Kürt sorunuyla ilgili olarak son zamanlarda gündem olan CHP'nin açılımı, Leyla Zana'nın ifadeleri, Barzani ve Talabani'nin açıklamaları gibi gelişmeler ve PKK yöneticilerinden sadır olan açıklamalar üzerine Orhan Miroğlu'yla konuşan Fadime Özkan'ın röportajını ilginize sunuyoruz.
Türkiye’nin en önemli ve acil meselesi olan Kürt meselesinde neredeyiz?
CHP’nin adımı, Zana’nın açıklamaları, Talabani ve Barzani’nin çabaları, ABD’nin girişimleri dahil umut veren son siyasi gelişmeleri kolektif birer halisülasyona çeviren nedir?
Her barış arayışına mutlaka bir suikast düzenleyen ya da sürekli olarak barış manipülasyonu yapan PKK’nın nihai amacı ne?
PKK üst yönetimi Suriye’de siyasi bir statü kazanmanın mı peşinde?
Leyla Zana’nın girişiminin ardında Öcalan mı var?
Örgütü tarafından dışlanan, sözü boşa çıkartılan ve siyasi önderliği İmralı’yla gömülen Öcalan bu durumdan ve haliyle hapisten çıkmak için nasıl bir çare arıyor?
PKK yöneticileri Murat Karayılan ve Duran Kalkan son açıklamalarıyla aslında ne dedi?
Tüm bu soruları Kürt siyasi hareketinin saygın isimlerinden Orhan Miroğlu’na yönelttim.
Kürt siyasetiyle ilgisi 13 yaşında TİP mitinglerini takip ederek başlayan Miroğlu, önce Kemal Burkay’ın liderliğindeki Özgürlük Yolu saflarında, sonra da 1990’ların başlarından 2007’ye kadar HADEP’le başlayıp DTP’ye dek süren BDP çizgisindeki partilerde bilfiil siyaset yaptı.
12 Eylül darbesinden sonra 6.5 yıl Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yattı, işkence gördü.
1992’de Kürtlerin Musa Ape’si Musa Anter’in hayatını kaybettiği saldırıdan ağır yaralı olarak kurtuldu.
Taraf gazetesinde kaleme aldığı yazıları nedeniyle Öcalan tarafından eleştirildi, PKK tarafından alenen tehdit edildi.
Halen Taraf yazarı olan ve çok sayıda değerli kitabı bulunan Orhan Miroğlu’nun son kitabı Silahları Gömmek adını taşıyor.
***
Kürt meselesinin çözümü için önce peşpeşe umutlu gelişmeler oldu. CHP’nin sorumluluk alması, Zana ve Karayılan’ın röportajları… Ama sonra Dağlıca baskını ve PKK yöneticileri Duran Kalkan ile Karayılan’ın şiddet içerikli açıklamaları havayı hızla bozdu. Niye böyle oldu ve şu an hangi noktadayız?
Ben doğrusu Oslo sürecini sona erdiren Silvan saldırısından sonra PKK’nin şiddet yoluyla mesafe almak stratejisine yeniden döndüğünü düşünmüş ve yeni bir sürece giriyoruz diye yazmıştım. Yeni stratejinin adı ‘Devrimci Halk Savaşı’ydı. O tarihten bu yana yaşananlar görüşümü doğruladı. Öyle ki Duran Kalkan “Biz siyasi müzakere değil askeri çözüm sürecindeyiz’ dedi. Karayılan’da son açıklamalarında benzer şeyler söyledi.
Murat Karayılan’ın barışa yakın oldukları yönündeki o ilk açıklamalarını nereye koyacağız peki?
Havada kalıyor. Çünkü Karayılan da son açıklamalarında Duran Kalkan’ın çizdiği çerçeveyi güçlendiriyor. Avni Özgürel ile yaptığı röportaj için de, ben böyle demedim diyor, söyleşide barış için umut ifade eden görüşlerin Avni Bey’in yorumundan kaynaklandığını söylüyor.
ÖRGÜT BÖLÜNMÜYOR
Bir rol dağılımı mı var peki örgüt içinde, barış isteyen PKK’lı-şiddeti savunan PKK’lı gibi?
