‘Karabağ’la ‘Kerkük’ün ne gibi bir benzerliği va

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Evvelki gün, Başbakan Erdoğan, ‘Kerkük’ üzerine konuşurken, bu şehrin mes’elelerini Karabağ’la mukayese etmez mi? Şaşırdım, doğrusu..

‘Kıyas’ (qıyas) mantıkî muhakemenin yöntemlerinden biridir. Ancak, ‘qıyas’ unsurlarında bir yanlışlık olur veya yapılırsa, çonk yanlış noktalara varılır..

‘Kerkük ve Karabağ’ arasında bir (zımnî) kıyaslama yapılırken, hangi unsurların nereye ve nasıl oturtulduğunu anlayabilmiş değilim..

Şöyle ki: Haritalarda ‘Nagorno (Yukarı) Qarabagh’ diye geçen Karabağ, Azerbaycan’ın içinde bir mıntıkadır ve uluslar arası hukuk açısından Ermenistan’la hiçbir sınırı yoktur.. Ama, özellikle de son 150 yıl içinde, ermenilerin toplandığı bir bölge olup, Sovyetler’in dağılmasından sonra Azerbaycan- Ermenistan arasında meydana gelen savaşlarda, Ermenistan’la birleşmeye çalışmıştır.. Bu mücadele ve ihtilaf, (diplomatik olarak) hâlâ da sürmektedir.. Ancaaak, Azerbaycan’ın üçte bir kadar nüfusu olan bir küçük ve fakir Ermenistan, o mücadeleyi kilisenin önderliğinde, yani imanî bir temele oturtarak verirken; Azerbaycan, ‘komünist laiklik’ten ‘kavmiyetçi laikliğe’ geçmekle yetinmiş ve savaşın manevî ve ruhî dinamiklerine ulaşamadığı için, perişan olmuştur!. Nitekim, Ermenistan güçleri önce Laçin koridorunu açıp, Karabağ’la fiilen birleşmiş, sonra da Hocali, Ağdam, Hankendi, Fuzûlî gibi bölgelerdeki korkunç katliâm ve sindirmelerle, Azerbaycan’ın kendine sınır olan güneybatısındaki yüzde 25’ini işgal etmiş, bir milyondan fazla ‘gaçkın’, ülkenin başka yerlerine kaçmaya mecbur edilmiştir.. O perişan fiilî durum 15 senedir hâlâ da sürmekte olup, gerek Elçibey, gerekse Haydar ve oğlu İlham Aliyev dönemleri boyunca, hep laf üretilmiş ve Ermenistan, uluslararası sınırlara püskürtülememiştir..

Ermenistan güçleri Azerbaycan içinde ilerlerken, C. Başkanı T. Özal, zamanın Dışişl. Bakanı Hikmet Çetin’e, ‘Ermenistan sınırına bir tümen asker gönderelim..’ der.. Cetin, ‘Niçin?’ diye sorunca, Özal da, ‘Korkarlar belki..’ karşılık verir.

Çetin’in, -Ya, korkmazlarsa!.’ şeklindeki mukabil cevabı karşısında ise Özal susar..

Türkiye de Azerîlere çok ümid verdiği halde, Azerbaycan’a yardım iddiasıyla giden nasyonalistlerle, Azerbaycan ordusunu eğitmek için giden emekli subayların orada Mafia ile ilgili ‘derin araştırmalar’a girmeleri (!), ayrı bir faciadır..

Şimdi Tayyîb Bey, Kerkük’ü Karabağ’la kıyaslıyor ve ‘Kerkük’ün Karabağ’a benzetilmesine asla müsaade etmiyeceklerini’ çok net sözlerle dile getiriyor. Halbuki, Karabağ, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü yer alan ve ermeni nüfusun ekseriyeti oluşturduğu bir şehir.. Azerîlerle ermeniler arasındaki en büyük fark da, din farkı..

Kerkük’le Karabağ’ın hiçbir benzerliği de yok..

