Kara harekâtı sonrası olası gelişmeler

Beril Dedeoğlu

Türkiye, Kuzey Irak'a yönelik askerî harekâtını şimdilik sonlandırmış görünüyor. Daha önce havadan yapılan operasyon bir kara operasyonuna dönüşmüş ve birliklerin geri dönüşüyle de süreç tamamlanmış durumda.

Zorlu kış koşullarında yaklaşık sınırı 25-30 km geçen 10 bin kadar asker esas olarak PKK'nın yaşam alanlarını dağıtma faaliyeti sürdürdü denebilir. Bir iki aya kadar havaların düzelmesiyle birlikte güçlerini toplamak için kamplarında toplanacak PKK'nın yeni eylemler yapma olasılıkları ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Yapılan tüm resmi açıklamalar, operasyonun amacını böyle ortaya koydu ve ısrarla sivillerin zarar görmesinden kaçınıldığı, Türkiye'nin Irak'ta kalmayı istemediği vurgulandı. Bu açıklamalara sadık kalındığına bakılırsa, yani hedef, süre ve alanda bir şaşma olmadığı inandırıcılığını yitirmezse, Türkiye'nin meşru müdafaa hakkını kullandığını savunmak her durumda mümkün olabilir. Bu operasyon yoluyla Kuzey Irak'taki PKK varlığı ile Türkiye'dekinin bağlarını kesme, her iki ülkede de örgütün lojistik imkânlarını ortadan kaldırma gibi başarılar hedefleniyordu, umarız ki hedeflere ulaşılmıştır. Bu askerî amaçların arkasındaki siyasal beklentiler ise, biraz daha karışık olabilir çünkü meselenin içinde sadece Kuzey Irak, PKK ve Türkiye yok gibi gözüküyor. Kara operasyonları, askeri caydırıcılığın ileri aşaması anlamına gelir ve genel olarak da en son başvurulan riskli bir araç olarak kullanılır. Riskin büyüklüğü, askerî sonucun her durum ve koşulda önceden tam olarak kestirilememesinden kaynaklanır. Bununla birlikte esas olarak kara operasyonları siyasal iradenin en ısrarlı ortaya konduğu durumlardır. Askerî başarısızlık siyasal başarısızlığı mutlak kılar, hatta askerî başarı sağlansa bile bunun siyasal başarıya çevrileceğinin garantisi de bulunmaz. Bu çerçevede, kara harekâtı yapmış olan Türkiye'nin bundan sonraki davranışları beklentilerinin üç farklı durum ihtimalinde değerlendirilmesi mümkün olabilir.

İyi senaryo

Türkiye'nin askerî tehditte bulunarak Kuzey Irak otoritesini "Bağdat" yönetimine yaklaştırma ve bölgeye ilişkin sorunlarda Irak hükümetini muhatap alma amacı, birinci durum olarak ele alınabilir. Bu, bir yandan Irak'ın toprak bütünlüğüne bir yandan da merkezi hükümet otoritesinin güçlenmesine hizmet edebilir. Güçlü merkezi hükümet olduğunda Türkiye K.Irak otoriteleriyle muhatap olmaktan da kurtulur. Ne de olsa, K.Irak otoriteleriyle muhatap olmanın giderek bu bölgenin "Kosovalaşması"na yol açacağı ve Türkiye'de de özerkleşme eğilimlerini besleyeceğini düşünenler var. Üstelik bir ülkenin savaştığı yerlerde düşmanlarını himaye ettiğini düşündüğü kişilerle görüşmesi zor olabilir, en azından iç kamuoyu bakımından göze alınamayabilir. Ayrıca, Kuzey Irak yönetiminin şiddete başvuran ve Türkiye düşmanlığından beslenen kesim ve gruplarla ilişkisinin kesilmesiyle "normalleşme" sürecine girmesi, normalleşme olduğunda da Türkiye ile ekonomik, ticari ve kültürel ilişkilerin daha kolay geliştirilmesi mümkün olabilir. İngiliz basınında yer aldığı gibi Irak'ın en istikrarlı yeri diye tanımlanan K.Irak, aslında hiç de istikrarlı olmadığından belki bu operasyon sonrasında kalıcı istikrarlı yapıların yeniden kurulması sağlanabilir, çünkü operasyon aynı zamanda Kürt liderlerin de kendileriyle hesaplaşmasına yol açan koşullar ortaya koyuyor. Onların da nasıl bir Irak ve nasıl bir K.Irak istediklerine karar vermeleri gerekiyor.

