Türkiye; gerek uluslararası konjonktürün yelkenlerini şişirmesiyle gerekse karar verme konumundaki ricâlin genel anlamda hikmetli tasarrufatlarıyla, bölgesinde oyun kurucu bir ülke yeteneği elde etmiştir. Her geçen gün de bu yeteneğini artırmaktadır.
Bunun coğrafî konumunun, tarihî arkaplanının ve kültürel derinliğinin sağladığı avantajlarla da alakası vardır elbette.
Yukarıda özetlediğim durum dışarıdan rahatlıkla gözükmektedir. Dış basında yapılan tarafsız analizlere, Türkiye’nin yükselmesinden korkan merkezlerin paniğine ve dünya Müslümanlarının heyecanına baktığınızda maksadım anlaşılacaktır.
Bunu dışarıdaki gözlemciler rahat görüyor ama her nedense içeridekiler aynı netlikte göremiyor. Yeminli hükümet karşıtları ise hiç göremiyor.
Millî meseleler parti üstü meselelerdir, öyle olması da icab eder, değil mi? Bundan dolayı millî meseleleri varlık nedeni sayan partilerin dar parti çıkarlarını ülkenin geleceğine tercih etmemesi gerekir. Maalesef vaka böyle olmadığını gösteriyor. Her açılım yeni bir ihanet olarak ilan ediliyor.
Burada şu soruyu sormak gerekiyor: Türkiye’nin bölgesinde oyun kurucu yetisinin artmasının kime faydası olmuştur?
Bölge ve dünya gerçeklerini inkâr eden sürrealist iddiaları bir tarafa bırakıp, işin reel olanına bakarak cevap verdiğimizde, niyet okumaktan kurtulacağımız gibi ortak bir noktada buluşabiliriz belki.
Yeter ki komplo teorilerini besleyen “dünya baronlarının izni olmadan Türkiye bu açılımları yapamaz!” türünden bir saplantımız olmasın.
Vaka şu: Komşularla ilişkiler ülke ve bölge menfaatleri doğrultusunda yönetiliyor. Ticarî birlik altyapıları oluşturuluyor. Kimi ülkelerle vize uygulamaları kalkmaya başladı. Bizi fakirleştiren ve fakat dünya silah baronlarını semizleyen silahlanma yarışı, yerini karşılıklı çıkarlar ekseninde işbirliğine devrediyor.
Dış siyasette ülkenin elini kolunu bağlayan tarihsel Ermeni meselesi kontrol altına alınmaya başlandı. “Ermeni soykırımı” iddialarını üzerimizde demoklesin kılıcı gibi sallayan ülkelerin baskılarından da, ABD senatosunda soykırımın tanınmaması için bizi Yahudi lobilerine mahkum eden ve böylece İsrail’in bitmek tükenmek bilmeyen alçaltıcı taleplerine de hayır diyememenin ezikliğinden de kurtulan bir ülke.
Bir hatırlatmada bulunayım. İsrail’in bir dizi filmi bahane ederek kriz çıkarması, aslında yaşanan büyük değişimle alakalıdır. Yoksa görmezden gelirlerdi, kuşkunuz olmasın.
Kraldan daha fazla kralcı medyaşörlerin feryadı da değişimin pozitif seyrine dair bir fikir vermeye yarar.
Bunları görmek zor olmasa gerek!
İşin bir boyutunda da aşağılık kompleksinden kurtulamayan “Biz inisiyatif alamayız; eğer inisiyatif alabiliyorsak işin içinde bir bit yeniği vardır” havasında olan kesim var.
İnançlı insanların Allah ile ilişkilerinde kadercilik anlayışını en üst perdeden eleştiren ve bunun, ilerleme yolunda insanın kendi kaderini eline almasına mâni olduğunu söyleyen bu kesim, sıra devletler arası ilişkilere geldiğinde fatalizmin (çağdaş Cebriyecilik) en âlâsını sergilemekteler.
Amerika ve AB olmaksızın Türkiye bir inisiyatif geliştiremez, diyorlar. Onlardan bağımsız hareket etmeyi, halka, kıyametin büyük âlâmeti olarak lanse ediyorlar.
Öyle bir resim çiziyorlar ki; nihâyetinde dünya baronlarına kulluktan başka bir seçenek kalmıyor, küresel sistemin kanunu olarak!
Ve yine bu resme göre; yapılan bütün açılımlar ya Türkiye’ye tevdi edilmiş yeni bir görev, ya da ülkeyi mâceraya sürükleyen ve böylece yıkımını hazırlayan bir hükümetin vatana ihaneti.
Hangisi doğru acaba; hükümet bir mâceraperest mi, yoksa bir piyon mu?
Tahlil diye önümüze konan bu fotoğrafın ne kadar problemli olduğu yeterince açık zaten. Bunlar yaşadığımız süreci siyah-beyaz bile görmüyorlar. Varsa yoksa tek renk; siyah. Siyah, her açılıma karanlığını düşürmüş!
Hâlbuki karanlık tablolar çizmek yerine tutarlı eleştiriler, yol gösterici analizler geliştirmek daha faydalı olurdu. Ülkenin faydasına olan da bu.
Ancak bunun olmazsa olmaz ilk şartı; millet olarak küresel egemen güçlerin bir nesnesi olmadığımızı kabullenmekten geçer. Ne onların gücünü abartalım, ne de kendi gücümüzü yok sayalım.
Siyaset, bu dengeyi gözeterek idealleri maksimum düzeyde hayata geçirme sanatıdır. Bu sanatı öğrenenler, tarihte özne olmayı başarır ancak.
VAKİT