Hayır. Kürt meselesiyle ilgilenen ve PKK’nin fikri olarak bölündüğünü düşünen çok kişi var Türkiye’de, ama ben PKK’nin kurulduğu tarihten beri, bölünmesi yönünde hiçbir aktörün, devletin herhangi bir çaba içinde olmadığını düşünüyorum. PKK’de ideoloji, paradigma, merkeze bağlılık ve her şey o kadar sağlam ki, bu saatten sonra bu hareketten farklı bir siyasi görüş çıkabileceğine inanmak çok gerçekçi değil.
Lideri on üç yıldır içerde, örgüt büyüdü alan genişletti, konjonktür de değişiyor. Örgüt doğal olarak da bölünebilir pekâlâ?
Doğal olarak da bölünmez çünkü PKK’nin siyasi varlığı sadece Kürt sorununun çözümsüz kalması ve PKK’nin kendi iç dinamiği üzerine oluşmuş bir varlık değil. Kürt sorunu ne kadar küresel bir sorunsa, PKK’de o kadar küreseldir. Dolayısıyla PKK iç dinamikleri sonucu bir bölünmeye uğrayamaz. Buna izin vermezler. Bu denenmedi de değil. Kardeş Öcalan yanında PKK için önemli aktörler olduğu halde 2004’te PKK’den ayrıldığında böyle bir durum oluşmuştu, bu ayrılık tamamen iç dinamiklerin ortaya çıkardığı gelişmelerden besleniyordu; çünkü bu grup,’ silahla kazanabileceğimiz şeyleri kazandık, bundan sonra silahsız mücadele yapılmalı, siyasallaşmayı denemeliyiz’ diyen bir gruptu. Kürt siyasi hareketi çok büyük bir sarsıntı geçiriyor gibi görünmüştü. Herkes Kürt hareketinin ikiye bölündüğünü düşünüyordu. Ama bu gerçekleşmedi.
ŞİDDETSİZ SİYASETE HİÇ İNANMADILAR
Neden gerçekleşmedi?
Çünkü ne ABD ne Türkiye ne AB çevreleri Osman Öcalan’ın arkasında durmadı. Osman Öcalan’ın silahsız çözüm arayışı görüşü desteklenmedi, ayrılan grubun önleri açılmadı ve bu grubun kimi liderleri bir şekilde yok edildi. Osman Öcalan da ticaretle uğraşır oldu. Halbuki Ahmet Türk, Murat Bozlak gibi isimler dahi, Osman Öcalan’dan yana tavır içinde görünüyorlardı. Hikmet Fidan da vardı aralarında. Sonra diğerleri hızla tavır değiştirdiler ve fatura Fidan’a çıkarıldı, hayatını kaybetti bir suikastta. Diğerleri hiçbir şey olmamış gibi döndüler partiye, şiddetsiz siyaset fikri de böylece bir kez daha karşılıksız kaldı.
Oslo sürecinde ve evvelinde de benzer bir görüş yeniden ağırlık kazanmıştı aslında?
Oslo sürecinde barışa yakın bir PKK vardı evet. Çünkü Öcalan inisiyatif almış görünüyordu, tıpkı 1999’daki gibi. Ama Silvan hadisesi aynı zamanda Suriye Baası’nın da geleceğinin belirlendiği bir dönemin başlangıcında gerçekleşti. PKK bu ülkede başaramadığı şeyi Suriye’de başarabileceğini, orada statü kazanabileceğini düşündü. Çünkü Türkiye’de olmadı bu ve kısa vadede olacak gibi de görünmüyor.
PKK SURİYE KÜRTLERİYLE SAVAŞACAK
Suriye’de durum PKK açısından nedir?
