Karadeniz’de Çırpınan Batı İttifakının Ufku

KENAN ALPAY

Bugün Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te başlayacak G20 Zirvesi’nde Trump-Putin görüşmesinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz belli değil. Çünkü birkaç gün önce Rusya savaş gemilerinin “Kerç Boğazı’ndan izinsiz geçmeye çalışıyorlardı” diyerek ateş açıp el koyduğu ve sonrasında da personelini tutukladığı Ukrayna gemilerine ilişkin Trump ‘tam bir rapor’ beklediğini beyan etmişti. Ancak Trump’ın, Putin’le görüşme meselesine dair Suudi Arabistan Veliahd Prensi Muhammed Bin Selman’ın Kaşıkçı cinayetine ilişkin sarf ettiği cümlelere benzer ifadeler kullandığını hatırlatmamız gerekiyor.

Trump’ın Kaşıkçı cinayetine ilişkin cümlesi şöyleydi: “Veliaht Prensi bu trajik olaya dair pekâlâ bilgi sahibi olabilir, bilgisi belki vardı, belki de yoktu!” Yaklaşık bir hafta sonra Ukrayna’daki saldırıyla alakalı kurduğu cümle de tam olarak buydu: “Belki Putin ile görüşmem. Belki görüşme bile olmayacak. Bu saldırganlığı sevmiyorum, hiç istemiyorum.” İşin özeti ve sırrı tastamam olarak “önce Amerika” siyasetinde belirginleşiyor. Rusya’ya yönelik uygulandığı ifade edilen ambargoların daha sıkı bir şekilde işletilmesi sık sık seslendiriliyor olsa da Amerika’nın ortalıkta ıslık çalıp gezercesine tutumlar sergiliyor. Üstelik bu süreç önce Obama yönetimi tarafından kontrollü bir şekilde akabinde Trump yönetimi tarafından daha pervasız bir biçimde Rusya’nın önünü açarak başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere tüm müttefiklerini korkuyla terbiye etmeye dönüşmüş durumda.

Rusya Her Yöne Doğru Yayılıyor

Bu meyanda “Azak Denizi’nde, Kerç Boğazı’nda Ukrayna merkezli bir provokasyon tertipleniyor” tarzı değerlendirmelerin gerçeklere ne düzeyde takabül ettiğini de tartışmak durumundayız. Çünkü Ukrayna-Rusya gerilimini hızlıca ve son derece keskin ifadelerle “Amerika desteğini arkasına alan Ukrayna, Türkiye’nin Kırım hassasiyetini kaşıyarak Türk Akımı Projesini durdurmaya çalışıyor” gibi söylemler ortalığa salınıyor. Yine enerji yollarının kesileceği, Avrasya’yla yakınlaşan Türkiye’nin hedef alındığı yönünde hep bildiğimiz ve maalesef tüm meseleleri izah sadedinde kullanılan şablonlar devreye sokuldu. Lakin mesele çok taraflı ve çok boyutlu olmanın yanı sıra orta ve uzun vadede bölgesel açıdan çok derin sancılara sebep olacak kimi gelişmeleri işaretliyor.

Emperyalist işgal ve katliam politikalarını Batı’yla ama hassaten Amerika’yla özdeş tutmanın yol açtığı en önemli açmaz ve tutarsızlık Rusya ve Çin tarafından girişilen işgal ve katliamları karşısında sergileniyor maalesef. Gürcistan’a yönelik iki askeri saldırıyla Osetya ve Abhazya’yı kopartıp sözde iki bağımsız devlet üreten Rusya aynı işlemi Ukrayna için de yürürlükte tutuyor. Azak Denizi’nin kıyısındaki Kırım, Donetsk ve Lugansk’ın işgal edilip her birini üç halk cumhuriyeti ilan ederken Rusya, esasen Kerç Boğazı’nı kapatmanın yanı sıra dağılan SSCB sonrasında Azak Denizi’ni bir iç deniz haline getirerek yayılmacı siyasetinin en somut ve en kapsamlı kazanımını elde etmiş oluyordu.

Ukrayna-Rusya geriliminde iç siyasetlerin ne kadar belirleyici olduğunu, Poreşonko’nun zayıflayan iktidarını tahkim etmek üzere Rusya’yla çatışmaya ihtiyaç duyduğunu veya ilan edilen sıkıyönetimin hangi yaraya merhem olacağını tartışmak elbette ki önemlidir, faydalıdır. Bununla birlikte Rusya’nın yayılmacı siyasetini görmezden gelen veya meşrulaştıran sözde stratejik izahların ahlaki ve hukuki açıdan hiçbir değerinin olamayacağını açıkça ifade etmemiz gerekiyor. Rusya’nın Suriye’de, Gürcistan’da, Ukrayna’da son derece saldırgan ve yıkıcı politikalar yürüttüğünden kimin şüphesi var? Başta Litvanya, Letonya, Polonya ve Macaristan olmak üzere SSCB işgaline maruz kalmış Doğu Avrupa ülkelerinde, Rusya’nın saldırgan politikalarla yeniden bölgeye dönebileceğine ilişkin hakların yaşadığı kaygıdan dünya kamuoyu habersiz değil herhalde.

