Kararlılığın sert ve yumuşak yüzleri

KENAN ALPAY

Doğu Akdeniz’de süre gelen gerilim hepimizin gözleri önünde cereyan ediyor. Arkasına bir bütün olarak Avrupa Birliği’ni değilse de Fransa’yı alan Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali oldukça düşük. Bu ihtimali düşüren iki önemli gösterge şöyle işaretlenebilir: 27-28 Ağustos’ta Berlin’de toplanacak Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları toplantısı öncesinde Almanya’nın arabuluculuk rolünde sergilediği ısrarlı uzlaştırma arayışları ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Almanya’nın arabulucu rolünü takdir edip ittifakın iki üyesine yaptığı gerilimin düşürülmesi ve diyalog çağrısı. Dolayısıyla mevcut vasatta Yunanistan’ın tansiyonu yükseltecek açıklama ve adımları iç kamuoyuna yönelik mesajlar olmaktan, Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte düzenlediği deniz tatbikatları da Türkiye nezdinde karşılık bulmayan meydan okumalar olarak kalmaktan öteye çok bir anlam taşımıyor.

Yakın ve orta vadede savaşa evrilmeyecek olması Akdeniz’de yaşanan gerilimin risklerini küçültmüyor elbette. Ancak her ne kadar bölgenin yalnız bırakılmış ve tecrid edilmiş bir devleti gibi gözükse de Türkiye, kendisine bu muameleyi reva gören devletlerin kendi iç çelişki ve zaaflarının üzerine gidebilecek imkân ve kararlılığı sergileyebilecek durumda. Şüphesiz bu imkân ve kararlılık öncelikle ahlaki ve hukuki meşruiyete ardından da askeri ve siyasi kudrete yaslanıyor. Yunanistan’ın kıta sahanlığı arttırma, karasularını ve münhasır ekonomik bölgesini genişletmeyi teşvik eden Avrupa Birliği’nin de Rusya, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen desteklerin de bir sınırı var. Açıkça görülüyor ki Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’deki en temel haklarından mahrum etmeye ve bölgeyi despotik rejimler üzerinden bütünüyle ipotek altında tutmaya matuf kirli bir ittifak işliyor. Fakat çarkları eskisi gibi döndürebilme yönündeki açgözlülüğü sürüyor olsa da Batı eskisi kadar güçlü, Türkiye ise eskisi kadar güçsüz değil artık.

Mesela Türkiye’nin Libya’da attığı stratejik bazı adımlar Doğu Akdeniz’e ilişkin ne kadar çok ülkeyi açığa düşürdü. Rusya ile Fransa’nın darbeci Halife Hafter ortak paydasında Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin aynı cephede savaş yürüttüğünü teorik olarak izah etmek pek kolay değildi. Ancak Libya pratiği ile Suriye pratiğinin birbirine ne kadar çok benzeştiğini gösteren onca gelişmeyi görmezden gelenlere emperyalizmin ve despotizmin nasıl bir iş birliği içinde hegemonya kurduklarını izah edebilmek yine de mümkün değil. Aynı masal anlatılıyor, bıktırıcı klişe binlerce kezdir tekrarlanıyor: “Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesi gereğince Esed, Sisi, Hafter gibi lejyoner şefleriyle en başta anlaşsaydık, ilk etapta İsrail ve Rusya’nın stratejik ortağı olsaydık Türkiye uluslararası arenada saygın bir ülke olurdu.” Ahlak ve hukuktan nasipsiz bu mealdeki önerme ve tavsiyeler havada uçuşuyor. Diplomaside Ata/Türkçü yol haritası dedikleri mazlum halkların hayatları üzerine kurulu ama izzet ve şereften nasipsiz bir oportünizmden ibaret.  

Tam da bu gerilimlerin ortasında İsrail’in Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Roey Gilad’ın Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Hüseyin Hayatsever’e yaptığı açıklama Doğu Akdeniz ve Orta Doğu politikasında İsrail’i müttefik olarak gösteren utanmazların yüzüne çarpılacak cinsten ifadeler bulunuyor. Gilad açıkça “İsrail’in Türkiye ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması yapma niyetinin olmadığını” belirtiyor ve ekliyor: “Kıbrıs (Rum kesimi) ile yaptığımız münhasır ekonomik bölge anlaşmasını iptal etme ya da ortadan kaldırma gibi bir niyetimiz yok.” İsrail tarafı yakın zamanda Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesini de olanaklı görmüyor zaten. Ama yerli malı İsrail dostları ve despotizm muhipleri ne olursa olsun İsrail’le, Esed’le, Sisi’yle, Hafter’le normalleşerek dünyada saygın ve güçlü bir ülke olunabileceğini iddia ediyorlar hala.

Henüz birçok şey değişmedi, yeni dengeler kurulmadıysa da sabır ve azimle ama ahlaki ve hukuki değerlere sadakatten taviz vermeyenler kazanacak. Bu kazanım için çok sert bir söylem ve yüze, milliyetçi ajitasyona asla tevessül etmemek gerekir. Adalet ve merhametin kuşatıcılığa inanarak ve yaşayarak atılacak sağlam adımlar Ata/Türkçü ajitasyonun sanal kazanımlarıyla kıyas bile edilemez. Ulusalcı söylem ve sembollerle gösterilmeye kalkışılacak kararlılık diplomasi ve iç siyasette zaaflar, toplumsal ilişkilerde kırılmalar oluşturur ve sahte zaferler bahşeder sahiplerine. Yenilgi, gerileme ve dağılma dönemlerinin travmatik edebiyatını rehber edinmek, şiir ve marşlarını teatral olarak sahneleyip toplumu motive edici moral değer sanmak büyük hayal kırıklıkları oluşturmaya adaydır. Sözün gücü, hakikate olan sadakati ve hayata yansıyan yüzüne bağlıdır.

Yeni Akit