Suriye’de bildiğim kadarıyla 30’un üstünde Kürt sivil partisi var ve bu partiler politik mücadele yöntemlerini tercih ettiler. PKK ise, Özgür Suriye Ordusunun dışında silahı olan tek grup. PKK’nin Suriye yönetimine karşı silahlı eylemi yoktur ama. Tam tersine orası, Türkiye’deki silahlı mücadelenin yürütülmesi için bir üs gibi kullanılıyordu. Şimdi ise durum değişmiş görünüyor. PKK kendi silahlı gücünü Suriye Özgür Ordusuyla birlikte Baas’a karşı değil Kürt partilerine karşı ve giderek arasında büyük gerilimler oluşan Suriye Özgür Ordusuna karşı kullanmaya yakın bir pozisyonda duruyor. Esat’ın ömrü bir yıl daha uzasa, PKK silahlarını Özgür Suriye Ordusuna da yöneltebilir. Dolayısıyla bu süreçte PKK’nin silah bırakacağı umulmamalı. Başbakan’ın “Silah bırakılırsa her şeyi konuşuruz” talebi çok açık bir talep aslında ama bunun PKK açısından içinde bulunduğumuz konjonktürel sebepler dolayısıyla bir karşılığı yok.
ABD’NİN ÖCALAN’A TEKLİFİ
Öcalan ile örgüt arasında bir görüş farklılığı belirmiş gibi görünüyor ama?
Öcalan farklı düşünüyor diyebiliriz evet. PKK’nin kendi siyasi geleceğini ve tahayyülünü Türkiye’den ziyade Ortadoğu angajmanı olarak sürdürme gayreti Öcalan’ı kısa ya da uzun vadede boşa çıkaracak. Öcalan Türkiye’ye getirildiği zaman Amerikalılar Kandil’e gidip diyorlar ki “Öcalan’dan size fayda yok, o artık Türk ordusunun denetiminde, gelin birlikte çalışalım, zaten Türkiye demokratikleşiyor. Siz tabanınıza uygun bir dille Öcalan’ın tutukluluk koşulları dolayısıyla sağlıklı bir liderlik ortaya koyamayacağını ilan edin”. PKK bu teklifi reddediyor. 12-13 yılın ardından bence bugün aynı teklif bu sefer, Öcalan’a götürüldü, yani PKK senin bıraktığın gibi değil, gel meseleyi biz beraber çözelim teklifi. Sanırım bu teklif üzerinden bir çıkış aranıyor.
KARAYILAN: ÖCALAN EBEDİYEN İMRALI’DA KALSIN
Zana’nın Hürriyet röportajından birkaç gün önce Amerikalı diplomatlarla görüştüğü, Talabani’nin PKK’ya silah bıraktırmak için devreye girmesinde İngiliz ve Amerikalıların etkili olduğu ve aynı merkezlerin BDP’liler dahil herkese “Türk hükümeti sorunu çözmeye çalışıyor, silah bırakın ve konuşarak çözüm arayın” dediği biliniyor. Zana’nın Öcalan’ın bilgisi dahilinde inisiyatif aldığı da söyleniyor. Ne dersiniz son hamlenin ardında Öcalan’a giden bu teklif mi vardı?
Bir tahmin yapmam gerekirse Öcalan’a şunlar söylenmiş olabilir: “10 yıl öncesinin PKK’sı yani senin bıraktığın PKK bugün yok. PKK Türkiye’ye karşı uzun vadeli savaş öngörüyor ve bunda senin bir kazancın yok. Savaş sürerse, ufukta senin için siyaset yapma, ev hapsi ve muhtemel bir özgürlük de kısa vadede görünmüyor. PKK de senin koşullarınla ilgili değil, savaşmayı tercih ediyor”
LEYLA ZANA NE YAPTI?
Ama hem PKK hem BDP Öcalan’a ev hapsi konusunda çok talepkar görünmüyorlar mı?
Olabilir. Ama hem askeri çözüm sürecindeyiz demek hem Öcalan’a ev hapsi talep etmek birbiriyle çelişmiyor mu? Öcalan’a ev hapsi asker cenazelerinin gelmeye devam ettiği bir ortamda nasıl mümkün olacak? Karayılan’ın “Biz Öcalan’a ev hapsi değil özgürlük istiyoruz” demesi aslında “Öcalan ebediyen İmralı’da kalsın” demektir. PKK savaşarak Öcalan’ı İmralı’dan çıkaramaz.
ÖCALAN İKBALİNİ TABANDA ARAYACAK
Leyla Zana’nın girişimi bu hesaplara bağlanabilir mi?
