Karar mı, seçim mi?

Mümtazer Türköne

Türkiye'nin üzerinden ağır bir yük kalktı. Dört buçuk aylık zamanımıza, yığınla enerjimize ve umutla umutsuzluk arasında bizi tüketen tereddütlerimize mal olan çok ağır bir yüktü üzerimizden kalkan. Karar ferahlık yarattı.

Ama bu ferahlığın kaybettiğimiz kıymetli bir eşyaya yeniden kavuşmak şeklinde bir ferahlık olduğunu unutmamalıyız. AK Parti'nin kapatılması bir felaket olurdu. Kapatılma ihtimali son dört buçuk ay zarfında Türkiye'nin üzerine bir karabasan gibi çöktü. Şimdi bulutlar dağıldı. Hemen kaybettiklerimizin ve sonra tekrar bulduklarımızın muhasebesine girişmeliyiz.

 

Kararın tam da sınırda, 6-5 verilmesi, savuşturduğumuz tehlikenin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Mahkeme karar vermiyor, sadece bir seçim yapmış oluyor. Mahkeme Başkanı'nın kararı açıklarken birkaç kere vurguladığı "siyasî, sosyal ve ekonomik" faktörler, karar üzerinde siyasî kanaatlerin egemen olduğunu gösteriyor. Yine Başkan'ın "AK Parti'nin bu karardan siyasî mesajı alacağını umduğu" yorumunda bulunması da, 11 kişinin oturup siyasî kanaatlerine göre bir karar verdiklerine, içeriden bir delil.

 

İlk çıkartacağımız sonuç, Mahkeme'nin karar vermek yerine seçimde bulunmasına dair olmalı. Davanın kendisi bir hukuk davası değil bir siyasî hesaplaşma idi. Mahkeme bu siyasî davayı, kuvvetle muhtemeldir ki dosyada yer almayan ve hukuk alanına girmeyen etkenleri hesaba katarak bir sonuca ulaştırdı. Bir karar veriyorsunuz ve her şey değişiyor. Zemberek boşalıyor. Domino taşlarının ilkine küçük bir fiske indirmek gibi, geri kalanlar peşi sıra devriliyor. Bir gün önceki günle, bir gün sonraki gün arasına kalın bir çizgi çekiyorsunuz. Bu baskı altında karar vermek zorunda olan bir mahkeme ile Türkiye'nin siyasî hukukunu tanzim edebilir misiniz? Anayasa Mahkemesi, işte bu yüzden aslında bir karar vermek yerine bir seçim yapmış oldu. Yaptığı seçim doğru. Ama bu seçimi yaparken izlediği yol yanlış değil mi? Belki her şeyden önemlisi, 11 insanın üzerine bu kadar ağır bir yükü yüklemek doğru mu idi?

 

İkincisi, Türkiye bu vartayı kazasız belasız atlattıktan sonra derin bir nefes alıyor. İşte o derin nefes, toplumdaki kutuplaşmayı engellemek, huzuru tesis etmek ve güven ortamı oluşturmak için yepyeni bir başlangıç fırsatı sunuyor. Bu fırsat önce AK Parti'ye açılmış yeni bir kredi. Anayasa Mahkemesi'nin temsil ettiği sistem, AK Parti'ye metazori de olsa yeni bir kredi açmış oldu. AK Parti'nin bu fırsatı Türkiye için yeni bir mutabakat arayışına dönüştürmesi lazım. Ve bu arayıştan, siyasal sistem etrafında uzlaşmayı pekiştirecek sonuçlar devşirmesi beklenmeli. AK Parti, kendisi üzerinden Türkiye'nin atlattığı tehlike sonrasında gerekli dikkati ve özeni göstereceğine dair işaretleri çoğaltmalı.

 

Üçüncüsü, Türkiye, son dört buçuk ay zarfında bir yönetim krizi yaşadı; yeni anayasa konusu. Kapatma davası krizi, bir "yönetemeyen demokrasi" krizi idi. Sistemi işleyen, yöneten, sorun çözebilen bir sisteme dönüştürmemiz hepimiz için acil bir görev.

 

Kapatma davası açıldığı günden itibaren, bu davanın yanlış bir dava olduğu ve sonunda sağduyunun egemen olacağı ve AK Parti'nin kapanmayacağı tezini savundum. Bu dava Türkiye için bir kazaydı. Yargı, yasama ve yargı organı üzerinde bir ipotek koydu. Totaliter ve militan bir laiklik yorumuna dayanan "laiklik karşıtı odak" olma suçlaması, demokratik iktidar üzerinde bürokratik vesayeti tazelemek için bir araç olarak kullanıldı. Sağduyu, bu vesayet altında Türkiye'nin çökeceğini, Mahkeme'nin de ülkenin çıkarlarını düşünerek bu ipoteği kaldıracağını söylüyordu. Nihaî noktada mahkemenin, yargı eliyle yaratılmış bu çözümsüzlüğü yine yargı marifetiyle çözdüğü anlaşılıyor.

Demek ki Türkiye'nin bütün kurumlarında bir sağduyu işliyor. Kendimize güvenmek için doğru bir vesile.

 

Anayasa Mahkemesi bir karar vermedi, bir seçimde bulundu. Kararı bizler, hepimiz birlikte vereceğiz.

 

ZAMAN