Kara propaganda örnekleri

MUSTAFA ÖZCAN

Murat Yetkin, ‘Esat herkesle dalga geçiyor’ başlıklı yazısının bir bölümünde şu değerlendirmede bulunuyor: “Esat herkesle dalga geçiyor ya dokuz canı olduğuna inanıyor ya da güvendiği bir şeyler var ki kim ne derse desin biraz geri çekilip sonra bildiğini okumayı sürdürüyor.

Bunların başında Esat giderse yerine kimin geçeceği konusundaki belirsizlik, başka deyişle Esat’ın yerine geçecek kişinin her şeyi daha kötüye götüreceği yolundaki endişe geliyor. Bu endişe, bölgede birbirinden ayrı gündemleri olan pek çok oyuncuyu Esat’ın devrilmesini istememe çizgisinde birleştiriyor. Örneğin, İran ile İsrail’in aynı düşündüğü muhtemelen tek konu, en azından şu an itibarıyla Esat’ın gitmemesidir...” Yani Esat’ın bekası ve kalması konusunda İsrail ve İran’ın zımni bir mutabakat içinde olduğunu ifade ediyor. Esat’ın İsrail’e, duruşuyla ve dolaylı olarak yaptığı hizmeti Saddam yapmış olsaydı İran’ın dilinden asla kurtulamazdı. Kirpi yavrusunu severken ‘pamuk yavrum’ dermiş. Kimse ayranım ekşi demiyor. İran, devriminden sonra İslam dünyasında ideolojik, dini ve siyasi bir tekel kurmak istedi. Bundan dolayı da belirme ve öne çıkma potansiyeli olan Sünni odaklara siyasi ve ideolojik savaş açtı ve onları karaladı. Kara çalmada da maharetini gösterdi ve bütün Sünni kökenli ve bağımsız hareketleri Amerikancılıkla yaftaladı. İran, bölgede Sünni bir siyasi odağın ortaya çıkmasını istemiyordu. Sahanın kendisine kalmasını istiyor ve bunun için de beliren Sünni odakların meşruiyetini sorguluyordu. En temel meşruiyet sorgulama biçimi de Amerikancılık suçlamasıydı. Sünni liderlikle gölgelenmek istemiyordu ve bundan dolayı da Sünnilerin referanslarını sürekli olarak kara çaldı. Bu karalama kampanyasının başında Amerikancılık yaftası geliyor. Bu bağlamda iki örnek vermek mümkündür. Bunlardan birisi Ziya ul Hak’tır ve dünyadaki İran lobisi sürekli olarak Ziya ul Hak’ı karaladı ve onun bir Amerikan kuklası olduğunu ileri sürdü. Lakin Ziya ul Hak’ın sonu İran lobisinin tezyiflerini tekzip eden bir sahne oldu ve genel anlamda kabul gören teze göre Ziya ul Hak hem ideolojik hem de çıkar çatışması sonucu Amerikalılarca öldürüldü. Bunu teyit eden bir husus daha sonra Afganistan’ın Amerikan işgalinin hedefi olmasıdır. Afganistan’a göz diken ABD bu bölgeyi, Ziya ul Hak’a yar etmek istememiştir.

*

İkinci çarpıcı misal de Taliban ile alakalıdır. İlk günlerden itibaren Taliban’a kara çalmışlardır. Nedeni, dini anlamda Taliban’ın İran eksenine yakın durmamasıdır. Dini anlayışının farklı olmasıdır. Bundan dolayı İran ve dünyadaki lobileri Taliban’ı sürekli olarak Amerikancılıkla suçlamıştır. Lakin Ziya ul Hak gibi Taliban da ABD tarafından devrilmiştir. Yine İran’ı ve siyasi edebiyatını tekzip eden hususların başında Taliban’ın devrilmesi gelmektedir. Taliban devrildikten sonra işgalle birlikte Karzai iktidara gelmiştir. Müseccel marka Amerikancı ve geçmişte beşinci tabur babından Taliban’la da bir biçimde irtibatı olan Karzai İran’ın en önemli bölgesel müttefiki haline gelmiştir. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Hatta buna Amerikalılar bile hayret etmiştir. Zira İran yönetiminin çuvallarla Karzai’ye para sevk ettiği ortaya çıkmıştır. Karzai’nin öldürülen kardeşi Ahmet Karzai de CIA’nın bölgedeki en önemli işbirlikçilerinden birisiydi. Demek ki İran Taliban’ı açıktan Amerikan yandaşlığıyla suçlarken gerçek manada Amerikan yandaşı olan Karzai ile hem açıktan hem de örtülü ilişkiler geliştirebiliyor. Ülkesini ölümüne savunanlar Amerikancı, ülkesini ABD’ye peşkeş çeken ve satanlar yandaş ve müttefik olabiliyor. İran aynı tarzını Suriye’de de sürdürmektedir. Karzai’nin Amerikan yandaşlığını görmezlikten gelen İran, diktatör Esat hanedanlığına karşı çıkan Suriye halkını Amerikan yandaşı olarak göstermeye gayret etmektedir. Gerçek Amerikan yandaşlarıyla iş tutan İran işine gelmediğinde de hasımlarını veya stratejik rakiplerini Amerikan yandaşlığıyla karalamakta ve yaftalamaktadır. İran Sünni odakları Amerikancılık suçlamasıyla itibarsızlaştırmaktadır.

*

İran’ın zararlarını en iyi anlatanlardan birisi Mavi Marmara yolcularından olan Kuveytli İslamcılardan Velit Tabatabai’dir. Bir yazısında okurlarıyla şu çarpıcı gerçekleri paylaşmaktadır: “Biz, Basra Körfezine Basra Körfezi diyoruz. İran da Pers Körfezi diyor. Lakin gerçek manada körfez, Amerikan Körfezi haline gelmiştir. Zira İran’ın Körfez üzerine hegemonya iddiaları dolaylı olarak bu sonucu doğurmuştur. Hazar Denizini Rusya ile paylaşan ve Rusya’nın buradaki payını artıran İran, Körfez’in küçük ve Müslüman ülkeleri karşısında ise adale göstermektedir. Onları sindirmeye çalışmakta ve yabancı hami aramaya itmektedir. Körfez ülkelerini Amerikancılıkla suçlayan İran yayılmacı emellerinin de etkisiyle Körfez’e sınır olan ülkeleri korkutmuş ve bölgeyi ABD’nin müdahalesine açık hale getirmiştir. Dolayısıyla onun Körfez’i sahiplenmesi ve tekeli altına almak istemesi Amerikan yayılmacılığını körüklemiş ve bu yöndeki planlarına hizmet etmiştir...” Velhasıl İran’ın istimale veya kazanma politikaları yerine adale gösterme politikaları zincirleme kazalara neden olmuş ve fiiliyatta ‘Pers Körfezi’ni’ Amerikan Körfezi haline getirmiştir. Körfez ülkelerini ABD’nin kucağına itmek bir politika mıdır? Hama sabıkalısı Esat rejimini halkına karşı desteklemek ABD’ye karşı çıkmak mıdır yoksa yolunu döşemek midir?

YENİ AKİT