Leyla Hanım böyle bir durum üzerinden girişimde bulunduysa, bu şu anlama gelir: Öcalan bundan böyle, politik olarak kendi konumunu; PKK’yi siyasi olarak olumlayan kitlelere, sözünü dinletmeye çalışan bir lider olarak belirleyecek. PKK’ye söyleyecek sözü çok da kıymetli olmayacak ve yerini bulmayacak çünkü. Avukat problemi de yeni değil. KCK operasyonlarıyla ortaya çıktı ki Asrın Hukuk Bürosu MİT mensuplarının da rahatça çalışabildiği bir büro.
ÖRGÜT ÖCALAN’I DIŞLAYACAK
Örgütün Öcalan’ı dışarıya ve tabana karşı sadece politik bir figür olarak kullandığı aşama mıdır bu?
Henüz o aşamada değiliz. Ama Erbil’den gelen haberler örgütün bir biçimde buna hazırlandığını gösteriyor. Ben Karayılan’ın “Öcalan’a ev hapsi değil özgürlük istiyoruz” sözünü bu yönde atılmış bir adım olarak görüyorum. Eylemlerin arttığı bir dönemin ardından bırakın özgürlüğü bir yana, Öcalan’a ev hapsinin dahi olmayacağını herkes çok iyi bilir. PKK, bu dönemi savaşarak bir şeylerin elde edilebileceği bir dönem olarak görüyor. Dolayısıyla ne PKK’nin ne BDP’nin Öcalan’a ev hapsi gibi bir sorunu yok. Ev hapsini, Kürt sorunuyla ilgili aktörlerin, ABD’nin, Mesut Barzani’nin ve AK Partinin bir karşı hamlesi olarak da görüyor olabilirler.
Peki, kendi inisiyatifiyle mi susuyor Öcalan?
Kanaatimce şimdilik, susmayı tercih ederek, PKK ile arasına mesafe koymasının nedeni, konuşması halinde bunun kendisinin ve PKK’nin geleceği bakımından nasıl sonuçlar doğuracağını hesaplayamamasından kaynaklanıyor. Muhtemelen PKK’ye söz söylediğinde sözü yine boşa çıkacak, Silvan bunun açık bir örneği çünkü. Duran Kalkan’ın “askeri çözüm sürecindeyiz” sözünün ardından Karayılan’ın açıklamaları da PKK’de görüş ayrılığı olmadığını ortaya koyuyor. Bu gerçek giderek Öcalan’ın ve BDP’nin siyasi pozisyonunu zora sokacak bir sürece doğru gidildiğini gösteriyor.
ÖCALAN ALDATILMIŞ DUYGUSU İÇİNDE
PKK’nin mevcut yönetiminin savaş kararı vererek, siyasi çözümden yana çaba içindeymiş gibi görünen Öcalan’ı, Zana’yı ve BDP’yi boşa çıkartıp onlara siyaset dayattığı anlamına gelir mi bu?
Öcalan’ın Silvan’dan bu yana girdiği aldatılmışlık duygusundan sonra-bunu açıkça ifade etti- ne düşündüğünü tam olarak henüz bilmiyoruz, ama Oslo sürecinde siyasi çözüme inandığı biliniyordu. BDP’nin ise ne Oslo sürecinde ne şimdi, siyasi çözüme inandığı kanısında değilim. Hatırlayalım, Silvan’la aynı günde, BDP’liler DTK aracılığıyla Diyarbakır’da demokratik özerklik ilan ettiler. O tarihten sonra izledikleri politikalar siyasi çözümden uzak politikalardı ve bugün de durum bu. Çözüm için beliren ihtimallere bile karşı çıkıyor BDP. O kadar ki CHP’lilerle konuşsanız size, CHP’nin, Kürt meselesi dolayısıyla AK Parti’yle diyalog ve müzakere talebinden, BDP’nin pek de hoşlanmadığını söyleyeceklerdir.
PKK CHP’NİN ÇÖZÜM ARAYIŞINDAN HOŞLANMIYOR
Neden?
Bunun tek sebebi var: Çözümsüzlük sürecinde ve AK Parti karşıtlığında, hatta iktidardan düşürülme stratejisinde, CHP şimdiye kadar, de-facto, fiili müttefiki oldu PKK’nin. CHP’nin şimdi bundan uzaklaşıyor olması PKK’yi ve haliyle BDP’yi hoşnut etmiyor, çünkü onları yalnız bırakmış oluyor. Duran Kalkan CHP’nin bu tutumunu en sert biçimde eleştirdi.