AB, Türkiye’siz Denge Kurabilir mi?

Rusya gazeteleri ve ajansları Ukrayna’dan kopardığı Kırım, Donetsk ve Lugansk’a yoğun bir askeri yığınak yaptığına dair haberleri açık ve ısrarlı bir biçimde geçerek bölgeye ilişkin yayılmacı siyasetini zaten ilan ediyor. Ukrayna’nın da bu askeri stratejiye karşılık Zaporoje’ye bağlı liman kenti Berdyansk’ta büyük bir askeri üs inşa ettiği biliniyor. Fakat Rusya tarafından asıl hedefin yakın bir zamanda Ukrayna’yı Azak Denizi’nden tamamen tecrit edecek, kıyılardan söküp atacak bir askeri saldırı olduğu da değerlendiriliyor. Böylesi yoğun bir tehdit ve saldırı altında kalan Ukrayna’nın sıkıyönetim ilan etmesi neden çok tuhaf olsun? Çözüm olur mu, geç kalınmadı mı gibi sorular ayrı bir tartışma ancak tehdit ve saldırı son derece yıkıcı sonuçları gözler önüne seriyor zaten.

Türkiye’nin bu sorun karşısında aldığı tutum ahlaki ve hukuki açıdan kendi başına değerli olsa da belirleyici değil. Çünkü Amerika ve Avrupa’nın NATO’nun finansmanı ve Avrupa Ordusu gibi konularda birbirini yıpratma üzere seferber olduğu bir vasatta tabii Rusya yayılmacı siyasetlerine hız verecektir. Amerika Başkanı Trump’ın İsrail ve Suudi Arabistan’la bölgeyi dizayn etme kararlılığı hiç değişmeksizin devam ediyor. Suudi Arabistan Veliahd Prensi’ni koruma ve kollamaya gösterilen ihtimam ve gayret göz yaşartacak düzeyde. Para, petrol ve silah üçlüsüyle her türlü dizaynı hayata geçirebileceğine inanmış bir Amerikan yönetimi için sadece Cemal Kaşıkçı’nın vahşice katledilmesinin değil Suriye, Afganistan ve Yemen’de dökülen kanların da bir önemi yok.

İngiltere’de siyaset ve toplum Brexit tartışmalarıyla Avrupa Birliği’nden ayrılmanın getireceği ağır faturanın nasıl ödeneceğini tartışıp duruyor. Fransa’da sokaklar, meydanlar öfkeli protestocular tarafından işgal edilip etraf yakılıp yıkılıyor. Almanya’da ekonomi güçlenmesine rağmen dış politikada Amerika’nın Rusya ve İran siyasetinde farklılaşmanın tedirginliğini yaşıyor. Fakat Avrupa Birliği ülkeleri kendi içerisinde ayrışma ve gerilimler yaşıyor olsa da yine de Türkiye’ye ilişkin köprüleri atacak adımlardan ısrarla kaçınıyorlar. İnişli çıkışlı ilişkiler, hafife alınamayacak soğukluklar ve zaman zaman rafa kaldırılan fasıllar derken bir de bakıyoruz ki Türkiye ve Avrupa Birliği arasında müzakereler, diplomasi trafiği yeniden hızlanmış. Vize serbestisi, gümrük birliğinin güncellenmesi, mali iş birliği, göç, terörle mücadele, ulaştırma, enerji konularında AB ve Türkiye arasında yüksek seviyeli diyalog toplantıları ve ortaklık komiteleri tertipleniyor, zirveler için takvimler çıkarılıyor, temas edecek heyetler belirleniyor.

Türkiye’nin Avrupa’ya olduğundan daha az olmamak üzere Avrupa’nın da Türkiye’ye ihtiyacı var. Bu ihtiyaç ekonomik, siyasi ve teknolojik açıdan daha az olmamak üzere Amerika ve Rusya’ya karşı oldukça uzun erimli jeo-politik ve stratejik bir ihtiyaçtır. Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Filistin’de ve genel olarak Akdeniz’de Türkiye’nin önünü kesmeye kalkışan Avrupa’nın Ukrayna ve Karadeniz üzerinden ufku hızla kararıyor ve kuşatılıyor. Şu süreçte diplomatik oyunlarla mesafe alamayacağını iyice idrak etmiş ve çifte standartlarla ezmeye kalkıştığı Türkiye’yi tasfiye etmeye yeltendikçe Rusya ve Amerika karşısında daha da acizleştiğini daha iyi anlamıştır umarız.

Yeni Akit