K.Irak'ı Bağdat'a itme, ayrı bir siyasal oyuncu olmaktan vazgeçirme hedefli senaryonun ABD'yi de ilgilendiren yönleri var. ABD'nin Irak ve Afganistan'daki sıkıntıları malum. Bu sıkıntılarına, yeni krizler eklenmesine tahammülü kalmamış görünüyor. Dolayısıyla ABD için de en iyi senaryo, Irak'ta Bağdat otoritesinin tüm ülkede etkin hale gelmesi ile bu otoritenin iyi kötü temsile dayalı biçimde işlemesi. ABD'nin Irak bakımından temel kaygısının K.Irak olmadığı, esas sorun alanının Şii bölgesi olduğu, ayrıca Suni gruplarla Kürt gruplarının da her durumda anlaşamadıkları hatırlandığında, farklılıkları donduracak güçlü merkezi hükümet aranması anlamlı. Dolayısıyla bu konuda Türkiye ile benzer bir çizgide denebilir. Ayrıca, ABD bakımından meselenin Irak'la sınırlı olmadığını düşünmek yerinde olur. Irak'ta istikrarın sağlanması ya da istikrarın sorumluluğunun başkalarına devredilmesi halinde ABD'nin Afganistan, Çad, Kosova gibi konulara ağırlığını kaydırması daha kolay olabilir. Bu senaryonun başarısı, K.Irak yönetiminin Türkiye ve ABD tarafından ortaya konan iradeye boyun eğmeleri, Avrupa ülkeleri ya da Rusya gibi oyuncuların meseleye yeniden dahil olmamaları, Bağdat yönetiminin soruna sahip çıkması gibi dış değişkenlere bağlı. Kısa süren ve sınırlı bir operasyon sonrasında Türkiye'nin de açıklananlar dışında bir yöne sapmaması ile ülke içindeki Kürtlere barışçı çözümler üretebilmesi, iç değişkenler olarak gözükmekte. Dolayısıyla iyimser senaryo, askerî harekât yoluyla yapılanların siyasal barışçı girişimlerle desteklenmesi anlamına geliyor; hem iki ülkenin barışçı ilişkiler kurmasına neden olabilecek koşullara hem de Türkiye'deki demokratik yeniden yapılanma sürecine işaret ediyor. Bu da ABD ile olan dostluğun AB üyelik perspektifiyle taçlandırıldığı bir amaca işaret ediyor. Süreç, iyi senaryo kapsamında çalışır ise yeniden K.Irak menşeli terörizmle karşılaşmak daha az bir ihtimal haline gelebilir. Bununla birlikte, terör biçim değiştirerek ya da değiştirmeyerek yeniden Türkiye'ye yönelik bir baskı olarak kullanılabilir. Bu durumda Türkiye'nin, yeniden bir operasyon yapma ihtimali ortaya çıkar. Önceki operasyonu sınırlı tutmuş, bir de siyasal önlem paketlerini yaşama geçirmiş bir Türkiye'nin yine uluslararası meşruiyetini koruması mümkün olabilir.