Ne oldu da CHP Kürt meselesinde politika değişikliğine gitti peki ve ona geri dönüşü ne olur bu girişimin?
CHP’nin çözüm için ne düşündüğünü gerçekten bilmiyorum. Ama CHP Kürt meselesinin ulusal bir mesele olduğunu ve bu meseleyle bir iç siyaset malzemesiyle oynar gibi oynamanın Türkiye’yi bir felakete götürebileceğini gördü diye tahmin ediyorum. Bu idrakin Kılıçdaroğlu ve çevresindeki kişilerce paylaşıldığını düşünüyorum. Dileyelim ki bu idrak, AK Parti karşıtlığının önüne geçmiş olsun. Çünkü ulusalcılar öyle bir AK Parti düşmanlığı içindeler ve Kürtlerin hak kullanmalarına karşı ulusalcılar arasında öyle bir tahkimat yapıldı ki şimdi tutup da, o tahkimatı yıkmak ve onun üzerine CHP’nin partisel çıkarları için değil, Türkiye’nin ulusal çıkarları için yeniden çözüm amaçlı bir Kürt politikası inşa etmek hiç kolay değil. O kadar ki Kılıçdaroğlu da “bu iş benim genel başkanlığıma bile mal olabilir” diyor. Bence de olabilir.
Kılıçdaroğlu’na geri dönüşü genel başkanlıktan düşmek mi olur yani?
CHP tabanı içinde Kürt meselesi mevzuunda AK Parti ile yakınlaşmayla ilgili bir kamuoyu yoklaması yapılıyor. Ve CHP’nin sahip olduğu yüzde 26’lık oyun yüzde 16’sının bu politikadan hoşlanmadığı ortaya çıkıyor. Bu, ulusalcıların memnun kalmadığı bir CHP’nin baraj riski var demektir, ve artı, Sayın Kılıçdaroğlu’na da “politikanı beğenmiyoruz, kendine çeki düzen ver” demektir. Zaten bu araştırmadan hemen sonraki grup konuşmasında Kemal Kılıçdaroğlu ulusalcı tabanı tatmin etmek için Suriye’ye savaş çağrısı yaptı.
PKK BARIŞ MANİPÜLASYONU YAPIYOR
Kürt siyasi hareketi cephesine dönersek: Zana’nın Hürriyet röportajından birkaç gün önce Amerikalı diplomatlarla görüşmüş olmasına, Amerika’nın Demirtaş ve Talabani de dâhil görüştüğü tüm muhataplarına “silah bırakın ve hükümetle çalışın, siyasi çözüm bulun” dediği, sürecin Washington-Londra-Erbil-Ankara arasında pişirildiği iddialarına ne diyorsunuz?
Muhtemeldir. Amerikalılar da İngilizler de aldığım duyumlara göre PKK’yi ikna çabasındalar. Ama bu çabanın karşılık bulacağını düşünmüyorum. Barış manipülasyonu diyebileceğimiz girişimleri geçmişte de çok yaşadık. Barış, savaşan tarafların barışa kesin ve geri dönüşsüz bir inanç duymalarıyla gelir. Ama görüyoruz ki PKK buna inanmıyor. Fakat Amerika herhalde PKK’ye kapıları tamamen kapatıp, onu Ortadoğu’nun ve dünyanın statükocu güçlerine tamamen teslim etmek de istemez.
BARIŞI BAŞBAKAN MI GETİRECEK?
Leyla Zana barışı Recep Tayyip Erdoğan’ın getirebileceğine inandığını ve ona yardımcı olmak gerektiğini söylemişti. Barışı getirebilecek lider Erdoğan mıdır?
