Askerî vesayetle hesaplaşma sürecinde daha alınacak çok yol olduğu aşikâr. En son dün yaşanan ‘3. Dalga’da dönemin Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri ve ekibiyle devam eden gözaltılar hesaplaşma sürecinde varılacak diğer adresleri de işaretliyor.
Başbakan Erdoğan, Batı Çalışma Grubu faaliyetleri bağlamında Çevik Bir’in gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan dönemin ‘yol haritası’ için şunları söylüyordu: “İş, gidebildiği yere kadar gitmeli. İşin içine kimler karışmadı ki... İş dünyası, basın, sivil toplum, rektörler... Mesele sadece askerle bağlantılı değil. Bunlar ortaya çıksın.” Bu sözler her ne şekilde olursa olsun darbe sürecine destek verenlerin hesap vermekten kaçamayacaklarına dair bir siyasi irade beyanı olarak okunabilir.
Askerî Vesayeti Kimler, Nasıl Tahkim Etti?
Askerî vesayetin post-modern versiyonu olan 28 Şubat darbe süreci, siyaset ve toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz eden sinsi planlarıyla ağır tahribat ve yıkımlara yol açtı.
Tankın gölgesinde hareket eden, askerî cuntayla aynı hedefe endekslenen, toplumu zorbalıkla terbiye etmeye yeltenen işbirlikçiler olmasaydı bu tuzaklar başarılı olamazdı. Askerler merkezdeydi fakat askeri güçlü ve başarılı kılan, durumdan vazife çıkarma geleneğine mensup ‘sivil’ makyajlı unsurlardı.
Sermaye, siyaset, yargı, sendika, akademi, medya hatta mafya unsurlarını koordine ederek silahlı bürokrasi adına her dönem iktidarını tahkim eden Genelkurmay Karargâhı için işler bundan böyle eskisi gibi yolunda gitmeyecek. Kozmik odalarda saklanan darbe planlarından okuduğumuz kaos ve suikast eylem talimatları, fişleme ve brifing tutanakları gibi ‘kirli çıkılar’ için şimdi asıl suçlar bakalım kimlere pas edilecek?
Tabii uzun yıllar boyunca omuzu kalabalık subaylardan aferinler kapmak için, laiklik ve Kemalizm adına ne kadar fedakârlık sergilediklerini anlatanlara şimdilerde pek fazla rastlanmıyor. Darbe süreci fiyaskoyla sonuçlanınca, siyaset ve toplumu tehdit eden askerin süngüsü düşünce üstelik darbeye giden yolların kesildiğine alamet eden tutuklu yargılamalar başlayınca söylemler tamamen değişti.
Özel Kuvvetler Komutanlığında kadrolu sosyolog ve psikolog subaylarla yürütülen askerî psikolojik harekâtlarla hedeflenen Türkiye halkının İslami kimliğini asimile etmekti. Türkiye halkı devlet politikalarını takviye etmek amacıyla devreye sokulan darbe süreçleriyle daha sıkı bir kontrolle hem İslami kimliklerinden ayrıştırılacak hem de laik-Atatürkçü değerlerle makbul vatandaşlar haline getirilecekti.
SAREM: Doktoralı ve Mastırlı Darbeciler
8 Ocak 2002’de dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu ve 2. Başkanı Büyükanıt’ın kadrolarıyla gövde gösterisi yaparak açtıkları fakat Kasım 2011’de kapanmak durumunda kalan SAREM (Stratejik Araştırma ve Etüt Merkezi) ne gibi işler ve ilişkiler planlamıştı acaba?
İlk elde “28 Şubat bin yıl sürecek!” diyerek kesintisiz bir darbe sürecinin arkasında duran Kıvrıkoğlu’nun bu işi mümkün kılmak için yöneldiği araçlardan birine, ‘akademik’ çalışmalara dair verdiği beyanata bakmamız gerekiyor. Şöyle diyordu: “Mastır ve doktoralı subay sayısı her yıl artıyor. Şu anda subaylarımızın %20'si yani 7010 subayımız mastır ve doktora sahibi. Köklü değişim ihtiyaçları için kolektif zekâyı ve organizasyonu esas alan bilimsel çalışmalar yapıyoruz.”
Daha o günlerde bu gelişmeyi büyük bir neşe ve ümitle ilan eden Ertuğrul Özkök aklımıza takılan bu iş ve ilişkiyi şöyle izah ediyordu: “Acaba SAREM, daha önce Karadayı-Çevik Bir döneminde kurulan ‘Batı Çalışma Grubu’ gibi özel takip masalarının, daha yapısal hale getirilmesi anlamına mı geliyor? Benim ilk izlenimim böyle olduğu yolunda.”
Bizim o dönemde kaleme aldığımız “Emredersin Think-Tank’ım!” (Haksöz Dergisi, Şubat 2002) başlıklı makale akademik maske ile örtülmek istenen bu darbe planlarına dikkat çekiyordu zaten. İşledikleri suçların hesabının hiçbir zaman sorulamayacağı zehabıyla meydan okudular, korku saldılar ve halkı sindirip kimliksizleştirmenin ve bu yolla sömürmenin planlarını yaptılar.
Ama günler değişti, planlar ters tepti ve çanlar zorbalar için çalmaya başladı. Yaşlandılar elbet birçoğu. Kimi bunadı, kimi bunamış numarasına yattı. GATAkulli ile demir parmaklıkların arkasına düşmekten biraz olsun kaçmayı başaranlar oldu. Ama “Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkânıdır” misali Silivri, Hasdal ve Sincan cezaevlerinde mecburi ikamete tabi tutulanların sayısında geçen her gün bir artış oluyor.
Hemen herkes “Number One”ın kim olduğunu merak ediyor. Bazı göstergeler olsa da şimdilik onu tam olarak bilemiyoruz. Ama vakıa şu ki, dönemin genelkurmay başkanları İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Yaşar Büyükanıt -ekiplerinden pek çok subayla birlikte- halefleri olan İlker Başbuğ’un yanına doğru yola çıkmak üzereler.
İşbirliği yapan diğer iktidar sınıfları için biraz daha vakit var. İslami değerlere ve halka açılan savaşta darbecilerin safında konuşlananları önce itiraf ve özür, sonra da suçun mahiyeti ve ağırlığına göre bir ceza bekliyor. Şu hususta hiç şüphe olmasın: Kimse gasp edilen hakkını ve darbecileri unutmaya niyetli değil.