Türkiye'nin kara harekâtının AB ile ilişkileri hızlandıracak bir amaca yönelikmiş gibi gözükmediği durum, ikinci senaryo olarak ele alınabilir. Buna göre Türkiye, yine Irak'ta kısa ve sınırlı faaliyet göstermeyi ve bu arada da K.Irak'ın Irak içinde kalmasını sağlamayı öngörmektedir. Bu çerçevede, ABD ile de stratejik ittifak esas alınıyor ve içeride siyasal-ekonomik reform paketleriyle dışarıda iyi komşuluk ilişkileri önemsenmiyor denebilir. Bu durumda meselenin siyasal çerçevesinde sapma ortaya çıkabilir. Birincisi, K.Irak otoritelerinin Türkiye iradesine boyun eğmemeleri, ikincisi de Bağdat yönetiminin denetimi elinden kaçırması durumunda ortaya çıkabilecek sorunlar olarak dile getirilebilir. Türkiye, Irak hükümetine baskı yapacak başka uluslararası mekanizmalar bulmak ve K.Irak otoriteleriyle de, bazı kesimlerin itirazına rağmen müzakere sürdürmek durumunda kalır. Uluslararası arayışlar, başta Ortadoğu ve Asya'da yeni pazarlıklara girme ve belki de bu pazarlıklarda eli zayıf taraf olma anlamına gelebilir Uluslararası pazarlıkların da askerî, stratejik konularda yoğunlaşmasına, enerji ya da yatırım pazarlıklarında da bir miktar ihtimallerin daralmasına yol açabilir.

Kötünün iyisi senaryosunda K.Irak menşeli saldırıların olmayacağının garanti edilmesi söz konusu değildir. Bu durumda Türkiye yeniden "dar hedef, kısa süre ve sınırlı alan" operasyonu yapabilir ama bu seferki biraz daha uzun ve geniş olabilir. ABD ve muhtemelen Irak ile ilişkilerinin çok kötü hale gelmeyeceği böyle bir durumda Türkiye, K.Irak ve AB meselelerini dondurmayı ve statükoyu korumayı seçmiş olarak değerlendirilebilir. Meselelerin dondurulması pek mümkün olamayacağından, askerî operasyonların küçük taktiklere alet edilmesinin yolları da aranabilir. AB ile bütünleşme süreci 30 yıla yayılabilir, ABD ile nükleer enerji ortaklığı imzalanabilir ve konjonktürel diplomatik suskunluklar sağlanabilir. Dolayısıyla, Türkiye çok mümkün olamasa da bir süreliğine bugün gibi kalmaya devam edebilir.

Kötü senaryo

Türkiye'nin yeniden bir saldırıya uğramasıyla tekrar Irak'a girmesi ve bu kez pek çıkacakmış gibi davranmaması, kötü senaryo olabilir. Şu bir gerçek ki, Türkiye'nin bölgedeki bu türden askerî tehdidi K.Irak'ı merkeze yaklaştırmak yerine, tam tersi bir eğilime de sürükleyebilir. Diğer bir ifadeyle Türkiye merkezkaç bir etki yaratır ve K.Irak'ı bağımsızlığa itebilir. Bu, Türkiye bölgeden çıkmama ya da sivil hedeflere yönelme eğilimi gösterirse neredeyse kaçınılmaz olur. K.Iraklılar merkeze yaklaşmak yerine uzaklaşmayı seçtiklerinde Türk ordusunun hedefinin PKK'dan fazlası olması ihtimali artabilir. Bu hem faaliyet alanının genişlemesi hem de sürenin uzaması anlamına gelir, dolayısıyla Türkiye meşru savunma yapan durumdan saldırgan durumuna geçebilir. Türkiye'yi işgalci olarak gördüğünü ilk açıklayan ise, muhtemelen İngiltere olur, ne de olsa bu kavramı onlar keşfettiler. ABD ve İngiltere Irak'ı işgal ederlerken çalışmayan uluslararası hukuk ya da teamüllerin Türkiye söz konusu olduğunda çalışacağına kesin gözüyle bakmak gerekir. Bu koşullar gerçekleştiğinde ABD'nin şimdiki gibi destek vermeyeceği de düşünülebilir. Üstelik ABD, K.Irak yönetimini destekleyerek Irak bütünlüğü senaryosundan hızla vazgeçip 'bari ABD yanlısı bölge ülkesi K.Irak oluversin' bile diyebilir. Şimdilik bu yönde bir ABD iradesi gözlemlenmese de, bu ihtimale karşı ABD'nin K.Irak'a olan desteğini tümüyle çekmediği biliniyor.