Bence Erdoğan, Cumhuriyet tarihinde yıkılması zor birçok tabuyu yıkmış, yapılması imkânsız denilen bir çok şeyi yapmış ve Kürt meselesinde inkar sürecini bitirmiş bir lider olarak öne çıkıyor. Öte yandan, Devlet Kürtlerle savaş politikasında ciddi bir yüzleşme yaşadı. Devletin ne sivil ne asker bürokrasisi bugün Türkiye’de PKK’yle savaşmak istemiyor. Türkiye cumhuriyetinin çıkarı Kürtlerle savaşmaktan değil, barışmaktan geçiyor. Güney Kürdistan dediğimiz statünün ortaya çıkmasını kolaylaştıran bir politika izledi Türkiye.
Devlet içinde çatışma isteyen gruplar yok mu?
Tabi ki bir takım gruplar çatışmadan medet umuyor olabilirler. Kürtlerle savaş 25 yıl sürdüyse askeri vesayet koşullarında sürdü. Ama bugün Türkiye halkı ve sivil bürokrasi Kürtlerle savaşın miadını doldurduğunu düşünüyor. Devlet kendini bu konuda olağanüstü yeniledi. Ama PKK bu noktada çok farklı bir yerde. Bazı isteklerini siyasetle elde edemeyeceğini düşünüyor ve kendisine inananların önüne tek çare olarak savaşı koyuyor. Bu inancı Amerikalıların İngilizlerin de değiştirebileceğine pek inanmıyorum. Bundan ziyade Esat’ın gitmesi daha önemli olacak.
KDP İLE PKK ARASINDAKİ GERİLİM ARTIYOR
Bölgenin reel durumu, bölgedeki diğer aktörler ve PKK’nin geldiği nokta ne söylüyor bize?
PKK’nin silahlı mücadelesi sadece Türkiye’ye yönelik değil. Bölgedeki konjonktürden çok etkileniyor. Görebildiğim kadarıyla KDP ve PKK arasındaki gerilim giderek tırmanıyor. Umalım ki bu gerilim silahlı çatışmaya dönüşmesin. Mesut Barzani PYD’li heyetle Erbil’de bir görüşme gerçekleştiriyor, bakalım sonuç ne olacak. KDP’nin Suriye politikası çok farklı bir yerde duruyor, PKK’nin Suriye politikası çok farklı bir yerde. Burada temel ideolojik farklılıklar var. PKK aynı zamanda Türkiye’nin Irak politikasından da memnun değil. Oysa sorun Türkiye açısından artık, Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde Kürtlerin bir statü kullanması değildir. Mesele bu statünün kimin eliyle kullanılacağıdır. Başbakan “Suriye’de kadastro çalışması yaptırtmayız” derken aslında “PKK eliyle orada özel bir statü kurulmasını tasvip etmeyiz” diyor.
KÜRTLER APE MUSA’YA NEDEN SAHİP ÇIKMIYOR?
Sizin de ağır yaralı olarak kurtulduğunuz Musa Anter suikastını gerçekleştiren Hamit Yıldırım 20 yıl sonra tutuklandı. Halbuki bu kişi bu kadar uzun bir süre boyunca bu bölgede, adıyla sanıyla, yeşil kartlı olarak yaşamaya devam etmiş. Bu nasıl olmuş?
Katil zanlısının yakalanması tamamen bir gazetecilik başarısıdır. Sabah gazetesindeki arkadaşlar Hamit Yıldırım’ın cinayetin işlendiği tarihten bir yıl önce çekilmiş fotoğrafını buldular. Süreç böyle ilerledi. O fotoğraf sayesinde yakalandı Yıldırım. Yoksa bölgede Hamit Yıldırım’ın Musa Abi’nin katili olduğunu, Şırnak’ta olduğunu, hayatını son derece normal olarak yaşadığını herkes biliyordu, bölgede görev yapan valiler de biliyordu emniyetçiler de. Savaşın gölgesine sığınmış bu adam ve gül gibi yaşayıp gitmiş. Hamit olayı, PKK’yle savaş adı altında, bir toplumun sosyolojisiyle, siyasi tercihiyle nasıl oynandığını, hem devletin hem halkın bunun için ödediği bedeli gösteriyor. Hamit’e değil, daha fazla devletin o bölgedeki kirli ilişkilerine bakmak lazım. Her siyasi iktidar maalesef bu kirli ilişkileri tasfiye etmeyi değil, korumayı tercih etti. Kollektif katillerin hala aramızda dolaşıyor olmalarının sebebi bu.
