam’ı yaşanır hale getiren sahih bilgiyi, birlikte iş yapabilme ve kolektif şura niteliğini yükseltebilmeliyiz. Ve yanlış yapan kardeşlerimizi yeniden Allah’a, Resule, Kitab ve Kitablara davet edebilmek için emeğimizi hasenat faaliyetlerinden salihat işlerine yükseltebilmeliyiz.
Yani yaşadığımız kuşatmalara karşı vahiyle güzellikler ve çözüm üreten, kuşatmalara karşı yol açabilen niteliği öncelemeliyiz.
Vahyi okuma ve vahyin gösterdiklerini okuma; elde ettiğimiz bilgiye takva elbisesi giydirebilme; fıtrî potansiyelimizi harekete geçirip doğru bildiklerimizle sözü en güzel halde söyleme ve Rabbimizin üzerine yemin ettiği kalemle mesajımızı kalıcı hale dönüştürebilme: ve doğrulara tanıklık...
Kardeşliği güçlendirecek ya da ayrıştıracak olan da sahih bilgi, sabır, takva ve hikmetli tavırdır.