Karayılan’ın sözleri

32. gün programında Yaşar Büyükanıt’ın kabul edilişini kendim görmedim, ama Taraf bu görüşmenin tam metnini verince okudum tabii. Bu sabah da, Hasan Cemal’in Milliyet’teki çarpıcı “Karayılan” mülakatı karşısında Büyükanıt’ın kısa değerlendirmesini gördüm.

Genelkurmay Büyükanıt’ın sözlerine ve bu sözlerin bir kısmına pek iyi gözle bakmadı herhalde ki hemen ardından “kendi görüşleridir” diye bir açıklama geldi. Bu başlı başına ilginç bir konu: bir kurumun, orada çalışan insanlardan bağımsız görüşleri olabilir mi? Orada çalışırken (hattâ, en üst kademesinde yer alırken) bir türlü görüş sahibi olunur, sonra emekliye ayrılınca görüş değiştirilir mi? Türkiye’de TSK ve Genelkurmay’ın oynadığı oldukça kendine özgü rol böyle tuhaf sorular da üretiyor; ama bugün yazmak istediğim konu başka.

Karayılan’ın Hasan Cemal’e söyledikleri, bu konuyu belirli bir ilgiyle izleyenler için çok yeni değildi. Benzer sözler zaman zaman Öcalan canibinden de işitiliyor. Ama herhalde “barış” kavramının gazetecilik mesleğinde fazla bir “sansasyon” değeri yok ki, böyle sözler manşetlere filan tırmanamıyor. Onun için Hasan Cemal’in Murat Karayılan’la yaptığı mülakat da, bunun Milliyet’te yayımlanmış olması da, son derece önemli bir olaydı.

Dolayısıyla Büyükanıt’ın bu tutum karşısında göstereceği tepki de önemli. Hernekadar Genelkurmay bu gibi durumlarda kural olarak “kendi görüşleridir” tavrını benimsese de, son analizde Büyükanıt yakın zamana kadar o kurumun başkanıydı ve onun düşüncesinin en azından kısmen “temsilî” bir özelliği olmalıdır. Büyükanıt’ın gösterdiği tepki, Karayılan’ın tavrını önemsememek yönünde oldu.

Geçen gün Ahmet Altan bu konuda bir analiz yapmış ve belirli verilerden gidince, PKK ile bu çatışmanın bitmesine TSK içinde bazı kesimlerin pek istekli olmayabileceği sonucunu çıkarmıştı. Ayrıca, ülke sınırları içinde silâhlı insan varsa, TSK’ya “onlara ilişmeyin” demenin hukuk çerçevesinde tutarlı olmayacağını söylüyordu.

Evet, ama Karayılan da yerel seçimleri örnek gösteriyor, yeni bir “ateşkes” dönemi önerirken. Bu da yanlış değil.

Neydi olay? TSK’nın hükümetle ve AKP ile ne gibi sorunları olursa olsun, konu güneydoğu olunca, AKP’nin DTP’yi sollamasını istediği belli. Seçim öncesindeki günlerde çatışmalar, PKK’ya yönelik operasyonlar vb. AKP’ye oy vermeyi düşünenleri bundan vazgeçirebilirdi. Onun için de bu gibi etkinliklere ara verildi.

Yani, şu amaçla, bu amaçla, her neyse, ama sonuçta ara verilebiliyor. O halde, barışa doğru adım atmak üzere de aynı şey yapılabilir.

Böyle durumlarda böyle konular kamusal ortamda tartışılmaya başlandığında, Silâhlı Kuvvetler gibi bir kurumun cevap vermesi, açıklama yapması normal değildir. Ama “silâhların susması” diye betimlediğimiz duruma gelinebilirse, bunun da sadece bir “dinlenme” dönemi olmaması gerekir ve bu ortamda bir barış anlaşmasına gidecek yolu açmak için birilerinin devreye girmesi, çalışması gerekir. Bunlar, Karayılan’ın birkaç alternatif olarak tanımladığı kimseler olabilir veya hattâ ülke dışından birileri de olabilir. Ama sonuç olarak bunlar olmalıdır, yoksa ateşkes gibi bir durumun da anlamı kalmaz.

Büyükanıt’ın Karayılan’ı önemsemez bir tonla konuşmasına şaşırmadım. Ama, “âyinesi iştir kişinin” derken sıraladığı koşullar ilginç: “PKK üç şeyden vazgeçemez” diyor; “biri genel af, iki Kürtçe eğitim, üç Kürt kimliğinin Anayasal güvenceye kavuşması...” PKK da zaten bunları istediğini açıklıyor ve baktığınız zaman bunların kötü ya da gereksiz şeyler olduğunu söylemek mümkün değil (zaten Büyükanıt da epey nötr bir tavırla sıralamış). Yani, “bunların olmasını engellemek” gibi bir kararlılıkta, bunca insanı hayatından etmiş bir çatışmayı sürdürmek herhalde akıl kârı bir davranış olamaz.

TARAF