Toplumun onu dışlamamış olması da çok ürkütücü değil mi?
Sırtını bu savaşa dayamış ve savaşın gölgesinde gül gibi geçinip gitmiş adam. Toplumun tepkisizliği çok kötü ama aşiretinin veya akrabalarının bir kısmı BDP’de, bir kısmı AK Parti’de. Zaten adam Anter cinayetinden sonra, tövbekâr olmuş da değil. Güçlükonak’ta adı geçiyor, Perinçek’in 1990’lı yıllarda o bölgede örgütlediği Sosyalist Partisi başkanı Ömer Güven’in vurulmasında adı geçiyor ve herkes bunu konuşuyor. Hamit Yıldırım ile Ergenekon sanığı Levent Ersöz arasında geçen diyalogları biliyorlar ama o bilginin mahkemelere intikalinde kimse cesur davranmıyor. Zaten tutuklanma talebiyle hakim huzuruna çıkarıldığı gün adliyede kimsenin olmaması da bunun bir göstergesi. Orada sadece Hamit Yıldırım’ın aşiretinden insanlar vardı. Düşünün, Kürtler’in Apê Musa’sının katil zanlısı adliyeye getiriliyor, ortada kimse yok. Halk gerçeğin ortaya çıkacağına dair inancını yitirmiş durumda, haksız da sayılmaz hani.
AHMET ALTAN’I ELEŞTİRDİM ÇÜNKÜ…
Taraf gazetesi yazarısınız ve genel yayın yönetmeniniz Ahmet Altan’ı eleştiren bir yazı yazdınız. Niye yazdınız, neyle karşılaştınız?
Niye yazdım? Ahmet Altan’a değer verdiğim için yazdım. Kaleme aldığı ve benim katılmadığım bazı yazılarının gazetenin yayın politikasını da giderek belirlemeye başladığını ve bunun başından beri Taraf’ı olumlayan, destekleyen okurları son derece rahatsız ettiğini gördüğüm için yazdım. Kıymeti olur, olmaz ama kendi açımdan belki de dostça bir uyarı gibi düşündüm ve yazdım.. Yazının çıktığı gün hayırlı olsun Star’a geçiyormuşsunuz diyenler oldu. ANF’de de böyle bir yazı çıktı hemencecik. Onlar da önce Stara geçecek, sonra da milletvekili olacak diyorlardı. Böylece milletvekili olmanın yolunu da öğrenmiş olduk. Ahmet Altan’a yönelik dört satırdan ibaret dostça bir eleştiri yap, hemen milletvekili olursun!
Fikirlerle uğraşmıyor insanlar. Bir yazıya karşı çıkmak adına kendini bile ‘hiçleştirmeyi’ göze alan kimseler oluyor. Taraf elbette benim yazı hayatımda önemli bir kavşaktır. Ama ben, doğrusu Taraf’tan önce bir hiç değildim. Taraf’tan aldıklarım da var, Taraf’a verdiklerim de. Kimse kusura bakmasın, dostluğa varım, ama, diyet ödemeye gelince yokum. Kimseye diyet borcum yok benim.
TARAF’A DEVAM
Yani Taraf’a devam diyorsunuz?
Evet, öyle diyorum. Taraf’ı bırakıp başka bir yerde yazmam söz konusu değil. Olsa da bu bir günah değil. Tepkilere gelince. Beni haklı bulan da oldu, haksızlık etmişsin diyen de. Ahmet Altan benim yayın yönetmenim olmasından öte dost gördüğüm biri, değer verdiğim bir insan. Kaldı ki genel yayın yönetmeni eleştirilmez diye bir kural varsa, kurallar ihlal edilmek içindir. Bu ihlali yapmak da, ancak bir Taraf yazarına ve ihlalin ortadan kalkmasına sevinmek de, bir yayın yönetmeni olarak Ahmet Altan’a yakışır. Sonuç itibariyle ben Taraf’tayım, gazetenin sahipleri ve yayın yönetmeni “sizinle çalışmak istemiyoruz” diyene kadar da burada olacağım. Taraf’ta olmama adeta kahredenler biraz daha üzülsün bakalım.