K.Irak yönetiminin direnmesi, PKK'nın yeniden eylem yapması ve Türkiye'nin yeniden operasyon yapma ihtimali, Türkiye'nin İran hariç diğer hemen tüm bölge ülkeleriyle ilişkilerinin bozulması riski taşır. Bu kötü senaryonun en kötü boyutu ise, AB ile ilişkilerde ortaya çıkar. Türkiye, zaten kendisine şüpheyle bakan "Batı" dünyasından hızla uzaklaşma eğilimine girer. Bu tür bir uzaklaşmanın hemen Rusya eksenine kayma anlamına gelmeyeceği bilinse de, bu olasılık güçlenir. AB ve hatta kısmen ABD ile bozulan ilişkiler, doğal olarak AB yolunda reformlar yapmanın nedenlerini de ortadan kaldırır. Dolayısıyla söz konusu senaryo, Türkiye'deki siyasal dokuyu da etkiler. AB ve batılılaşma karşıtlarının eli güçlenir, milliyetçilik şimdikinden daha besili bir hal alır, otoritarizm yeniden demokratikleşmenin önüne dikilebilir. Dolayısıyla iktidar partisi, askerî bürokrasi karşısındaki hareket yeteneklerini yitirebilir ve ne çetelerle mücadele edilebilir, ne başörtüsü sorunu çözülür ne de TCK 301. madde düzenlenir. Bu yolla içeride didişip duran ve bir türlü yenişemeyen kesimler, meseleyi "dış düşman" olgusuna bağlayıp rahat da edebilirler. Kötü senaryonun siyasal iktidar kadar orduya da faturası olur, çünkü sonucu öngörülemeyen bu süreç askeri bir başarısızlıkla da sonuçlanabilir.

İkinci bir kara harekâtı yaparak K.Irak'tan çıkmama hali, bir süre sonra Türkiye'nin ABD jandarması olduğu yolundaki çıkarsamaları güçlendirir. ABD bölgeden çekilirken yerine Türkiye'yi bıraktı, bu aslında İran'ın çevrelenme politikasının parçası, Müslüman'ı Müslüman'a kıydırma taktiği ya da emperyalistlerin oyunu söylemleri artırır. Diğer bir ifadeyle, Türkiye'deki her inanç, ideoloji ya da yaklaşımın radikalleşme ihtimali artar. Ayrıca, Türkiye'deki Kürtlerde de merkezkaç eğilimleri güçlendirir ve üstelik bu eğilim giderek daha fazla uluslararası destek bulabilir. Doğrusu, bu tür bir gelişme olursa, faturanın hükümete çıkacağı söylenebilir. Şu bir gerçek ki, Türkiye'deki karar alıcılar tüm bu risklerin farkındalar ve göze alma niyetinde de değiller. Dolayısıyla kötü senaryodan uzak kalma yolunda her türlü çabanın gösterildiği ileri sürülebilir, çünkü kötü senaryoda tek kaybeden muhtemelen sadece iktidar olmaz. Kötü senaryo koşullarının Türkiye tarafından oluşturulma ihtimalinin zayıf olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, kötü senaryodan uzak durmaya çalışmak, iyi senaryoya yaklaşma anlamına gelmiyor, çünkü iyi senaryonun fazla gerçekçi olmadığı bir ortamın bulunduğu ileri sürülebilir.

Zaman gazetesi