Saddam, Baas ideolojinin bağlısı ve lideri olması hasebiyle, ‘arab kavmiyetçisi’ bir kişi idi.. Asırlarca ‘Osmanlı hâkimiyetinde yaşamış arab halklarının ‘kavmî- ulusal bir kimlik’ oluşturması için arabçılık yapmaya mecbur olduğu söylenebilir.. M. Kemal de, bir ‘türk ulusu’ oluşturmaya çalışmamış mıdır? Öcalan da, ‘kürd ulusunu ben yarattım..’ gibi ‘megalomanik’ iddialarda bulunup, kendisini kürdlerin sadece ‘serokh’u / başbuğu değil, ‘babası/ atası’ olarak nitelemiyor mu (idi)?

Saddam da, Irak’da, arab kavminden olmayanların bile kendilerini arab diye isimlendirmelerini, bilmelerini istiyor; ‘arablık, bir kan ve ırk bağlılığı’nı değil, bir kültürel konsepti ifade eder ‘ diyordu, tıpkı ‘türklük’ için söylendiği üzere.. Ve hatta, kürdleri ve türkmenleri de, ‘arab’ veya ‘dağ arabı- arab-ı cebel’ diye isimlendiriyordu.

Halbuki, milyonlarca kürd de vardı, türkmen de; Irak’da... Ve Saddam, kavmen arab olanları Irak’ın kuzeyindeki daha ılıman ve yeşillikli, sulak mıntıkalara yerleştiriyordu.. Osmanlı zamanından beri Irak’da yaşayan fars kavminden yüzbinler İran sınırındaki dağlara sürülüp bırakılırken.. Yüzbinlerce-milyonlarca kürd ve türkmen de, çöllere sürüldü veya Irak’dan kaçtılar.. Şimdi onlar kendi öz mekânlarına dönüyorlar. İşin kötüsü, o zavallı arab kitleleri de ‘Bizim günahımız ne, bizi buralara devlet getirip yerleştirmiş..’ diyorlar ve bu güzel yerleri bırakıp çöllere dönmek istemiyorlar; kürd ve türkmenler ise, zorla çıkarıldıklarını söylüyorlar. Herkes kendisine göre, haklı gibi..

Erdoğan’ın, ‘Kerkük’ün demografik (nüfus) yapısı değiştirilmek isteniyor..’ dediği durum, bu.. Ancaaak, kürdler ‘arabcı’ dayatmalara karşı çetin silahlı mücadeleler verirken, türkmenler genelde şehirlerde bürokraside çalışıyor, ya da ticaretle meşgul oluyorlardı. Türkiye’nin onca çabalarına rağmen, geçen seneki seçimlere de tek cebhe olarak katılamadılar.. Parça-bölük oldukları için bir varlık da gösteremediler..

Şimdi, Irak’da bütün halk kesimlerinin hukukunun korunmasını istemek varken, sadece türkmenlerin savunucusu durumuna düşülmesinin mantığı nedir? Kaldı ki, Irak halkının tamamıyla, henüz 80 yıl öncelerde, arab, kürd türk vs. aynı devletin vatandaşlarıydık..

Böyleyken, şimdi yalnızca türklerin koruyucusu gibi davranmak, Osmanlı’nın enkazı üzerine kurulan yığınla rejimlerden birisi olan T. C.’nin ‘resmî ideoloji’sinin dayanağı sayılan ve -asırlarca birlikte yaşayan halklardan- türk olmayanları dışlaması açısından, bir de felaket sayılması gerekirken, kutsanırcasına baştâcı edilen ‘Misâk-ı Millî’ (millî yemin) metnine göre davranmak; ‘kafatasçı, etnik, dinsel ve bölgesel milliyetçilik’ diye tarif ettiği cereyanlara karşı olduğunu hep vurgulayan Tayyîb Bey’in kendisiyle bir çelişkiye düşmesi demek olmuyor mu?

‘Türkiye’nin güvenliği..’ deniliyorsa, bunun yolu, sadece türkmenlere değil, Irak’ın çaresizlik içinde kıvranan bütün halklarına bir komşu olarak dost eli uzatmaktan geçmiyor mu? Ve amma bugünkü yaklaşım, Irak ve Türkiye içindeki hiç de azımsanmıyacak kürd ve arab kitleleri de, kendilerine sahib çıkıyor gibi gözüken entrikacı cereyanların pençesine atmakla neticelenmez mi?

e-mail: cakirgil@yahoo.de